Cengiz Dağcı, Kırım Türk edebiyatının en önemli yazarlarından biri olarak, eserlerinde Kırım Türklerinin zorlu hayatını ve tarihsel mücadelelerini anlatmıştır. 9 Mart 1919’da Kırım’ın Gurzuf kasabasında dünyaya gelen Dağcı, zor bir çocukluk dönemi geçirmiştir. Babası, sürgün edilen Emir Hüseyin Dağcı’dır. Çocukluğu yoksulluk ve savaşın gölgesinde geçmiş, bu deneyimler onun edebi kimliğini şekillendiren önemli unsurlar olmuştur.
Cengiz Dağcı’nın eğitim hayatı, Kızıltaş köyünde ve Akmescid’de başlamıştır. İlkokul eğitimini burada tamamladıktan sonra ortaokula devam etmiştir. Öğrencilik yıllarında şiire olan ilgisi belirginleşmiş ve 1936 yılında ilk şiirini Kırım Gençlik Dergisi‘nde yayınlama fırsatı bulmuştur.
Dönem | Eğitim Kurumu | Notlar |
---|---|---|
1925-1935 | İlkokul (Kızıltaş, Akmescid) | İlk öğrenim dönemini geçirdi |
1936-1939 | Kırım Pedagoji Enstitüsü | Eğitimini II. Dünya Savaşı nedeniyle yarıda bıraktı |
II. Dünya Savaşı, Cengiz Dağcı’nın hayatında derin izler bırakmıştır. 1939’da Kırım Pedagoji Enstitüsü’ne girmesine rağmen, savaşın patlak vermesiyle askerlik hizmetine çağrılmıştır. Odesa’da subay okuluna gönderilen Dağcı, savaş sırasında Almanlara esir düşmüştür. Savaşın sona ermesiyle birlikte İngiltere’ye yerleşmiş ve burada Wimbledon yakınlarında yaşamaya başlamıştır.
Savaş yılları, Dağcı’nın psikolojik durumunu olumsuz etkilemiş ve bu dönemde yazdığı eserler, birer anı niteliği taşımaktadır. Eserleri, savaşın yarattığı travmanın yanı sıra, Kırım Türklerinin maruz kaldığı zulmü ve sürgün hayatını da içermektedir.
Cengiz Dağcı, Türkiye’ye hiç gelmemiş olmasına rağmen “Türkçe bana anamın dilidir.” diyerek eserlerini Türkiye Türkçesi ile yazmayı tercih etmiştir. İlk eserlerinin redaksiyonunu ünlü şair Ziya Osman Saba yapmıştır. Edebiyat hayatına şiirle başlayan Dağcı, zamanla roman yazmaya yönelmiş ve özellikle Kırım Türklerinin dramını işleyen eserleri ile tanınmıştır.
Cengiz Dağcı, edebiyatımıza birçok önemli eser kazandırmış bir yazar olup, eserleri Türkiye’de 1956’dan itibaren birçok baskı yapmıştır. Kırım’ı ve Kırım Türklerini anlatan eserleri, Türk okuyuculara Kırım’ın gerçeklerini tanıma fırsatı sunmuştur.
Romanlar:
Anı ve Hatıra:
Cengiz Dağcı, Kırım’dan ayrıldıktan sonra bir daha Kırım’a dönmemiştir. 22 Eylül 2011’de Londra’da vefat eden Dağcı, 69 yıl görmediği Yalta’ya bağlı Kızıltaş köyünde toprağa verilmiştir. Eserleri, sadece Kırım Türklerinin değil, tüm Türk toplumunun tarihine ve kültürel mirasına ışık tutmaktadır.
Cengiz Dağcı, Türk edebiyatının unutulmaz isimlerinden biri olarak, eserleriyle Kırım Türklerinin yaşadığı acıları ve mücadeleleri anlatmaya devam etmektedir. Onun yazınsal mirası, gelecek nesillere Kırım Türklerinin hikayesini aktarmak için önemli bir kaynak olmuştur.
Cengiz Dağcı hayatı, Cengiz Dağcı kimdir, Cengiz Dağcı eserleri, Cengiz Dağcı Kırım, Cengiz Dağcı romanları.
Faruk Nafiz Çamlıbel, Türk edebiyatında şair, yazar ve öğretmen kimlikleriyle öne çıkan önemli bir isimdir. 18 Mayıs 1898 tarihinde İstanbul‘da dünyaya gelen Çamlıbel, ilk öğrenimini Bakırköy Rüştiyesi ve Hadika-i Meşveret İdadisi’nde tamamladı. Edebiyat yolculuğu, çocuk yaşlarda kaleme aldığı şiirlerle başladı ve hayatı boyunca pek çok eser verdi.
Çamlıbel’in yazın hayatı, 1914 yılında “Çocuk Dünyası” adlı dergide yayımlanan “Saat” şiiriyle başladı. Tıp eğitimi aldıysa da mezun olmadan okulu bıraktı ve gazetecilik mesleğine yöneldi. 1922’de Kayseri Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak atanarak eğitim hayatına adım attı. “Han Duvarları” adlı şiirinde Kayseri’ye olan yolculuğunu detaylı bir şekilde anlattı.
Eğitim Tarihleri | Kuruluş | Pozisyon |
---|---|---|
1922 | Kayseri Lisesi | Edebiyat Öğretmeni |
1924 | Ankara Erkek Muallim Mektebi | Edebiyat Öğretmeni |
1924 | Ankara Kız Lisesi | Edebiyat Öğretmeni |
Çamlıbel, Beş Hececiler topluluğunun en genç ve en etkili üyesidir. Milli Edebiyat akımının etkisiyle hece ölçüsüne yöneldi ve Anadolu’yu konu alan eserler kaleme aldı. “Sanat” şiiri, memleketçi şiirin bilinçli bir ifadesi olarak kabul edilir. Sanat anlayışında folklor ve halk edebiyatı unsurlarına sıkça yer vermesi, eserlerinin derinliğini artırdı.
Bu temalar, onun eserlerinde sıkça yer bulmuş ve okuyucuya derin bir duygusal deneyim sunmuştur. “Han Duvarları” şiiri, Anadolu coğrafyasını gerçekçi bir şekilde yansıtan önemli bir eser olarak dikkat çeker.
1946 yılında siyasete atılan Çamlıbel, Demokrat Parti’den İstanbul milletvekili oldu ve 1960 yılına kadar TBMM’de görev yaptı. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra kısa bir süre Yassıada‘da yargılandı ve Kayseri Kapalı Cezaevi’nde 16 ay tutuklu kaldı. Bu süreçten sonra siyasete dönmemeye karar vererek Arnavutköy’deki evinde hayatının geri kalanını geçirdi. 8 Kasım 1973’te kalp yetmezliğinden vefat etti.
Çamlıbel’in eserleri, şiir, roman ve tiyatro gibi farklı türlerde zengin bir yelpazeye sahiptir. Aşağıda eserlerinin bazıları listelenmiştir:
Çamlıbel’in “Yıldız Yağmuru” romanı, Şükufe Nihal’e duyduğu aşkı anlatmasıyla dikkat çeker. Şiirlerinde sıkça kullandığı “Çam Deviren”, “Akıllı Ozan” ve “Deli Ozan” gibi takma adlar, onun sanatçı kişiliğini yansıtır. Ayrıca, Onuncu Yıl Marşı‘nın sözleri de yine onun kaleminden çıkmıştır ve Türk milletinin bağımsızlık mücadelesini simgeler.
Faruk Nafiz Çamlıbel, Türk edebiyatında bıraktığı derin izlerle, yalnızca bir şair olarak değil, aynı zamanda bir toplum düşünürü olarak da önem taşır. Eserleri ve hayatı, özellikle Anadolu’yu ve Türk kültürünü yüceltmesi açısından büyük bir değer taşımaktadır. Edebiyat dünyasında bıraktığı etkilerle, nesiller boyu anılacak bir isim olmuştur.
Faruk Nafiz Çamlıbel hayatı, Faruk Nafiz Çamlıbel kimdir, Faruk Nafiz Çamlıbel eserleri, Faruk Nafiz Çamlıbel şiirleri, Faruk Nafiz Çamlıbel edebiyatı, Faruk Nafiz Çamlıbel anekdotları.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, 1911 yılında Türkiye’nin yeşil doğasıyla ünlü Giresun Görele‘de, kaymakam bir baba olarak dünyaya geldi. Çocukluk yılları, Anadolu’nun farklı yerlerinde geçerken, babasının Trabzon milletvekili olması nedeniyle aileleri Trabzon‘a yerleşti. Burada, Trabzon Lisesi‘nden mezun olduktan sonra, lise yıllarında resimle ilgilenmeye başladı. Özellikle edebiyat öğretmeni Zeki Kocamemi‘nin etkisiyle resme olan ilgisi derinleşti. İlk şiir denemelerini de bu yıllarda kaleme alarak edebi kariyerine ilk adımlarını attı.
Eğitimine devam etmek isteyen Bedri Rahmi, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne kaydoldu. Burada, dönemin önde gelen sanatçılarından Nazmi Ziya Güran ve İbrahim Çallı‘dan ders aldı. Ayrıca, edebi yönünü güçlendirmek için ünlü şair Ahmet Haşim‘den estetik ve mitoloji dersleri aldı. 1927’de resim öğretmenliği yapmaya başladı ve bu mesleği ömrünün sonuna kadar sürdürdü.
Sanat yolculuğu, 1931 yılında Fransa‘ya gitmesiyle yeni bir boyut kazandı. Burada, Dijon ve Lyon‘da Fransızcasını geliştirdi ve Van Gogh ile Cézanne gibi sanatçılardan etkilendi. Fransa’dan sonra Londra‘ya giderek oradan Türkiye’ye döndü. 1936 yılında, İstanbul’da Ernestine Letoni ile hayatını birleştirdi. Bu dönemde, sanat çalışmalarına devam ederken, Güzel Sanatlar Akademisi’nin 1936 yılı diploma yarışmasında “Hamam” adlı eseri ile birinci oldu.
1938 yılında Edirne‘ye giden Bedri Rahmi Eyüboğlu, burada doğa manzaralarına yönelmeye başladı. “Ses” dergisinin yazarları arasında yer alarak, bu dergide resim, desen ve deneme yazıları yayımladı. 1941’de, ilk şiir kitabı olan “Yaradana Mektuplar”ı yayımladı. Şiirleri, Yeditepe, Ses, Güney, İnsan, İnkılapçı Gençlik ve Varlık gibi dergilerde yer aldı. Zamanla eserlerinde, halay çekenler, han avluları, çocuk emziren kadınlar ve saz çalan âşıkları sıkça işlemeye başladı. Şiir ve resim alanındaki üretkenliği ile dikkat çeken Eyüboğlu, 1948’de ikinci şiir kitabı olan “Karadut”u yayımladı ve bu eser büyük ses getirdi.
