Tasavvuf, kişinin kalpten gelen bir bağlılıkla Allah’a yönelmesi, Allah’ın varlığında kendi benliğinden feragat etmesine dayanan bir düşünce biçimidir. Bu düşünce, evrende Allah’tan başka gerçek bir varlık olmadığını ve insanın Allah’tan gelip tekrar O’na döneceğini savunur. İslam inancıyla derin bir bağ içinde olan Tekke (Tasavvuf) Edebiyatı, bu felsefenin bir yansıması olarak doğmuş ve Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı adıyla da anılmıştır.
Bu edebi akımın kökeni, 12. yüzyılda Doğu Türkistan’da yaşamış olan Hoca Ahmet Yesevi‘ye dayanır. Yesevi’nin yetiştirdiği öğrenciler, Anadolu’da tasavvufun yayılmasında büyük rol oynamıştır. Ayrıca, Alevi-Bektaşi şairleri de tasavvufun Anadolu topraklarında güçlü bir etki kazanmasında önemli katkılar sunmuşlardır. Bu sebeple, 13. yüzyılda Anadolu’da oldukça güçlü bir Tekke Edebiyatı şekillenmiş, bu akım 19. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüştür.
Tasavvuf, insanın bu dünyaya neden gönderildiği ve Allah’ı nasıl tanıyabileceği gibi sorulara cevap arar. Tasavvufçulara göre, evrenin yaratılışının temel nedeni, yüce yaratıcının kendini görmek ve bilinmek istemesidir. Bu felsefede, tüm varlıklar Allah’tan kopmuş birer parça olarak görülür. Her şey, Allah’ın varlığının bir yansımasıdır ve bu nedenle “Vahdet-i Vücut” yani varlığın birliği fikri esas kabul edilir. Tek gerçek varlık Allah’tır; evren ve içindeki her şey, Allah’ın güzelliğinin birer yansımasıdır. İnsan, Allah’ın varlığında kendi varlığını erittiğinde ise en yüksek tasavvufi mertebeye ulaşmış olur.
Tekke Edebiyatı, Anadolu topraklarında birçok önemli şair ve eser doğurmuştur. Bu şairlerin başında, 12. yüzyılda yaşamış Hoca Ahmet Yesevi, 13. yüzyılın önemli isimleri Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre, 14. yüzyılın Kaygusuz Abdal‘ı, 15. yüzyılda Pir Sultan Abdal, 17. yüzyılda Niyazi-i Mısrî gelir. Bu isimler, tasavvufi düşüncenin Anadolu’daki temel taşlarını oluşturmuşlardır.
Tekke Edebiyatı’nda ilahi, nefes, nutuk, devriye, şathiye gibi nazım türleri sıkça kullanılmıştır. İlahi, Allah’a duyulan sevginin dile getirildiği bir nazım şekli olup, Yunus Emre bu türde en mükemmel örnekleri vermiştir. Nefes, Pir Sultan Abdal gibi Bektaşi şairlerinin kaleminde şekillenmiş ve tarikat düşüncesini yaymada önemli bir rol oynamıştır.
Evrendeki tek ve mutlak varlığın yalnızca Allah olduğunu ifade eden bu kavram, diğer tüm görünenlerin O’nun birer yansıması veya parçası olduğunu vurgular.
Allah’ın varlığının, özellikle insan-ı kâmil denilen olgun insanlarda ve diğer varlıklarda belirgin hale gelmesidir. Bu, İlahi ışığın insan üzerinde parlamasıdır.
Tasavvuf yolunda ilerleyenlerin, yani tarikat mensuplarının eğitim alıp yetiştirildikleri yerlerdir. Buralar aynı zamanda manevi birer okul ve ibadet mekânıdır.
Allah’a ulaşma yolunda aynı düşünce ve inançları paylaşanların oluşturduğu topluluklardır. Bu yolculukta birlik ve beraberlik esastır.
Bir tarikatın kurucusu ve en yüksek mertebesine ulaşmış olan kişidir. O, müridlerine yol gösteren manevi bir rehberdir.
Hem tarikatın kurucusu anlamında kullanılır hem de tarikat yolunda en üst düzeye erişmiş kişiyi ifade eder. Şeyh, bilgeliği ve tecrübesiyle topluluğa liderlik eder.
Bir tarikata mensup olan ve o yolun kurallarını eksiksiz yerine getiren kişidir. Dervişler, dünya nimetlerinden uzaklaşıp manevi olgunluğa ulaşmayı hedeflerler.
Diyardan diyara dolaşan, gezgin dervişlere verilen isimdir. Onlar, İlahi aşkın peşinde dünyayı gezerler.
Allah’a derin bir sevgi ve özlem duyan kimsedir. Âşık, gönlünü İlahi aşkla doldurmuş ve O’na kavuşma arzusu taşıyan kişidir.
