Zihniyet Nedir?
Zihniyet: Bir döneme ait sosyal, siyasi, dini, ekonomik, sivil, askeri, sanatsal ve kültürel hayatın; duygu, anlayış ve zevk bütünüdür. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yazılan eserler, dönemin monarşik yönetim biçimini ve dini inançlarını yansıtır.
Zihniyetin Metinlere Yansıması
Metin ve Zihniyet: Her metin, yazıldığı dönemin sosyal, ekonomik ve siyasi yapısını, sanat anlayışını yansıtır. Yani her metin, yazıldığı dönemin zihniyetini yansıtır. Örneğin, Tanzimat Dönemi’nde yazılmış bir roman, o dönemdeki sosyal reformları ve batılılaşma çabalarını yansıtır.
Dil ve Seçimler: Metinlerde ele alınan konular, kullanılan dilin özellikleri, seçilen sözcükler, tutum ve davranışlar da dönemin zihniyetini yansıtan ögelerdir. Örneğin, 19. yüzyılda yazılan bir şiirde kullanılan Osmanlıca kelimeler, o dönemin dil kullanımını ve zihniyetini gösterir.
Dönemin Özellikleri: Bir metinde, metnin yazıldığı dönemin özellikleri metne sindirilmiş bir şekilde yer alır. Bu özellikler metinle bütünleşir. Örneğin, İslam öncesi Türk destanlarında olağanüstü fiziksel güçlere sahip kahramanlar, dönemin zihniyetini yansıtır.
Edebi Eserlerde Zihniyetin Değişimi
İslam Öncesi Zihniyet: İslam öncesi metinlerde hâkim zihniyet, olağanüstü fiziki güçlerle donatılmıştır. Örneğin, “Dede Korkut Hikayeleri”nde yer alan kahramanlar, doğaüstü yeteneklere ve cesarete sahiptir.
İslamiyet Sonrası Zihniyet: Bu durum İslamiyet’ten sonraki eserlerde yerini dini inanışlara ve kahramanlıklara bırakır. Örneğin, “Kutadgu Bilig” adlı eserde İslami değerler ve devlet yönetimi üzerine öğütler verilir.
Tanzimat Dönemi Zihniyeti: Tanzimat sonrası Türk edebiyatı, yeni bir medeniyet dairesinin içine girer. Doğuya has yaşama tarzından ve edebiyat anlayışından, Batılı yaşama tarzına ve edebiyat anlayışına geçilir. Örneğin, Namık Kemal’in “İntibah” adlı romanı, Batılı roman tekniği ve sosyal eleştiri içerir.
Romantizmden Realizme: Tanzimat Dönemi’nde etkin bir şekilde kendini hissettiren romantizm, Servet-i Fünun Dönemi’nde yerini realizm ve natüralizm akımlarına bırakmıştır. Örneğin, Halit Ziya Uşaklıgil’in “Mai ve Siyah” adlı eseri, realizmin etkilerini taşır.
Doğu-Batı Çatışması: Edebiyatımızda başlayan Doğu-Batı çatışması, hem yaşama tarzında hem de edebi eserin bünyesinde kendini kuvvetle hissettirir. Örneğin, Ahmet Mithat Efendi’nin “Felatun Bey ile Rakım Efendi” romanı, Doğu-Batı çatışmasını işler.
Zihniyetin Modern Edebiyatta Yansıması
Milliyetçilik Hareketleri: 20. yüzyılın başından itibaren Türk dünyasında görülmeye başlayan milliyetçilik hareketleri, sosyal, bilimsel ve kültürel hayatta yankı bulmuş; edebiyat eserlerinde duru ve sade bir Türkçenin kullanılmasına özen gösterilmiştir. Örneğin, Ziya Gökalp’in şiirleri, milliyetçilik duygularını ve sade Türkçeyi yansıtır.
Anadolu’ya Yöneliş: Bu doğrultuda edebiyatımız İstanbul’un sınırları dışına çıkmış, Anadolu’yu konu alan eserler kaleme alınmaya başlamıştır. Örneğin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” adlı romanı, Anadolu’nun toplumsal sorunlarını ve köy yaşamını işler.
Bu şekilde, edebiyat eserlerinde zihniyet kavramı, dönemlerin sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel özelliklerini nasıl yansıttığını ve edebi eserlerin bu özelliklerle nasıl şekillendiğini anlamamıza yardımcı olur.