Bedri Rahmi, yazma tutkusunu 1951 yılında Yeni Sabah gazetesinde sürdürdü. Ardından Cumhuriyet gazetesine geçerek burada da yazmaya devam etti. 1953’te ilk şiir kitabı olan “Tuz”u, 1956’da ilk düzyazı kitabı olan “Canım Anadolu”yu ve 1957’de “Üçü Birden” adlı eserini yayımladı.
1961’de aldığı burs ile eşiyle birlikte ABD‘ye gitti. Burada, çalışmalarını sürdüren Bedri Rahmi, zengin renklerle soyut biçimlere yöneldi. Türkiye’ye döndüğünde ise soyut ve renk düzenlemelerini bırakıp, eski konulara dönüş yaptı. Resimlerinde, han, kahvehane, kemençeciler, balıklar ve gecekonduları işlemeye başladı. 12 Mart sürecinde kardeşinin gözaltına alınması, hem Bedri Rahmi’yi hem de sanatını derinden etkiledi. Bu dönemde, toplumsal içerikli eserler vermeye yöneldi.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, 21 Eylül 1975’te İstanbul’da pankreas kanserinden hayatını kaybetti. Cenazesi, Küçükyalı Mezarlığı’na defnedildi.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, hem ressam hem de şair olarak Türkiye’nin önemli sanatçılarından biri olarak kabul edilir. Şiirlerinde, Türk halk edebiyatında yer alan masal, türkü ve deyiş türlerine karşı duyduğu hayranlığı işledi. Halk kaynağından beslenen eserleri, masal ve türkülerden beslenen bir zenginlik taşır. Geleneksel halk dilinden ve şiirinden aldığı öğeleri kendine özgü bir üslupla kullanarak, halk diline yaklaşma çabasını büyük bir titizlikle sürdürmüştür. Bu nitelikleriyle şiirleri, resimleriyle büyük benzerlik gösterir.
Bedri Rahmi’nin şiirlerinde doğaya olan bağlılık, yaşam sevinci, insan sevgisi ve toplumsal meseleler sıkça yer bulur. 1940’ların sonlarından itibaren duvar resimlerine yönelmiş, 1950’de mozaik çalışmalarına başlamıştır. Uluslararası alanda önemli başarılar elde eden Eyüboğlu, sanatının evrensel boyutunu göstermiştir. Şiirlerinde toplumsal meseleleri işlerken yergiye ve alaya sıkça başvurur.
Yazma, seramik, heykel, gravür, mozaik, vitray ve hat gibi birçok farklı formda eser üreten sanatçı, geleneksel süsleme sanatını Batı’nın teknikleriyle birleştirmiştir. Renk ve form kullanımıyla çağımızın sanat anlayışında öne çıkan Bedri Rahmi, özellikle gezi ve deneme yazılarında akıcı ve rahat bir dil kullanarak halk kültürü ve sanatı konularındaki görüşlerini sergilemiştir. “Karadut” ise en tanınmış şiiri olarak bilinir ve bu şiir aşk temasını derin bir şekilde işler.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, edebiyat ve sanat alanında çok sayıda eser vermiştir. Aşağıda önemli eserleri listelenmiştir:
Eser Türü | Eser Adı |
---|---|
Şiir Kitapları | Yaradana Mektuplar |
Karadut | |
Yaşadım | |
Dol Karabakır Dol | |
Tuz | |
Deneme | Tezek |
Deli Fişek | |
Gezi | Canım Anadolu |
KARADUT
Karadutum, çatal karam,
çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın, ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum,
Gökte ararken yerde bulduğum,
Karadutum, çatal karam, çingenem,
Daha ne olacaktın bir tanem?
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın…
Sigara paketlerine resmini çizdiğim,
Körpe fidanlara adını yazdığım,
Karam, karam,
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt, buram buram.
Ben beyzade, kişizade,
Her türlü dertten topyekûn azade
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan,
Kibrit çöpü gibi kırılan,
Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan,
Artık otlar, göstermelik atlar gibi bedava yaşayan,
Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum.
Netmiş, neylemiş, nolmuşum,
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül,
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum.
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun…
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Türk edebiyatı ve sanatında derin izler bırakmış bir dahi olarak hatırlanır. Şiirlerinde ve resimlerinde işlediği temalar, hem kişisel hem de toplumsal
Refik Durbaş, 10 Şubat 1944 tarihinde Erzurum‘un Pasinler ilçesinde dünyaya gelmiştir. İlkokula İzmir Necatibey İlkokulu’nda başlayan Durbaş, daha sonra eğitimine Karataş Ortaokulu ve Namık Kemal Lisesi‘nde devam etmiştir. Lise eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne kaydolmuş, burada Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde yükseköğrenim görmüştür. Ancak, üniversite eğitimini tamamlamadan ayrılmış ve 1965-1968 yılları arasında çeşitli işlerde çalışmaya başlamıştır.
Bu dönemde, edebiyatla olan ilişkisini derinleştiren Durbaş, “Yeni İstanbul” ve “Cumhuriyet” gazetelerinde düzeltmen olarak görev yapmış, 1983 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzeltmenlik şefliğine atanmıştır. Gazetecilik kariyeri, onu edebiyat dünyasında tanınan bir isim haline getirmiştir.
Refik Durbaş, yazın hayatına şiirle adım atmıştır. İlk şiirini “Ege Ekspres” gazetesinin sanat sayfasında yayımlamıştır. Sanat yaşamı boyunca “Devinim”, “Gösteri”, “Sanat Olayı”, “Soyut” ve “Papirüs” gibi önemli dergilerde eserleriyle dikkat çekmiştir. 1971 yılında yayımladığı “Kuş Tufanı” adlı şiir kitabı, onun edebi kariyerinin önemli bir başlangıcı olmuştur.
Refik Durbaş, 1960 sonrası dönemin toplumcu şairlerinden biri olarak bilinir. Şiir hayatına İkinci Yeni akımının etkisi altında başlamış, zamanla toplumcu şiir anlayışına yönelmiştir. Bu dönüşüm, onun sanatındaki değişim ve gelişimin önemli bir parçasını oluşturmuştur. Anlam ve biçim açısından titiz bir çalışma yürüten Durbaş, eserlerinde kendine özgü bir dil kullanarak okuyucuyla derin bir bağ kurmayı başarmıştır.
Refik Durbaş’ın şiirlerinde işçi kızların, pazar yerlerinin ve memleketinden ayrılıp gurbet hayatı süren insanların yaşam serüvenleri öne çıkmaktadır. Günlük konuşma diline ustaca yerleştirilmiş eski sözcükler, onun eserlerinde sıkça rastlanan bir özelliktir. Aynı zamanda çocuk şiirleri de yazan Durbaş, edebi dünyasında farklı tarzları harmanlayarak zengin bir içerik sunmaktadır.
Eserleri ve edebi katkılarıyla birçok ödül kazanmış olan Refik Durbaş, Türk edebiyatında önemli bir yer edinmiştir. Şiir alanında kazandığı ödüller, onun sanat hayatındaki başarılarını belgelemektedir.
Ödül | Yıl |
---|---|
Yeditepe Şiir Armağanı – “Çırak Aranıyor” | 1979 |
Behçet Necatigil Şiir Ödülü – “Nereye Uçar Gökyüzü” | 1983 |
Halil Kocagöz Şiir Ödülü – “Menzil” | 1993 |
Refik Durbaş’ın edebi kariyeri boyunca yayımladığı eserler, Türk şiirine önemli katkılar sağlamıştır. İşte önemli eserleri:
Durbaş, edebiyatın farklı alanlarında kaleme aldığı eserlerle Türk şiirini zenginleştirmiştir. Yazın dünyasında oluşturduğu etkileyici benzetmeler ve güçlü imgelerle dikkat çeken Refik Durbaş, toplumun farklı kesimlerinin hayatına dair gözlemlerini eserlerine ustaca yansıtmıştır.
Refik Durbaş hayatı, Refik Durbaş kimdir, Refik Durbaş eserleri, Refik Durbaş şiir, Refik Durbaş edebiyatı.
Jean-Jacques Rousseau, gençliğinde Fransa ve İtalya’yı dolaşarak farklı kültürlerle etkileşimde bulunmuştur. Yazılarının yasaklanması üzerine David Hume’un davetiyle İngiltere‘ye giden Rousseau, burada uzun süre kalmamış, ardından tekrar İsviçre‘ye dönmüştür. Burada, gelenekçi dini anlayışı reddederek Hristiyanlığın özüne dönüşü öngören Kalvinizm inancını kabul etmiştir. Gençliğinde müzikle ilgilenmesine rağmen geçimini tercümanlık yaparak sağlamıştır.
Rousseau, anlaşılması güç bir düşünür olarak kendini halkın bir parçası olarak görmüş ve huzurunu daima halk içinde aramıştır. Gönül yolu ve duyguları akıldan üstün kabul eden Rousseau, bu bakış açısını eserlerine yansıtmıştır.
Jean-Jacques Rousseau, Fransız İhtilali’ni fikren hazırlayan önemli şahsiyetlerden biri olarak tanınmaktadır. Filozof ve aynı zamanda bir şair olan Rousseau, romantizmin öncüsü olarak da bilinir. İnsanın medeniyetler karşısında kaybetmediği doğal halini savunmuş ve bu düşünceler doğrultusunda halk egemenliği, eşitlik ve özgürlük temellerine dayanan yeni bir toplumsal düzen tasarlamıştır. Doğaya olan büyük sevgisi, onu romantizm akımına ilham veren düşünürlerden biri yapmıştır.
Rousseau’nun en önemli eserlerinden biri olan Toplum Sözleşmesi, 1762 yılında kaleme alınmış ve dört farklı kitap halinde yayımlanmıştır. Bu eser, Rousseau’nun felsefi ve siyasi düşüncelerinin bir özeti niteliğindedir. Rousseau, bu eserde en ideal siyasi düzenin nasıl oluşturulması gerektiğine dair görüşlerini sunar ve ideal hükümetlerin yükümlülüklerinden bahseder. Toplumsal sözleşme kavramı ile güçlünün haklı kabul edildiği sistemleri eleştiren Rousseau, her bireyin dahil olması gereken bir sözleşmeyi savunur. Bu düşünceler, modern demokrasi anlayışının temellerini atmıştır. Rousseau, özgür ve erdemli insanların devleti oluşturduğunu savunarak, devlet otoritesinin halkta olması gerektiğini vurgulamıştır. Toplum Sözleşmesi’nde yer alan fikirleri sayesinde Rousseau, Avrupa’da birçok sosyal ve politik değişimin öncüsü olmuştur.
Jean-Jacques Rousseau, 2 Temmuz 1778 tarihinde Fransa’da bir sabah yürüyüşü sırasında düşerek ciddi yaralanmış ve kan kaybından yaşamını yitirmiştir. 66 yıllık yaşamı boyunca edebiyat eserleri yazmanın yanı sıra derin felsefi düşünceleriyle de dünyanın en önemli filozofları arasında yer almıştır. Rousseau’nun eserleri, düşünce dünyasında büyük bir etki yaratmış ve sonraki nesillere ilham kaynağı olmuştur.