Sevilen ve özlenen; bu bağlamda Allah’ı ifade eder. Maşuk, âşığın ulaşmak istediği yüce makamdadır.
Tasavvufta İlahi aşkı temsil eder ve mecazen “mey” olarak da anılır. Bu şarap, insanı sarhoş eden dünyevi bir içki değil, ruhu doyuran İlahi sevgidir.
Allah aşkını sunan, yol gösteren kimse anlamına gelir. Saki, âşığa İlahi aşkın kadehini uzatandır.
Âşığın kalbini simgeler. Bu kadeh, İlahi aşk şarabıyla doludur.
Tasavvufta tekke anlamında kullanılır. Burası, aşk şarabının sunulduğu manevi bir meyhane olarak görülür.
Tasavvufta en yüksek mertebeye ulaşmış, olgun ve kemale ermiş kişiyi ifade eder. O, nefsiyle mücadeleyi kazanmış ve hakikate ulaşmıştır.
Allah’ın varlığında yok olma hâlidir. Tasavvuf yolculuğunun en son ve en yüce mertebesidir. Burada kul, kendi benliğinden sıyrılıp tamamen Allah’a yönelir.
Dini-tasavvufi Türk şiirinin en önemli nazım şekillerinden biridir. Allah’ı yüceltmek ve O’na yakarışta bulunmak amacıyla yazılan bu şiirler, özel ezgilerle söylenir. Hece ölçüsünün 7’li, 8’li ve 11’li kalıplarıyla yazılan ilahiler, genellikle dörtlüklerden oluşur ve son dörtlükte şairin mahlası yer alır. Yunus Emre, bu türün en büyük ustasıdır ve eserleriyle gönüllerde taht kurmuştur.
Alevi-Bektaşi inanç ve öğretilerini, tarikatın kurallarını ve Vahdet-i Vücut felsefesini işleyen şiirlerdir. Dörtlük nazım birimiyle ve hece ölçüsü kullanılarak yazılır. Pir Sultan Abdal, bu türün en güzel örneklerini vererek edebiyatımıza büyük katkılar sağlamıştır.
Mürşitlerin ve pirlerin, tarikata yeni adım atan dervişlere tarikatın adabını ve usullerini öğretmek için söyledikleri şiirlerdir. Genellikle Bektaşi geleneğinde görülen bu tür, eğitici ve öğretici bir özellik taşır. Kaygusuz Abdal, bu alanda öne çıkan isimlerden biridir ve nutuklarıyla tanınır.
İnsanın varoluşunu ve evrendeki döngüsünü anlatan, ilahi türüne benzer şiirlerdir. Devriyelerde, insanın Allah’tan gelip yine O’na dönen bir yolculukta olduğu vurgulanır.
Dinî konuların bazen alaycı bir üslupla işlendiği şiirlerdir. İlk bakışta dine aykırı gibi görünse de, aslında derin tasavvufi anlamlar içerirler. Özellikle Bektaşi şairleri arasında yaygındır. Kaygusuz Abdal, bu türün önemli temsilcilerindendir ve şathiyeleriyle tanınır.
Alevi inancında, cem törenlerinde saz eşliğinde söylenen tasavvufa uygun şiirlerdir. Deme’ler, topluluk içinde birliği ve manevi coşkuyu artırır.
Allah’a itaatin önemini, ahlakın güzelliklerini ve erdemlerini anlatan düzyazı eserlerdir. Bu eserler, toplumda dürüstlük, cömertlik ve kardeşlik gibi değerleri yaymayı amaçlar.
Türk edebiyatında savaşları ve kahramanlıkları konu alan eserlerdir. Gazavatnameler, dine düşman olanlara karşı yapılan seferleri ve bu mücadelelerde gösterilen cesareti destansı bir dille anlatır.
Din büyüklerinin, kahramanların ve tarikat önderlerinin gösterdikleri kerametleri ve olağanüstü olayları anlatan eserlerdir. Bu türün en belirgin özelliği, hikâyelerin mucizeler ve manevi deneyimlerle zenginleştirilmiş olmasıdır.
Efsanevi kahraman Battal Gazi‘nin destansı hayatını anlatan, dini-tasavvufi halk edebiyatının mensur türlerinden biridir. Bu eser, yiğitlik ve inancın harmanlandığı hikâyeleriyle nesilden nesile aktarılmıştır.
Bu eserler ve terimler, Türk edebiyatının derinliklerinde yatan tasavvufi düşüncenin ve inancın birer yansımasıdır. Onlar sayesinde, geçmişten günümüze manevi değerlerimizi ve kültürel mirasımızı yaşatmaya devam ediyoruz.
Yorumlar
Henüz hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorum Bırak