Yorumlar
Edebi metinler, yalnızca kelimelerin bir araya geldiği estetik yapılar değil, aynı zamanda yazıldıkları dönemin, kültürün ve toplumun ruhunu taşıyan birer belge niteliğindedir. Bir metni derinlemesine anlamak ve yorumlamak için onun yüzeydeki anlamının ötesine geçerek, satır aralarına sinmiş olan o kolektif dünya görüşünü, yani zihniyeti çözümlemek gerekir. Zihniyet, bir döneme hâkim olan genel düşünce yapısını, değer yargılarını, inanç sistemlerini, sanat ve bilim anlayışını, kısacası o dönemin insanlarının dünyayı nasıl algıladığını ve anlamlandırdığını ifade eden kapsayıcı bir kavramdır.
Bir metnin zihniyeti, onu var eden toplumsal, siyasi, ekonomik ve kültürel koşulların bir yansımasıdır. Örneğin, destan döneminde yazılmış bir metinde kahramanlık, yiğitlik, cemaat bilinci ve sadakat gibi değerlerin ön planda olması tesadüf değildir. O dönemin göçebe veya savaşçı toplum yapısı, bireyden çok topluluğun (boy, oymak, millet) bekasını önemser ve bu durum, edebiyata da doğrudan yansır. Karakterler, bireysel psikolojilerinden çok, temsil ettikleri toplumsal değerlerle var olurlar. Dede Korkut Hikâyeleri’ni incelerken, dönemin İslamiyet öncesi Türk kültürü ile yeni kabul edilen İslam dininin sentezlendiği bir geçiş dönemi zihniyetini görürüz. Alplık geleneği, doğaya saygı gibi eski motiflerle birlikte Allah’a yakarış ve din uğruna savaşma gibi yeni unsurlar iç içedir. Bu, metnin zihniyetinin tek katmanlı olmadığını, farklı kültürel kodların bir bileşimi olduğunu gösterir.
Zaman ilerledikçe ve toplumsal yapılar değiştikçe metinlerin zihniyeti de dönüşüme uğrar. Tanzimat Dönemi Türk edebiyatında Batılılaşma hareketlerinin etkisiyle “eski” ile “yeni”nin çatışması merkezî bir tema haline gelir. Romanlarda görücü usulü evlilik eleştirilir, Batılı yaşam tarzına özenen alafranga tipler yergilir ve toplumsal ilerleme için eğitim, bilim ve akıl gibi kavramlar yüceltilir. Bu, artık odağın bireysel kahramanlıktan toplumsal sorunlara ve aydınlanmacı bir ideale kaydığını gösteren bir zihniyet dönüşümüdür. Divan edebiyatının soyut, ilahi aşkı merkeze alan ve değişmez estetik kurallara (mazmunlar) dayalı zihniyeti, yerini toplumu eğitmeyi amaçlayan, daha gerçekçi ve somut meselelere odaklanan bir anlayışa bırakmıştır.
Modernist ve postmodernist metinlerde ise zihniyet çok daha karmaşık bir hal alır. Geleneksel değerlerin, büyük anlatıların ve kesin doğruların sorgulandığı bir çağın ürünleri olan bu eserlerde bireyin yabancılaşması, varoluşsal sancılar, kimlik bunalımı ve belirsizlik gibi temalar öne çıkar. Artık metin, topluma yol gösterme veya kahramanlıkları yüceltme iddiasında değildir. Aksine, parçalanmış bilinci, içsel çatışmaları ve modern dünyanın kaosunu yansıtan bir ayna görevi görür. Yusuf Atılgan’ın veya Oğuz Atay’ın romanlarındaki karakterler, Dede Korkut’un alpleri gibi toplumla bütünleşik değil, aksine topluma ve kendilerine yabancılaşmış anti-kahramanlardır. Bu durum, 20. yüzyıl dünyasının getirdiği güvensizlik, hayal kırıklığı ve bireycilik zihniyetinin edebiyattaki en belirgin tezahürüdür.
Sonuç olarak, bir metinde zihniyet analizi yapmak, o metni tarihsel bağlamına oturtarak anlam katmanlarını zenginleştirmektir. Yazarın kullandığı dilden seçtiği karakterlere, işlediği temalardan olay örgüsüne kadar her unsur, dönemin hâkim zihniyetinden izler taşır. Bir metni sadece estetik bir obje olarak değil, aynı zamanda bir çağın tanığı olarak okumamızı sağlayan en önemli anahtar, onun zihniyetini doğru bir şekilde deşifre edebilmektir. Bu sayede edebiyat, farklı dönemler ve kültürler arasında metinlerarası bir köprü kurarak bize yalnızca hikâyeler değil, aynı zamanda insanlığın düşünsel serüvenini de anlatır.
Yorum Bırak