Eser Adı | Yayın Yılı | Tür |
---|---|---|
Toplum Sözleşmesi | 1762 | Felsefe/Siyasi |
İtiraflar | 1782 | Düşünce |
Emile | 1762 | Roman |
Jean-Jacques Rousseau’nun en önemli eserleri aşağıda listelenmiştir:
Anahtar Kelimeler: Jean-Jacques Rousseau hayatı, Jean-Jacques Rousseau kimdir, Jean-Jacques Rousseau eserleri
Sabri Esat Siyavuşgil, Türk edebiyatına yaptığı katkılar ve çok yönlü kişiliği ile tanınan önemli bir şair, yazar ve çevirmen olarak 1907 yılında İstanbul’da doğmuştur. Edebiyat dünyasına adım attığı dönemlerde, hem edebî hem de akademik alanda sunduğu eserler ve düşüncelerle dikkat çekmiştir. Özellikle Yedi Meşaleciler topluluğunun bir üyesi olarak, dönemin edebiyatına damgasını vurmuştur.
Sabri Esat’ın eğitim hayatı Antalya’da başlamıştır. Öğrenim hayatına burada ilkokul düzeyinde başlayan Siyavuşgil, İstanbul’a gelerek İstanbul Erkek Öğretmen Lisesi ve İstiklal Lisesi’nde eğitimine devam etmiştir. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne yazılarak yüksek öğrenimine adım atmıştır. Ancak bu öğrenimini Fransa’da sürdürmek üzere devlet tarafından yurt dışına gönderilen öğrenciler arasında yer almıştır.
Fransa’da bulunduğu süre zarfında Lyon ve Dijon üniversitelerinde felsefe eğitimi alarak entelektüel birikimini derinleştirmiştir. Yurt dışında geçirdiği bu zaman, onun düşünsel gelişimi üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Ülkesine döndükten sonra Gazi Terbiye Enstitüsü’nde felsefe öğretmeni olarak meslek hayatına başlamıştır. 1942 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde psikoloji profesörü unvanını kazanmış ve öğretim üyeliğini ömrünün sonuna dek sürdürmüştür. Ayrıca PEN Kulübü başkanlığı gibi önemli görevlerde bulunmuştur.
Yıl | Olay |
---|---|
1907 | Sabri Esat Siyavuşgil’in doğumu |
1927 | İlk şiirlerinin yayımlanması |
1928 | Yedi Meşaleciler topluluğuna katılım |
1942 | İstanbul Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olarak göreve başlaması |
1968 | Sabri Esat Siyavuşgil’in vefatı |
Sabri Esat, yazın hayatına ilk olarak şiirle adım atmıştır. İlk şiirlerini 1927 yılında “Güneş” ve “Hayat” dergilerinde yayımlamıştır. 1928’de Yedi Meşaleciler topluluğuna katılması, onun edebi kariyerinin önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu toplulukta, 14 şiiriyle kendine yer bulmuş ve tanınmaya başlamıştır. Yedi Meşale dergisinin kapanmasının ardından, “Muhit” ve “Varlık” gibi önemli dergilerde eserleri yayımlanmaya devam etmiştir.
Sabri Esat, yalnızca şiir yazmakla kalmamış, aynı zamanda gazete fıkraları, inceleme-araştırma yazıları ve çevirilerle de edebiyat dünyasında kendine bir yer edinmiştir. Sait Faik Abasıyanık’ın hikâyelerini Fransızcaya, Fransızca şiirlerini ise Türkçeye çevirmiştir. Bu çevirileri, onun dil becerilerinin yanı sıra farklı edebi geleneklere olan hakimiyetini de göstermektedir. Özellikle Edmond Rostand’ın “Cyrano de Bergerac” adlı ünlü eserinin Türkçeye çevirisi, ona büyük bir ün kazandırmıştır.
Edebi kişiliğinde, empresyonizm ve ekspresyonizm akımlarından etkiler barındıran Siyavuşgil, bireysel duyarlılıkları ön plana çıkaran şiirler kaleme almıştır. Duygu ve gözlemlerini, bir ressamın paletinde bulduğu renkler gibi kelimelere dökerek canlı bir biçimde aktarmıştır. Şiirlerinde zaman zaman yergi diline de yer vermiştir.
Sabri Esat’ın edebi kişiliği, hem şiir hem de akademik alanlarda kendini göstermektedir. Yazım tarzında;
Bu konular üzerine yaptığı araştırmalarla, edebiyatın sadece bir ifade biçimi olmadığını, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk olduğunu da savunmuştur. Eserlerinde halkın günlük yaşamını, acılarını ve sevinçlerini yansıtmaya çalışmıştır.
Sabri Esat Siyavuşgil’in edebi hayatına dair önemli eserleri şunlardır:
Sabri Esat Siyavuşgil, Türk edebiyatının önemli temsilcilerinden biri olarak edebi hayatında derin bir iz bırakmıştır. Yedi Meşaleciler topluluğundaki katkıları, şiirleri ve çevirileri ile Türk edebiyatının çok yönlü gelişimine önemli bir katkı sağlamıştır. Eğitim alanındaki çalışmaları ile de topluma yön veren bir akademisyen olarak anılmayı hak etmiştir. 1968 yılında İstanbul’da vefat eden Siyavuşgil, ardında bıraktığı eserler ve düşüncelerle Türk edebiyatında unutulmaz bir yer edinmiştir.
Anahtar Kelimeler: Sabri Esat Siyavuşgil hayatı, Sabri Esat Siyavuşgil kimdir, Sabri Esat Siyavuşgil eserleri, Sabri Esat Siyavuşgil edebi kişiliği, Sabri Esat Siyavuşgil şiirleri, Sabri Esat Siyavuşgil çevirileri
Cemal Süreya, asıl adıyla Cemalettin Seber, 1931 yılında Erzincan’da hayata merhaba dedi. Çocukluğu, doğduğu şehirde geçti; ancak 1938’de meydana gelen Dersim İsyanı sonrasında ailesi zorunlu olarak Bilecik’e sürgün edildi. Bu süreç, onun yaşamında önemli bir kırılma noktası oldu ve genç yaşında farklı kültürel dinamiklerle tanışmasına vesile oldu.
İlkokula İstanbul Beyoğlu’nda başlayan Cemal Süreya, ailesinin Bilecik’e taşınmasının ardından eğitimine burada devam etti. Daha sonra İstanbul Haydarpaşa Lisesi’ni parasız yatılı olarak kazandı. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Maliye ve İktisat üzerine tamamladı. Öğrenim hayatının bu aşaması, onu sadece bir şair değil, aynı zamanda bir düşünür ve sosyal bilimci olarak da şekillendirdi.
Eğitimini tamamladıktan sonra Maliye Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. Burada müfettişlik ve müfettiş yardımcılığı görevlerinde bulundu. Ayrıca Kültür Bakanlığı danışma kurulu üyeliği ve 25 yıla yakın süreyle Türk Dil Kurumu’nda üyelik yaptı. Yazım hayatına atıldığı dönemde ise, çeşitli yayınevlerinde danışmanlık, redaktörlük ve çevirmenlik gibi roller üstlendi.
Cemal Süreya, edebi kariyerine şiirle başlamış ve ilk şiirini “Şarkı Beyaz” başlığıyla Mülkiye dergisinde yayımlamıştır. Şiirleri, zamanla Papirüs dergisinde toplandı ve bu dergiyi düzenli olarak çıkarmaya başladı. Yeditepe, Pazar Postası, Oluşum, Türkiye Yazarı, Yeni Ulus, Aydınlık, Saçak, Yazko Somut ve Politika gibi pek çok önemli yayın organında eserlerine yer verildi.
Cemal Süreya, 9 Ocak 1990’da İstanbul’da hayata veda etti. Ölümünden sonra, anısını yaşatmak amacıyla birçok şiir ödülü oluşturuldu. Onun edebi kişiliği, yalnızca yazdığı şiirlerle değil, aynı zamanda Türkçeye duyduğu derin sevgiyle de dikkat çekmektedir. “Bu dil benim yorganımdır” ifadesi, Türkçeye olan bağlılığını ve tutkusunu en iyi yansıtan sözlerinden biridir.
Cemal Süreya, İkinci Yeni akımının en önemli şairlerinden biri olarak kabul edilir. Bu akımın diğer temsilcilerinin aksine, geleneğe karşı bir duruş sergilerken, aynı zamanda şiirlerinde geleneği de ustalıkla harmanlamıştır. Anlamsızlığı savunan görüşlere karşı duruşuyla, İkinci Yeni temsilcileri arasında farklı bir konum edinmiştir. Kendine özgü bir üslup geliştirmiş ve ilginç buluşlarıyla, duyarlı ve yoğun imgelerle dolu eserler yaratmıştır.
Onun şiirlerinde mizah ve ironi, eserlere ayrı bir derinlik ve hava katmaktadır. “Üvercinka” adlı şiiri, ona büyük bir ün kazandırmış ve onun şiir anlayışını özetleyen bir eser olarak öne çıkmıştır. Şiirlerinde kelimeleri zorlamasıyla tanınan Süreya, genellikle öyküden kaçınarak çarpıcı ve yoğun imgeler kullanmayı tercih etmiştir. Şaşırtıcı istiareler ve edebi sanatlarla zenginleştirilmiş bir dil kullanmıştır. Bunun yanı sıra, eserlerinde sıkça Adil Fırat, Birsen Sağanak, Genco Gümrah, Ali Hakir gibi takma adlar kullanarak yazmış ve bu adlarla da edebiyat dünyasında varlık göstermiştir.
Eser Adı | Yayın Yılı |
---|---|
Üvercinka | 1958 |
Göçebe | 1966 |
Beni Öp Sonra Doğur Beni | 1973 |
Güz Bittiği | 1975 |
Sıcak Nal | 1987 |
Sevda Sözleri | 1990 |
Cemal Süreya’nın eserleri, Türk edebiyatının zenginliğini ve derinliğini temsil eden önemli metinlerdir. Onun sanat anlayışındaki yenilikçilik, okuyucularına daima yeni bir bakış açısı sunmuştur. Aşağıda, onun düşünce yapısını ve duygusal derinliğini yansıtan birkaç önemli alıntı bulunmaktadır:
Bu sözler, Cemal Süreya’nın Türkçeye duyduğu derin sevginin ve bağlılığın birer göstergesidir.
Cemal Süreya, edebi kimliği ve sanat anlayışıyla Türk şiirine önemli katkılarda bulunmuş bir şairdir. İkinci Yeni’nin en önemli temsilcilerinden biri olarak, kendine özgü üslubu ve çarpıcı imgeleriyle Türk edebiyatında kalıcı bir iz bırakmıştır. Şiirlerinde kullandığı dil ve imgeler, günümüzde hâlâ etkisini sürdürmektedir. Onun yazdığı eserler, sanatseverlerin ve edebiyatseverlerin ilham kaynağı olmayı sürdürmektedir.
Cemal Süreya hayatı, Cemal Süreya kimdir, Cemal Süreya eserleri, Cemal Süreya şiirleri, Cemal Süreya edebi kişiliği, Cemal Süreya İkinci Yeni
Jules Verne, 8 Şubat 1828 tarihinde Fransa’nın Nantes kentinde varlıklı bir avukat olan Pierre Verne’nin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Eğitimine hukuk okuyarak başlayan Verne, Paris’te bulunduğu süre zarfında edebiyat çevreleriyle tanışma imkanı bulur. Bu dönemde, edebiyata olan ilgisi artar ve hızla okumaya başlar. 1857 yılında dul bir kadın olan Honorine de Viana More ile evlenmiştir.
Verne, yazarlık serüvenine tiyatro oyunları yazarak adım atar. İlk eserlerinde, ünlü yazarlar Victor Hugo ve Alexandre Dumas gibi isimlerin etkisinde kalır. Daha sonra, Amerikalı yazar Edgar Allan Poe ile tanışması onun yazım stilini derinden etkiler ve büyük bir hayranlık beslemesi, eserlerinde de kendini gösterir.
Seyahat konusuna duyduğu tutku, 1859 yılında yurt dışına çıkmasıyla başlar. 1867 yılında kardeşi Paul ile Amerika’ya gerçekleştirdiği seyahat, onun edebiyatındaki birçok esere ilham kaynağı olur. Bu gezi sırasında gemide geçirdiği zaman, “Denizler Altında Yirmi Bin Fersah” ve “Yüzen Şehir” gibi romanlarına temel oluşturur. Jules Verne, satın aldığı bir yatla çeşitli deniz yolculukları yaparak maceralarla dolu bir hayat sürmeye başlar.
Eser | Yayın Yılı | Tür |
---|---|---|
Balonla Beş Hafta | 1863 | Roman |
Dünyanın Merkezine Yolculuk | 1864 | Roman |
Ay’a Yolculuk | 1865 | Roman |
Denizler Altında Yirmi Bin Fersah | 1870 | Roman |
Seksen Günde Devr-i Âlem | 1872 | Roman |
Kaptan Grant’ın Çocukları | 1868 | Roman |
Jules Verne, bilimsel gelişmeleri takip ederken borsa ve brokerlik gibi alanlarla da ilgilenmiştir. “Balonla Beş Hafta” adlı romanı, bilimsel bir buluşu temel alan hayal gücüyle kaleme aldığı yeni bir tür olarak öne çıkar. 1863 yılında ünlü yayıncı Hetzel tarafından yayımlanan bu eser, onu büyük bir başarıya taşır ve böylece Jules Verne, edebi kariyerine tamamen yönelir.
Verne, bilim kurgu romanlarıyla 19. yüzyılda kendini tanıtmış ve bu alanda “bilim kurgunun babası” olarak anılmaya başlamıştır. Döneminin bilimsel buluşlarından esinlenerek yazdığı eserler, okurlara insanlığın hayal bile edemediği icatları ve olayları sunar. Romanlarında, füze, atom bombası, tank, yüksek gerilim hatları ve helikopterler gibi modern araçları tasvir eder.
Jules Verne, eserlerinde genellikle iyi niyetli kahramanlar yaratmış, bu karakterler aracılığıyla zorlu mücadelelerin ve olayların sonunda iyiliğin zaferini vurgulamıştır. Mühendisler, doktorlar ve gazeteciler gibi çeşitli karakterler, eserlerinde önemli roller üstlenmiştir.
Jules Verne, gençlik edebiyatının gerçek bir ustası olarak, geride milyonlarca kez basılmış 63 roman ve 18 hikaye bırakmıştır. Eserleri birçok dile çevrilmiş ve sinemaya uyarlanmıştır. Yaratmış olduğu kahramanlar, görsel medyada adeta efsaneleşmiş figürler haline gelmiştir. “Denizler Altında Yirmi Bin Fersah”, “Dünyanın Merkezine Yolculuk”, “Seksen Günde Devr-i Alem” gibi eserleri, ona uluslararası alanda büyük bir ün kazandırmıştır.
Jules Verne, 24 Mart 1905 tarihinde 77 yaşında Fransa’nın Amiens şehrinde hayatını kaybeder ve Amiens’de bulunan La Madeleine Mezarlığı’na defnedilir.
Jules Verne hayatı, Jules Verne kimdir, Jules Verne eserleri.
Sami Paşazade Sezai, 1859 yılında İstanbul‘da dünyaya gelmiştir. Çocukluk döneminde babasının konağında özel bir eğitim alarak büyümüştür. Burada Arapça, Farsça, Fransızca ve Almanca dillerinde eğitim almıştır. Eğitimine Londra’da da devam eden Sezai, bu süreçte İngilizce öğrenme fırsatı bulmuştur.
Genç yaşta edebiyatla tanışan Sami Paşazade, yazma yeteneğini ilk olarak 1874 yılında Kamer gazetesinde yayımladığı “Maarif” başlıklı yazısıyla gösterdi. Bu yazı, onun edebi kariyerinin başlangıcı oldu. İki yıl sonra 1879 yılında kaleme aldığı “Şir” adlı üç perdelik oyunu, edebi kişiliğinin ilk önemli adımlarından biri olarak kabul edilir.
Sami Paşazade Sezai, 1880 yılında devlet memurluğuna adım atarak Evkaf Nezareti Mektubi Kalemi‘nde çalışmaya başladı. Babasının vefatıyla Londra elçiliğinde görev aldı. Bu dönemde Fransız ve İngiliz edebiyatlarını yakından tanıma fırsatı buldu. Ancak, Şapka Kanunu‘na karşı çıkması nedeniyle elçilik görevinden azledilerek İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. İstanbul’da bulunduğu 1885-1901 yılları arasında edebi anlamda çok verimli bir dönem geçirdi.
Sezai, özellikle “Sergüzeşt” adlı romanıyla dikkatleri üzerine çekti ve Türk edebiyatının ilk romancılarından biri haline geldi. 1891 yılında hikâyelerini topladığı “Küçük Şeyler” adlı eserini yayımladı. 1901-1908 yılları arasında Paris’te yaşadı ve bu dönemde Jön Türkler ile tanışarak İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a döndü ve Madrid’e elçi olarak atandı. Ardından İsviçre’ye geçti ve uzun bir süre burada ikamet etti. 1921 yılında tekrar İstanbul’a döndü ve emekliye ayrıldı.
Kişisel yaşamında ise, yeğeni İclal’in ölümü üzerine duyduğu derin üzüntü, onu 1924 yılında “İclal” adlı bir mersiye yazmaya yönlendirdi.
Sami Paşazade Sezai, 26 Nisan 1936‘da İstanbul’da zatürre hastalığı nedeniyle yaşamını yitirdi ve cenazesi Göksu Mezarlığı‘na defnedildi.
Sami Paşazade Sezai, Tanzimat II. Dönem sanatçılarındandır ve “sanat için sanat” anlayışını benimsemiştir. 1874’te yayımlanan yazıları ile tanınan sanatçı, Tanzimat II. Dönem roman ve öykü yazarları arasında öne çıkar. Eserlerinde özellikle realizm akımının etkileri görülmektedir.
Sami Paşazade Sezai’nin yazım tarzı, gözlem yeteneği ile doludur. Roman ve öykülerinde, toplumun içindeki sıradan insanların yaşamlarını sade bir dille, gerçekçi bir şekilde yansıtır. Devrine göre güçlü gözlem gücüne sahip olan Sezai, sıradan olayları bile derin psikolojik çözümlemelerle işler.
Divan Edebiyatı’na karşı çıkıp, Namık Kemal ve Abdülhak Hamit Tarhan gibi yazarların etkisiyle Batı edebiyatına yönelmiştir. Modern tarzda kısa hikâyelerin kurucularından biri olarak kabul edilir. Alphonse Daudet‘en ilham alarak yazdığı batı tarzındaki öyküleriyle dikkat çeker.
Eserlerinde sıkça rastladığımız temalar arasında esaret, zavallılık duygusu ve özgürlük ön plana çıkar. Sami Paşazade Sezai, “Sergüzeşt” romanında köleliği eleştirirken, “Küçük Şeyler” adlı hikaye kitabıyla Servetifünun yazarlarını etkilemiştir.
Eser | Tür | Yayım Yılı |
---|---|---|
Sergüzeşt | Roman | 1889 |
Küçük Şeyler | Hikaye | 1891 |
İclal | Mersiye | 1924 |
Rümuzu’l Edeb | Deneme | 1891 |
Şîr | Oyun | 1879 |
Sami Paşazade Sezai, Türk edebiyatının gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Roman ve hikâyeleri, döneminin sosyal yapısını yansıtan unsurlarla doludur. Onun eserleri, sadece edebi bir değer taşımakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal eleştiriler içerir.
Sami Paşazade Sezai hayatı, Sami Paşazade Sezai kimdir, Sami Paşazade Sezai eserleri, Sami Paşazade Sezai edebi kişiliği, Sami Paşazade Sezai romanları, Sami Paşazade Sezai hikayeleri, Sami Paşazade Sezai şiirleri
İvan Turgenyev, 1818 yılında Rusya’nın Orel şehrinde, soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Babası bir süvari albayıdır ve annesi Petrovna Lutovina ise eğitimli, fakat sert bir mizaca sahip bir kadındır. Annesinin toprak kölelerine uyguladığı acımasız muamele, İvan’ın hem edebi perspektifini hem de siyasi görüşlerini derinden etkilemiştir. Aile, 1827 yılında Moskova’ya göç ettikten sonra Turgenyev, özel okullarda eğitim alarak İngilizce, Almanca ve Fransızca gibi dilleri akıcı bir şekilde öğrenmiştir. Moskova ve Petersburg üniversitelerinde eğitim görmüş ve ardından Almanya’da Yunanca ve Latince dersleri almıştır.
Gençliğinde avcılıkla uğraşan Turgenyev, yaşamı boyunca evlenmemiştir. Edebiyat dünyasına adım atan yazar, realist akımın en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilir. Eserlerinde, toprak köleliği, sosyal adaletsizlikler ve devrindeki toplumsal çelişkiler gibi konuları ele alarak derin bir miras bırakmıştır.
Turgenyev, 1842 yılında ünlü Rus eleştirmen Vassarion Belinski ile tanışarak, toprak köleliğine karşı daha aktif bir tavır sergilemeye başlamıştır. Realizm akımının etkisi altında kalan yazar, Gogol’ün etkisinde kalmış ve onun ölümünden sonra yasaklı bir yazı kaleme almıştır. 1855 sonrasındaki yıllarda Turgenyev, büyük romanlarını yayımlamaya başlamış ve bu eserlerle Rus edebiyatında önemli bir yer edinmiştir.
Eser Adı | Yayımlanma Yılı | Önemi |
---|---|---|
Babalar ve Oğullar | 1862 | Nihilizm akımının ilk romanı. |
Bir Avcının Notları | 1852 | 25 öykü barındıran ilk büyük eseri. |
İlk Aşk | 1860 | Gençlik ve aşk temalarını işleyen bir öykü. |
İvan Turgenyev, 1883 yılında Fransa’nın Bougival kasabasında hayatını kaybetmiştir. Vasiyeti gereği naaşı Rusya’ya getirilmiş ve Belinski’nin mezarının yanına gömülmüştür.
Google Aramaları: İvan Turgenyev hayatı, İvan Turgenyev eserleri, İvan Turgenyev kimdir, İvan Turgenyev romanları, İvan Turgenyev edebiyatı
Âşık Feymani, 2 Mayıs 1942 tarihinde Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Azaplı köyünde dünyaya gelmiştir. Gerçek adı Osman Taşkaya olan bu değerli halk şairi, çocukluğundan itibaren geleneksel Türk halk müziği ile iç içe bir yaşam sürmüştür. İlkokul eğitimini memleketinde tamamladıktan sonra askere giden Feymani, bu süreçte Balıkesir ve Tekirdağ’da görev yapmıştır. Askerlik sonrası köyüne döndüğünde, çiftçilik yaparak hayatını sürdürmüştür.
Âşık Feymani, Doğu Anadolu‘nun zengin kültürel dokusunun bir parçası olarak, usta-çırak ilişkisi içerisinde eğitim almamış olmasına rağmen, Hazım Demirci, Âşık Hüdai ve Âşık Kul Mustafa gibi büyük sanatçılardan etkilenmiştir. Kendisi, Karacaoğlan geleneğinde yetiştiği için onu manevi ustası olarak kabul eder. İlk şiirlerinde “Çoban Osman” mahlasını kullanan Feymani, 1964 yılında geçirdiği bir rüya sonucu “Feymani” mahlasını benimsemiştir. Rüyasında kendisine bu isimle hitap eden bir zat, Feymani’nin hayatında yeni bir sayfa açmıştır.
Âşık Feymani, Çukurova bölgesinin âşıklık geleneğinde önemli bir figürdür. Şiirlerinde genellikle doğa, sevgi ve tasavvuf temalarını işler. Yüksek bir ruh hali ve derin bir gönül yapısına sahip olan Feymani, güzelleme, koçaklama, nasihat, taşlama, destan ve devriye tarzındaki şiirleriyle halk arasında büyük bir saygı kazanmıştır. Sağlığında, adıyla anılan şenlikler düzenlenmesi, onun halkın gönlündeki yerini göstermektedir.
Aşağıdaki tabloda Âşık Feymani’nin eserlerinin bir kısmı yer almaktadır:
Eserleri |
---|
Ahu Gözlüm |
Alvarlı Reyhani |
Barışmam |
Mevlana Bugün Bayramdır |
Elveda |
Anadolum |
Böyle Bağlar |
Kervan |
Feymani’nin eserlerinde sıklıkla doğanın güzellikleri, aşk ve yaşamın anlamı üzerine derin gözlemler bulmak mümkündür. Aynı zamanda, taşlama yeteneğiyle de tanınır; bu, onun sosyal eleştirilerini eğlenceli bir dille sunma biçimidir. Ahu Gözlüm adlı şiirinde, aşkın derinliği ve insana verdiği duygusal yükü ustaca yansıtmaktadır.
Aşağıda Âşık Feymani’nin eserlerinden iki örnek sunulmuştur:
Dağlar al yeşil süslenir
Hele bahar gelsin de bak
Bülbül aşkınan seslenir
Güle bahar gelsin de bak
Bayramlığın giyer dağlar
Her örnekten basın bağlar
Türkü söyleyerek çağlar
Sele bahar gelsin de bak
Her mücevher değerini bulmazdı,
Sarrafından ayar danışmasaydı.
Kerpiç yığılmayan bina olmazdı,
Ustası mimara yanaşmasaydı.
Âşık Feymani, 1975 yılında evlenmiş ve dört çocuk sahibi olmuştur. 1960’lı yıllardan itibaren, şiirlerinde işlediği zengin temalar ve öznel bakış açılarıyla halkın gönlünde taht kurmuştur. Hayatı boyunca pek çok sanatçıyla ilişkiler geliştirmiş ve bu ilişkiler onu daha da zenginleştirmiştir. Çukurova bölgesinin kültürel mirasında önemli bir yere sahip olan Feymani, Türk halk şiirinin güzelliklerini genç nesillere aktarmada büyük katkı sağlamıştır.
Âşık Feymani hayatı, Âşık Feymani kimdir, Âşık Feymani eserleri, Âşık Feymani şiirleri, Âşık Feymani anıları.
Özker Yaşın, 1932 yılında Lefkoşa’da doğmuş olan Kıbrıs Türk edebiyatının önde gelen figürlerinden biridir. Eğitim hayatına Türkiye’de, İstanbul’un köklü okullarından biri olan Vefa Lisesi‘nde başlamış ve burada ortaöğrenimini tamamlamıştır. Eğitimine devam etmek üzere tekrar Kıbrıs’a döndükten sonra, edebi kariyerine adım atmıştır. Kıbrıs’taki hayatı boyunca fıkra yazarlığı, muhabirlik ve reklam acenteliği gibi çeşitli mesleklerde çalışmıştır. Özellikle bu süreçte bir kitapevi kurarak ve “Savaş” gazetesini çıkararak Kıbrıs Türk edebiyatında önemli bir yer edinmiştir.
Günümüzde “özgürlük şairi” olarak anılan Özker Yaşın, eserlerinde Kıbrıs’ın Türkler tarafından fethi, Kıbrıs Türklerinin mücadeleleri ve sorunlarını sıkça gündeme getirerek bu konulara yoğun bir şekilde odaklanmıştır. Kıbrıs’ın bağımsızlığı ve Türkiye ile olan bağının güçlenmesi gibi milli konuları eserlerinde vurgulamakta ve bu konularda derin bir duygu yoğunluğu taşımaktadır.
Özker Yaşın’ın eserlerinde dikkat çeken bir diğer önemli tema, Mustafa Kemal Atatürk’e olan derin bağlılığıdır. Atatürk’ün dünya görüşünü, milli duygularla harmanlayarak şiirlerinde sıkça dile getirmekte ve bu sayede genç kuşaklara da örnek teşkil etmeyi başarmaktadır. Özellikle “Kıbrıs’tan Atatürk’e” adlı şiirinde, Atatürk’e duyduğu tutkulu sevgi açıkça ifade edilmektedir.
Özker Yaşın, şiirlerinde Orhan Veli Kanık, Ümit Yaşar Oğuzcan, Cahit Külebi, Behçet Kemal Çağlar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi güçlü kalemlerin etkisini taşımaktadır. Yazın kariyerinde şiirin yanı sıra, öykü, roman ve oyun türünde de eserler kaleme almış ve bu çeşitlilik, onun edebi kimliğini daha da zenginleştirmiştir.
Özker Yaşın’ın eserleri, Kıbrıs Türk kültürünü ve ulusal duyguları en iyi şekilde yansıtan örnekler olarak edebiyat tarihine geçmiştir. İşte bazı önemli eserleri:
Eser Adı | Türü |
---|---|
Bayraktar Destanı | Şiir |
Mehmetçik Kıbrıs’ta | Şiir |
Kıbrıs’tan Atatürk’e | Şiir |
Önce Kuşlar Uyanıyor | Şiir |
Atatürk’e Saygı Duruşu | Şiir |
Kıbrıs’ta Vuruşanlar | Roman |
Girne’den Yol Bağladık | Roman |
Kıbrıslı Kazım | Roman |
Bütün Kapılar Kapandı | Öykü |
Bayraktar Türküsü | Öykü |
Kıbrıs’ta Bayrak | Öykü |
Özker Yaşın’ın şiirleri, derin bir duygusallık ve güçlü bir milli duygu taşır. Aşağıda, onun şiirlerinden iki örnek verilmiştir.
Hoyrat bir rüzgâr uçurdu saçlarını,
Kadın son defa “elveda” dedi,
Yüzünde umutsuz günlerin hüznü vardı
Ve dumanlı dumanlıydı gözleri.
Vapur yavaş yavaş uzaklaşırken
Yaman bastı gariplik yaman.
Bir çaresizlik sardı dört yanını
Ufukta yalnız kara bir duman.
Bu dumandaydı her şey bu dumanda,
Bu dumandı sevgiliyi götüren;
Vapur dumanlar içinde gitmişti,
Dumanlar içinde gidecekti tren.
Bir nine söyledi
Anlatması güçtür oğul,
O ilk gençlik dünyamızın
Masal kahramanıydı.
O her genç kızın
Düşlerindeki altın saçlı yiğit,
Biliyorduk O’nun bastığı kara toprakta
Otlar yeşerecekti.
Özker Yaşın, edebi kariyeri boyunca Türk kültürüne önemli katkılarda bulunmuş ve Kıbrıs Türk halkının duygularını, tarihini ve kültürünü eserlerinde başarıyla yansıtmıştır. 6 Şubat 2011’de hayata gözlerini yuman şair, geride bıraktığı eserleriyle Türk edebiyatında kalıcı bir iz bırakmıştır.
Özker Yaşın, sadece bir şair değil, aynı zamanda bir mücadeleci ve kültürel bir simge olmuştur. Eserleriyle Kıbrıs Türk toplumunun sorunlarını gündeme getirmiş, bağımsızlık mücadelesine katkıda bulunmuş ve genç nesillere ilham vermiştir. Onun derin milli duyguları, edebiyatımızda önemli bir yer edinmiştir.
Özker Yaşın hayatı, Özker Yaşın kimdir, Özker Yaşın eserleri, Özker Yaşın şiirleri, Özker Yaşın Kıbrıs Türk edebiyatı.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk edebiyatının ve siyasetin önemli isimlerinden biri olarak, özellikle Mütareke ve Cumhuriyet dönemlerinde yaptığı etkileyici konuşmalarla tanınmaktadır. 3 Mart 1885’te İstanbul’un Aksaray ilçesinde dünyaya gelen Tanrıöver, köklü bir kültürel ve akademik mirasa sahip bir ailede yetişmiştir. Bu yazıda, Tanrıöver’in hayatı, edebi kişiliği, eserleri ve Türk milletine katkıları derinlemesine ele alınacaktır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Tanzimat Dönemi’nin tanınmış siyasetçilerinden Abdüllatif Suphi Paşa’nın oğludur. Şiire olan ilgisi, henüz genç yaşlarda amcası Samipaşazade Sezai aracılığıyla başlamıştır. İlk yazılarını Paris’te yayınlanan Şura-yı Ümmet gazetesinde yayımlayarak edebiyat dünyasına adım atmıştır. Eğitim hayatına Nümune-yi Terakki İlkokulu ile başlayıp, Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra öğretmenlik yapmaya karar vermiştir.
1909 yılında Fecr-i Ati Topluluğu’na katılmış, daha sonra 1911’de Milli Edebiyat akımına dahil olmuştur. 1912 yılında Türk Ocağı’na üye olan Tanrıöver, bu kuruluşun başkanlığına seçilerek 34 yıl boyunca bu görevi sürdürmüştür. Türk Ocağı’nın, milli değerlerin savunucusu ve yaygınlaştırıcısı olarak toplumda önemli bir rol oynaması, onun liderliği ile daha da güçlenmiştir.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Milli Mücadele döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) milletvekili olarak görev yapmış, işgal altındaki İzmir ve İstanbul ile ilgili yaptığı coşkulu konuşmalarla halkın moral bulmasına katkıda bulunmuştur. Misak-ı Milli lehine konuşmalar yaparak, milli bilinci güçlendirmiştir. Atatürk tarafından kendisine verilen “Tanrıöver” soyadı, onun siyasi kimliğinin bir parçası haline gelmiştir. Ayrıca, son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ın Antalya üyesi olarak görev yapmış, meclis kapandıktan sonra Ankara’ya geçerek Kurtuluş Savaşı’na katılmıştır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, iki dönem İstanbul milletvekilliği yapmış ve iki kez de Milli Eğitim Bakanlığı görevini üstlenmiştir. Türk Ocağı’nın kapanmasının ardından, 1931 yılında Bükreş Büyükelçiliği’ne atanmış, burada 13 yıl kalmıştır. 1944 yılında emekli olduktan sonra siyasete geri dönerek farklı illerden milletvekili seçilmiştir.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, edebiyat hayatına Fecriati akımında şiir yazarak başlamış, daha sonra Milli Edebiyat dönemine katılmıştır. Şiirlerinde genellikle resmi bir üslup benimsemiştir. Türkçülük düşüncesinin en güçlü savunucularından biri olan Tanrıöver, halk bilincini artırmak amacıyla yaptığı konuşmalarla “Milli Hatip” unvanını kazanmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında halkı bilinçlendirmek için güçlü söylevler vermiştir.
Tanrıöver, İstiklal Marşı’nın TBMM’de okunan ilk kişi olarak da anılmaktadır. Mehmet Akif Ersoy‘u İstiklal Marşı yarışmasına katılması için teşvik eden kişi olarak da önemli bir rol oynamıştır. Edebiyat alanındaki eserlerini “Dağ Yolu” ve “Günebakan” adlı kitaplarında toplamıştır.
Eser Türü | Eserler |
---|---|
Hitabet | Dağ Yolu |
Makale | Günebakan |
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in önemli eserleri arasında:
Tanrıöver, şiir, mizah ve öykü türlerinde de eserler vermiştir, ancak en çok tanınan kimliği bir hatip olarak öne çıkmıştır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinde ve kültürel gelişiminde önemli bir figür olmuştur. Edebi kimliği ile siyasetteki etkisi, onu dönemin en önemli şahsiyetlerinden biri haline getirmiştir. Hem hitabet yeteneği hem de edebi eserleri, Türk milletinin ulusal bilincini güçlendirmede büyük rol oynamıştır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver hayatı, Hamdullah Suphi Tanrıöver kimdir, Hamdullah Suphi Tanrıöver eserleri, Hamdullah Suphi Tanrıöver edebi kişiliği, Hamdullah Suphi Tanrıöver’in hitabetleri, Hamdullah Suphi Tanrıöver’in makaleleri
Maksim Gorki, 28 Mart 1868 tarihinde Novgorod’da dünyaya gelmiştir. Henüz beş yaşındayken babasını kaybeden Gorki, annesinin yeniden evlenmesi üzerine büyükbabasının yanına sığınmak zorunda kalır. 11 yaşına geldiğinde tamamen öksüz kalan yazar, anneannesi tarafından Astrahan’da büyütülür. Bu dönemde, özellikle anneannesinin anlattığı masallar, Gorki’nin hayal dünyasını şekillendiren önemli bir unsur olmuştur.
Gorki, küçük yaşlardan itibaren çalışmaya başlayarak Rus işçi sınıfı ile iç içe yaşamaya başlar. Bir gemide işçi olarak çalışırken okuma tutkusu geliştirmiş ve bu sayede büyük bir sanatçı olma yolunda ilk adımlarını atmıştır. Asıl adı Aleksey Maksimoviç Peşkov olan yazar, hayatının zorlukları ve çektiği acılar nedeniyle “acı” anlamına gelen Gorki takma ismini benimsemiştir.
Gençlik yıllarının ilk dönemini Kazan’da geçiren Gorki, bir serseri gibi tüm Rusya’yı dolaşır. 1892 yılında Kafkasya Gazetesi’nde çalışmaya başladığında, yazar olarak ün kazanmaya başlar. İlk öyküleri, Tiflis’te bulunduğu süre içinde çeşitli dergilerde yayımlanır. Yazarın ilk eseri olan “Hikâye Denemeleri”, büyük beğeni toplar ve bu eser, onun yazarlık kariyerinin başlangıcı olarak kabul edilir. Gorki’nin öyküleri, çoğunlukla serserilerin yaşamlarını gerçekçi bir dille anlatan eserlerdir.
Gorki’nin kahramanları, genellikle Rusya’da yaptığı yolculuklarda karşılaştığı marjinalleşmiş bireylerdir. Bu ilk hikayeleri sayesinde, geniş halk kitleleri tarafından tanınmaya başlamıştır.
Maksim Gorki, ilerleyen yıllarda siyasete yönelir ve sosyal demokratlarla iletişim kurmaya başlar. Bu durum, polislerin onun peşine düşmesine yol açar. 1905 yılında “Bilgi” adlı bir yayınevi kurarak, bu dönemdeki toplumsal hareketlere aktif olarak katılır. Gorki, işçilerin ayaklanmalarına katılarak, onlara gerekli malzemeleri sağlamaya çalışır. Tüm bu faaliyetleri sonucu, Gorki sürgün cezasına çarptırılır ve 1906 yılında İtalya’nın Capri Adası’na yerleşir.
1906-1913 yılları arasında yurtdışında kalan Gorki, Amerika Birleşik Devletleri, İtalya ve Almanya’yı ziyaret etme fırsatı bulur. 1913’te Rusya’ya döndüğünde, Ekim Devrimi sonrası yeni hükümetin sesi haline gelir. Gorki, I. Dünya Savaşı’na karşı çıkmış ve bu konudaki görüşlerini açıkça ifade etmiştir. 1921-1929 yılları arasında yeniden İtalya’da yaşamış ve 1929’dan sonra sık sık Sovyetler Birliği’ni ziyaret etmiştir. Stalin’in çağrısıyla ülkesine dönen Gorki, bu dönüşü SSCB için bir zafer olarak kabul edilir ve bu süreçte kendisine Lenin Nişanı verilir.
Maksim Gorki, özellikle 1906 yılında yazdığı “Ana” adlı eseriyle büyük bir üne kavuşur. Bu roman, Gorki’nin en başarılı eseri olarak kabul edilir ve Rus Devrimi’ne ithaf edilmiştir. Çar rejimine karşıtlığı nedeniyle birçok kez tutuklanan Gorki, “Fırtına Habercisi’nin Türküsü” adlı şiiri sebebiyle gözaltına alınmış ve serbest kaldıktan sonra Kırım’a gitmiştir.
Gorki, roman, oyun ve öykü türlerinde önemli eserler vermiştir. Toplumsal gerçekçilik akımının öncülerinden biri olarak, eserlerinde gerçekçi bir üslubu romantik bir bakış açısıyla harmanlamıştır. Eserlerinin çoğu, yoksulluk ve acı dolu çocukluk anılarıyla doludur. “Çocukluğum”, “Ekmeğimi Kazanırken” ve “Benim Üniversitelerim” adlı eserleri, yazarın zirve eserleri arasında sayılmaktadır.
Eser | Tür | Yayın Tarihi | Temalar |
---|---|---|---|
Ana | Roman | 1906 | Aile, devrim, mücadele |
Ekmeğimi Kazanırken | Roman | 1897 | Hayatta kalma, yoksulluk |
Çocukluğum | Roman | 1913 | Çocukluk, acı anılar |
Benim Üniversitelerim | Roman | 1923 | Eğitim, yaşam mücadelesi |
Küçük Burjuvalar | Roman | 1906 | Sınıf çatışması, toplumsal eleştiri |
Maksim Gorki, 18 Haziran 1936 tarihinde Moskova’da zatürreden hayatını kaybeder. Oğlundan bir yıl sonra vefat etmesi, çeşitli spekülasyonlara yol açar. Ancak bu iddialar asla doğrulanamamıştır. Gorki’nin cenazesinde Stalin de tabutunu taşıyanlar arasında yer almıştır.
Gorki, yaşamı boyunca pek çok acı ve zorlukla karşılaşmış, bunları eserlerine yansıtarak dünya edebiyatında kalıcı bir iz bırakmıştır. Eserleri, toplumsal gerçekçilik ve bireysel mücadelenin birleşimi olarak okunmakta ve günümüzde de değerini korumaktadır.
Maksim Gorki, edebiyat, Rus edebiyatı, sosyalist gerçekçilik, roman, toplumsal eleştiri, devrim, proletarya, edebi eserler, yaşam mücadelesi, çocukluk anıları.
Nikolay Vasilyeviç Gogol, 1809 yılında Ukrayna’nın Poltava bölgesinde doğmuştur. Eğitim hayatına Poltava’da başlayan Gogol, lise öğreniminin ardından St. Petersburg’a gider. Burada kısa bir süre Almanya’da kalır, ardından yeniden St. Petersburg’a dönerek, istemediği halde düşük maaşlı bir devlet memurluğu yapar. Bu dönem, onun edebiyata olan tutkusunu besleyen zorluklarla dolu olur.
Gogol, şiir, tiyatro, öykü ve roman gibi birçok edebi alanda eserler veren çok yönlü bir sanatçıdır. Eserleri, dünyanın birçok diline çevrilmiş ve geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştır. Gogol’un üslubunda, mizahi bir şekilde dile getirilen ince yergiler dikkat çeker. Gerçekçi edebiyatın en önemli temsilcilerinden biri olan Gogol, dönemin Rus toplumunun sosyo-ekonomik durumunu, soylu kesimin yaşam tarzını ve Rus bürokrasisinin çürümüşlüğünü ustaca eleştirir.
Aleksandr Puşkin ile olan dostluğu, Gogol’un sanat hayatında önemli bir yer tutar. Puşkin’in eleştirileri Gogol için son derece kıymetlidir; onun bu eleştirileri dikkate almadan yazdığına inanır. Puşkin, adeta Gogol’u sert eleştirilerden koruyan bir kalkan gibi işlev görür.
Gogol, 1832 yılında yayımladığı “Akşam Toplantıları” adlı eseri ile dikkat çeker. Bu kitap, halk hikayeleri ve deyişlerinin bulunduğu öyküler içerir. “Müfettiş” isimli eseri ise dönemin Rus bürokrasisini alaycı bir dille eleştirerek büyük bir tepki toplar. Bu eser nedeniyle Gogol, Rusya’dan ayrılmak zorunda kalır ve İtalya, Fransa ve İsviçre’de bir süre yaşar. 1848’de Rusya’ya döndüğünde, eserleriyle toplumsal meselelere yeni bir bakış açısı getirmiştir.
Eser | Tür | Yayın Yılı | Ana Temalar |
---|---|---|---|
Ölü Canlar | Roman | 1842 | Toplumun çürümüşlüğü, köylü realitesi |
Taras Bulba | Roman | 1842 | Ukrayna Kazakları, kültürel çatışmalar |
Müfettiş | Oyun | 1836 | Bürokrasi, rüşvet, sosyal eleştiri |
Palto | Öykü | 1842 | Sosyal sınıf, bireysel dram |
Bir Delinin Hatıra Defteri | Öykü | 1835 | Akıl sağlığı, rutin yaşam |
Gogol, Aleksandr Puşkin’in ölümünden derin bir şekilde etkilenir. Bu kayıptan sonra “Ölü Canlar” adlı eserini tamamlar. Bu eser, dönemin Rus toplumundaki çürümüşlük ve adaletsizliği gözler önüne serer; köylülerin insan gibi değil, eşya gibi algılanmasına vurgu yapar. “Palto” adlı uzun öyküsü ise, Rus aristokrasisini eleştiren bir dille kaleme alınmış ve büyük yankı uyandırmıştır. Dostoyevski, bu eser için “Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık.” demiştir.
Gogol, son dönemlerinde din ve inanç konularına ilgi duymaya başlar. Bu durum, kendisini sevenleri arasında tartışmalara neden olur. 1848’de kutsal toprakları ziyaret ederek hacı olur. Ancak, bir rahibin olumsuz düşüncelerinin etkisiyle, “Ölü Canlar”ın ikinci bölümünün el yazmalarını yok eder. Bunalıma giren Gogol, sinir krizi geçirir ve ruhsal sorunlarla mücadele eder. 1852’de, henüz 43 yaşında iken Moskova’da hayata gözlerini yumar.
Gogol, kısa yaşamına birçok önemli eser sığdıran nadir sanatçılardan biridir. Kendisinden sonra gelen pek çok yazar ve sanatçıyı etkilemeyi başarmıştır.
Nikolay Gogol, edebiyat, Rus edebiyatı, mizahi eleştiri, gerçekçilik, Puşkin, Roman, öykü, tiyatro, sosyal eleştiri, Rus toplumu.
Nikolay Gogol hayatı, Nikolay Gogol kimdir, Nikolay Gogol eserleri.
Kemalettin Kamu, 15 Eylül 1901 tarihinde Bayburt’ta dünyaya geldi. Çocukluk yılları, babasının memuriyet görevinden dolayı Erzurum çevresinde geçti. Ailesinin yaşam şartları nedeniyle eğitimine Erzurum’da başlayan Kamu, ortaokulunu ise Erzincan’ın Refahiye ilçesinde tamamladı. Henüz çocuk yaşlarda babasını kaybetmesi, hayatında derin izler bıraktı. Annesiyle birlikte önce Sivas’a, ardından Kayseri’ye yerleşti ve kısa bir süre de Bursa’da kaldı.
Kamu, eğitim hayatına devam etmek amacıyla tekrar İstanbul’a gitti. Burada yazdığı şiirlerini Süleyman Nazif’in gazetesinde yayımladı. İstanbul’un işgali sırasında yazdığı ünlü “Gurbet” şiiri, onun edebi kariyerinde bir dönüm noktası oldu. İşgalin etkisiyle İstanbul’u terk eden şair, Ankara’ya geçti. Ankara’da Matbuat Genel Müdürlüğü’nde çalışmaya başladı ve kısa süre içerisinde başyazar olarak görev aldı. 1933 yılında Anadolu Ajansı’nın temsilcisi olarak Paris’e gitti; burada siyasal bilimler eğitimi aldı ve 1938 yılında eğitimini tamamladıktan sonra sırasıyla İstanbul ve Ankara’ya döndü.
Yazın hayatına “Şam” adlı şiiriyle başlayan Kemalettin Kamu, asıl şöhretini “Türk’ün İlahisi” adlı eserine borçludur. Milli Mücadele döneminde “Dergâh” dergisinde yayımlanan şiirleri ile büyük ilgi topladı. Şiirleri, ölümünden sonra “Kemalettin Kamu, Hayatı, Şahsiyeti ve Şiirleri” isimli kitapta bir araya getirildi. Kamu, aynı zamanda Hâkimiyet-i Milliye ve Yeni Gün gazetelerinde de yazılar kaleme aldı. Atatürk ve İsmet İnönü’nün çeşitli gezilerine katılarak, siyasetle edebiyatı birleştiren önemli bir figür oldu.
Kemalettin Kamu, 1939 yılında Rize milletvekili olarak meclise girdi. İki dönem Rize, bir dönem de Erzurum milletvekili olarak görev yaptı. Türk Dil Kurumu’nda da çeşitli görevlerde bulundu. Ancak, 16 Mart 1948 tarihinde Ankara’da ani bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti ve Cebeci Mezarlığı’na defnedildi.
Kemalettin Kamu, memleketçi şairler arasında yer almakta olup, Milli Edebiyat geleneğini sürdürdü. Şiirlerinde sıkça vatan sevgisi, savaş, aşk, gurbet ve doğa gibi temaları işler. Samimi ve duygusal bir dille yazdığı lirik şiirleri ile tanınır. Yazın hayatına aruz vezni ile başlasa da, zamanla hece ölçüsüne yönelmiştir. Genellikle 11’li hece ölçüsü kullanır.
Kemalettin Kamu, “Gurbet şairi” olarak bilinir. Bu unvanı, yaşadığı gurbet duygusu ve kökleriyle olan bağı nedeniyle kazanmıştır. Bayburt’u terk etmek zorunda kalması, onun içsel bir yolculuğa çıkmasına sebep olmuş ve bu duyguları şiirlerine yansıtmıştır. Kamu, daha çok epik, lirik ve pastoral şiirler kaleme almış; halk şiiri geleneğinden de etkilenmiştir.
Pastoral şiir türünün en güzel örneklerinden biri olan “Bingöl Çobanları” şiiri, ona büyük bir ün kazandırmıştır. Bu şiirde Anadolu insanının yaşamı ve doğa ile olan bağı, samimi bir dille işlenmiştir. “Gurbet” adlı şiiri, Kemalettin Kamu’nun içsel dünyasını en iyi yansıtan eserlerdendir.
Eser Adı | Yayın Yılı |
---|---|
Şam | 1920 |
Türk’ün İlahisi | 1921 |
Bingöl Çobanları | 1933 |
Gurbet | 1939 |
Kemalettin Kamu, Hayatı, Şahsiyeti ve Şiirleri | 1952 |
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum.
Bu dağların en eski âşinasıdır soyum,
Bekçileri gibiyiz ebanced buraların.
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi,
Her gün aynı pınardan doldurur destimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla...
Gurbet o kadar acı
Ki ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı,
Hepsi başka biçimde.
Eriyorum gitgide;
Elveda her ümide.
Gurbet benliğimi de
Bitirmiş bir içimde.
Kamu’nun eserlerinde vatan sevgisi derin bir şekilde hissedilir. Özellikle Milli Mücadele dönemi şiirlerinde, Anadolu’nun coğrafyası ve insanı, destansı bir dille işlenir.
Kamu’nun gurbet teması, hayatının bir parçası olmuş ve şiirlerinde bu duygu sıkça yer bulmuştur. “Gurbet” şiirinde, gurbetin acısını ve yabancılaşma hissini dile getirir.
Kemalettin Kamu, Türk edebiyatında derin izler bırakmış, özellikle gurbet ve Anadolu temalarını başarıyla işleyen bir şairdir. Şiirlerinde kullandığı sade dil ve samimi duygular, onu “Gurbet Şairi” unvanına layık kılmıştır. Türk edebiyatının önemli figürlerinden biri olarak anılmaya devam etmektedir.
Kemalettin Kamu hayatı, Kemalettin Kamu kimdir, Kemalettin Kamu eserleri, Kemalettin Kamu şiirleri, Kemalettin Kamu hakkında bilgiler, Kemalettin Kamu edebi kişiliği, Kemalettin Kamu anekdotları.
James Joyce, 2 Şubat 1882 tarihinde İrlanda’nın başkenti Dublin’de dünyaya gelmiştir. İlk eğitim hayatına Cizvit okullarında başlayan Joyce, Clongo Wood College’de bir süre eğitim almış; ancak maddi zorluklar nedeniyle bu okuldan ayrılmak zorunda kalmıştır. Üniversite öğrenimini modern diller ve felsefe üzerine yaparak edebiyat dünyasına olan ilgisini derinleştirmiştir. Bu dönemde, ünlü yazar Henrik İbsen’e duyduğu ilgi de dikkat çekmektedir.
1902 yılında Paris’e yerleşen Joyce, burada geçirdiği bir yılın ardından annesinin rahatsızlığı nedeniyle İrlanda’ya geri dönmüştür. 1906 yılında Roma’ya gitse de orada kendini sıkılmış hissederek 1907’de Trieste’ye geri dönmüştür.
James Joyce, hem şair hem de roman ve öykü yazarı olarak, klasik roman anlayışını geride bırakarak modern romanın örneklerini sunmaya başlamıştır. Anlatım tekniklerinde yaptığı yeniliklerle 20. yüzyıl edebiyatının şekillenmesinde büyük bir rol oynamıştır. Eserlerinde, zamanın akışını belirleyen unsurların insanın bilinçaltı olduğunu savunmuş, bu bağlamda kronolojik zaman akışından uzaklaşmıştır.
Joyce’un en önemli eserlerinden biri olan “Dublinliler”, 1914’te İngiltere’de yayımlanırken; 1916 yılında “Sürgünler” adlı tiyatro oyunu da sahneye konulmuştur. 1916’da ailesiyle birlikte Zürih’e giden Joyce, burada büyük maddi zorluklarla yaşam mücadelesi vermiştir. Zürih’te bulunduğu dönemde, ona edebiyat hayatının en büyük ününü kazandıracak eseri olan “Ulysses” romanı üzerinde çalışmaya başlamıştır. Bu eser, ilk olarak bir Amerikan dergisinde parça parça yayımlanmış; 1922’de ise Paris’te kitap olarak basılmıştır.
Homeros’un Odysseia destanı çerçevesinde, Dublin’de geçen 24 saatlik bir zamanı anlatan “Ulysses”, modern edebiyatın başyapıtlarından biri haline gelmiştir. İlk baskısında bazı dizgi hataları içeren bu eser, 1984 yılında aslına uygun şekilde yeniden basılmıştır. Eserin Türkçe çevirisi ise Nevzat Erkmen tarafından yapılmıştır.
James Joyce, 1931 yılında 49 yaşında evlenmiş ve 1941 yılında İsviçre’nin Zürih şehrinde hayata gözlerini yummuştur.
Eser | Tür | Yayın Yılı | Ana Temalar |
---|---|---|---|
Ulysses | Roman | 1922 | Bilinç akışı, kimlik arayışı, modern yaşam |
Dublinliler | Hikâye | 1914 | Dublin yaşamı, toplumsal gözlemler |
Sürgünler | Oyun | 1916 | Göç, aidiyet, yabancılaşma |
James Joyce’un eserleri, sadece İrlanda edebiyatı için değil, dünya edebiyatı için de büyük bir öneme sahiptir. Modern roman anlayışının gelişimine yaptığı katkılar, onun edebi kariyerini kalıcı kılmıştır. Joyce, bilinç akışı tekniği ile karakterlerinin içsel dünyalarını ve toplumsal yapının karmaşıklıklarını derinlemesine irdeleyerek okuyucularına yeni bir perspektif sunmuştur.
James Joyce, modern roman, Dublin edebiyatı, bilinç akışı, roman yazarlığı.
James Joyce hayatı, James Joyce kimdir, James Joyce eserleri.
Sevinç Çokum, 1943 yılında İstanbul’un Beşiktaş ilçesinde dünyaya gelmiştir. Çocukluk yılları, sanatın ve edebiyatın sıcak bir ortamında geçmiştir. Eğitim hayatına Beşiktaş Büyük Esma Sultan İlkokulu’nda başlayan Çokum, daha sonra Beşiktaş Ortaokulu ve Lisesi’ni tamamladıktan sonra yükseköğrenim için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne yönelmiştir. 1970 yılında buradan mezun olmasının ardından, Umumi Sosyoloji dalında da eğitim almıştır.
Kariyerine edebiyat öğretmeni olarak adım atan Sevinç Çokum, 1970-1973 yılları arasında çeşitli okullarda öğretmenlik yapmış, bu dönemde edebiyata olan ilgisi daha da derinleşmiştir. Ancak, 1975’te öğretmenlikten ayrılarak tamamen yazın dünyasına adım atmıştır. Edebiyat alanında ilk önemli adımını, “Bir Eski Sokak Sesi” adlı öyküsünü 1972’de “Hisar” dergisinde yayımlayarak atmıştır. Daha sonra “Yelken” ve “Eflatun” gibi dergilerde de eserleri yer bulmuştur.
Sevinç Çokum, günümüz Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan hikâye, roman ve senaryo yazarıdır. Eserlerinde sıklıkla geleneksel değerler, milli motifler ve ahlaki hassasiyetler ön plana çıkar. Bu özellikleriyle Türk edebiyatına özgün bir bakış açısı sunar. Yazın hayatı boyunca, özellikle İstanbul‘un yoksul kesimlerine ve orta halli ailelerin yaşamlarına dair derin gözlemler yapmış, bu temaları eserlerine yansıtmıştır. Kadın karakterlerinin iç dünyalarını etkileyici bir biçimde analiz eden Çokum, duyguları akıcı ve dokunaklı bir dille dile getirir.
Süsten uzak, yalın ve şiirsel bir anlatımı tercih eden Sevinç Çokum, iç konuşmalara da eserlerinde sıkça yer verir. Son dönem romanlarında, tarihsel konulara yönelerek Türk kimliğine vurgu yapar. “Zor” adlı romanıyla Dündar Taşer Roman Yarışması’nda birincilik elde etmiş, “Makina” öyküsüyle de 1978’de Milli Kültür Vakfı Özel Jüri Armağanı’nı kazanmıştır.
Eser Türü | Eser Adı |
---|---|
Hikâye | Bölüşmek, Eğik Ağaçlar, Makina |
Roman | Karanlığa Direnen Yıldız, Zor, Hilâl Görününce |
Roman | Bizim Diyar, Çırpıntılar, Ağustos Başağı |
Sevinç Çokum’un eserleri, geniş bir yelpazeye yayılmıştır. İşte bazı önemli eserleri:
Sevinç Çokum, Türk edebiyatında kalemiyle iz bırakan bir yazar olarak anılmaktadır. Eserlerinde, insan ilişkilerinin yanı sıra toplumsal sorunlara da değinmiş, karakterlerini derin bir psikolojik analizle okuyucuya sunmuştur. Yazdığı hikayeler ve romanlarla, okurlarının duygularına dokunmayı başaran Çokum, Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olmuştur. Edebi kişiliği ve eserleri, yeni nesil yazarlar için bir ilham kaynağı olmaya devam etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Sevinç Çokum hayatı, Sevinç Çokum kimdir, Sevinç Çokum eserleri, Türk edebiyatı, hikâye yazarı, roman yazarı, edebi kişilik, edebiyat sohbetleri.
Aisopos, M.Ö. 7. yüzyılda yaşamış olan Eski Yunan masalcısıdır ve daha çok Ezop adıyla tanınmaktadır. Hayatı hakkında pek fazla bilgi olmamakla birlikte, doğum yeriyle ilgili çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Aisopos’un Mısır, Sisam Adası veya Trakya’da doğmuş olabileceği düşünülmektedir. Bazı kaynaklar ise onun Emirdağ yakınlarındaki Amorium kentinde dünyaya geldiğini iddia etmektedir.
Aisopos, köle olarak doğmuş ve sonrasında özgürlüğüne kavuşmuş bir figürdür. Azat edildikten sonra Doğu‘ya yaptığı yolculuk sırasında bir cinayete kurban gittiği söylenmektedir. Bu trajik son, onun hayatı hakkında kalan sır perdesini daha da kalınlaştırmaktadır.
Aisopos, fabl türünün en büyük ustası olarak kabul edilmektedir. Hayvan masalları ile ibret verici hikayeler sunarak okuyucularına ahlaki dersler vermektedir. Fabl türü, sadece eğlenceli hikayeler anlatmakla kalmayıp aynı zamanda didaktik ve dramatik öğeler içermektedir. Aisopos’un masallarındaki kahramanlar genellikle hayvanlardır ve bu karakterler aracılığıyla insan doğasına dair derin mesajlar iletilir. Bu masalların sonunda verilen öğüt, dinleyiciler üzerinde kalıcı bir etki bırakır.
Aisopos’un eserleri, Türkçeye “Ezop Masalları” adıyla çevrilmiştir. Bu eserler, zamanla edebi türler arasında kendine yer bulmuş ve pek çok sanatçıyı etkilemiştir. Özellikle Fransız şair La Fontaine, Aisopos’un masallarından etkilenerek fabl türünde eserler kaleme almış ve dünya edebiyatında önemli bir yer edinmiştir. La Fontaine’in fablları, Aisopos’un mirasını daha da ileri taşıyarak, masal anlatımını sanatın bir dalı haline getirmiştir.
Aisopos’un en bilinen fablları, sade dili ve öğretici hikaye yapısıyla dikkat çekmektedir. Bu eserler, sadece çocuklar için değil, yetişkinler için de derin anlamlar içermektedir. İşte Aisopos’un bazı önemli masalları:
Fabl Adı | Konu | Önem |
---|---|---|
Tilki ile Üzümler | Bir tilkinin, ulaştığı üzüm salkımlarını beğenmemesi ve bu durumu kendini kandırarak geçiştirmesi | İnsanın hayal kırıklığı ve dış görünüşe olan bakış açısını eleştirir. |
Çoban ile Kurt | Bir çobanın sürekli kurt tehlikesini şakaya alması ve sonunda gerçek tehlike geldiğinde kimsenin yardım etmemesi | Güvenilirliğin önemi ve aldatma üzerine bir hikaye sunar. |
Aisopos’un masallarında sıkça rastlanan temalar arasında insanın zaafları, doğanın öğrettikleri ve toplumsal değerler yer almaktadır. Masallarında kullandığı sade dil ve basit anlatım tarzı, derin felsefi ve ahlaki mesajları iletmekte son derece etkili olmuştur. Aisopos, hayvanları sembol olarak kullanarak insan ilişkilerini ve toplumsal davranışları eleştirmiştir.
Aisopos, fabl türünün babası olarak kabul edilmekte ve eserleri ile edebiyat tarihinde kalıcı bir iz bırakmıştır. Hem eğlenceli hem de öğretici olan fablları, zaman içinde farklı kültürlerde yankı bulmuş ve pek çok yazara ilham vermiştir. Aisopos’un hikayeleri, günümüzde bile ahlaki dersler vermeye devam etmektedir.
Aisopos hayatı, Aisopos kimdir, Aisopos eserleri, Ezop masalları, Aisopos fablları
Ahmet Hikmet Müftüoğlu, 3 Haziran 1870 tarihinde İstanbul’da doğdu. Adını, dedesi müftü olduğu için “Müftüoğlu” soyadını aldı. Henüz yedi yaşındayken babasını kaybetti. İlkokul eğitimini Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi’nde tamamladıktan sonra Galatasaray Sultanisi’nde öğrenim gördü. Eğitim hayatında edebiyata olan ilgisi, lise yıllarında belirginleşti.
Müftüoğlu’nun edebiyat yolculuğu, 1896 yılında Servet-i Fünun dergisinde yayımladığı ilk hikaye ile başladı. 1898’de Galatasaray Sultanisi’nde öğretmenlik yapmaya başladı, ancak Tevfik Fikret’in müdür olmasıyla görevinden ayrıldı. Bu dönemde Türkçülük hareketine yönelerek, 1908’de Türk Derneği’nin, 1911’de ise Türk Yurdu Derneği’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. Ayrıca, Türk Ocağı’nın da kurucularındandır.
Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun diplomatik kariyeri, edebi faaliyetleriyle eş zamanlı olarak ilerledi. Ancak 19 Mayıs 1927’de İstanbul’da karaciğer kanserinden hayatını kaybetti ve Maçka Mezarlığı’na defnedildi.
Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun edebi kişiliği, iki ana dönemde incelenebilir. İlk dönemi, Servet-i Fünun topluluğuna katıldığı dönemdir. Bu dönemde, sanatlı ve süslü bir anlatımla bireysel konuları işledi. Bu dönemin yazıları, genellikle hayal mahsulü temalar içerir ve abartılı bir üslup barındırır. Müftüoğlu, bu dönemde “Haristan ve Gülistan” adlı eserinde, Servet-i Fünun dilini kullanarak yazdığı hikayelerini topladı. Ancak bu eserleri, geniş bir ilgi görmedi.
İkinci dönemde ise Müftüoğlu, Türkçülük ve Milli Edebiyat akımına yöneldi. Bu dönemdeki eserlerinde, milliyetçi ve yerli konuları ele aldı. Arı bir Türkçe kullanarak, halkın milliyetçilik duygularını uyandırmayı amaçladı.
Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun edebi anlayışı, iki ana akıma dayanır. İlk olarak, Servet-i Fünun topluluğu içerisindeki yazılarında sanat için sanat anlayışını benimsemiştir. Bu dönemde, bireysel ve hayal mahsulü konulara odaklanmıştır. İkinci olarak, Türkçülük hareketinin etkisiyle milli duyguları ve yerli konuları işlediği eserler kaleme almıştır. Bu dönemde, dil ve üsluba yoğunlaşarak, milliyetçilik ideallerini ön plana çıkarmıştır.
Müftüoğlu’nun eserleri, genellikle sade ve milli bir üslupla yazılmış olup, Türk dilinin ve milliyetçiliğin savunuculuğunu yapmaktadır. Ayrıca, yazılarında gözleme ve yerli konulara önem vermiştir.
Eser Türü | Eser Adı | Açıklama |
---|---|---|
Roman | Gönül Hanım | Pantürkizm idealini işleyen tek romanıdır. |
Öykü | Çağlayanlar | Türk kültürünü ve milli değerleri yansıtan hikayeler içerir. |