Faka basmak: Kandırılmak veya tuzağa düşmek.
Falakaya yatırmak: Ayaklarını bağlayarak acı verici bir şekilde dövmek.
Falso vermek: Kusurlu bir durumda hatanın ortaya çıkması.
Fareler cirit oynamak: Tamamen ıssız ve insanın olmadığı bir yer.
Felce uğramak: Çalışamaz bir hale gelmek.
Feleğin çemberinden geçmek: Hayatın zorluklarını aşarak deneyim kazanmış bir kişi.
Feleğin sillesini yemek: Büyük bir kayıp veya zarar görmek.
Feleğini şaşırmak: Ne yapacağını bilemez duruma gelmek.
Felekten bir gün çalmak: Keyifli bir zaman geçirmek.
Fellik fellik aramak: Birini her yerde heyecanla aramak.
Felsefe yapmak: Gereksiz yere bir olayın nedenleri ve sonuçları üzerinde düşünmek.
Fena etmek: Birini kötü bir duruma sokmak.
Feragat sahibi: Kendisini düşünmeyip özveride bulunan kişi.
Ferman dinlememek: Kurallara uymamak veya hiçbir yerden emir almamak.
Fermanlı deli: Tam anlamıyla deli olan kişi.
Feryadı basmak: Olumsuz bir durumda bağırıp çağırmaya başlamak.
Fesat kumkuması: Ortalığı karıştıran kötü niyetli kişiler.
Fırıldak çevirmek: Hileli işler yapmak.
Fırsat düşkünü: Başkalarına zarar vermek için fırsat kollayan kişi.
Fırsatı ganimet bilmek: Gelen fırsatlardan hemen yararlanmak.
Fıtık etmek: Birini son derece kızdırmak.
Fikir almak: Birinin düşüncelerinden yararlanmak.
Fikir vermek: Birine bir konuda görüş bildirmek veya yönlendirmek.
Fikir yürütmek: Bir konu hakkında tahminlerde bulunmak.
Filinta gibi: Uzun ve ince yapıda olan kişi.
Fincancı katırlarını ürkütmek: Birine zarar verecek bir davranışta bulunmak.
Fink atmak: İstediği gibi dolaşmak.
Fire vermek: Miktarın azalması.
Fiskos etmek: Bir grup içinde alçak sesle konuşmak.
Fit olmak: 1. Bir şeye razı gelmek 2. Bedensel olarak zayıflamak.
Fitil etmek: Birini aşırı derecede kızdırmak.
Fitil olmak: Aşırı şekilde kızmak veya sarhoş olmak.
Fitne sokmak: İnsanları birbirine düşürmek.
Fiyaka satmak: Gösteriş yapmak veya çalım atmak.
Fiyat biçmek: Bir şeyin değerini belirlemek.
Fiyat kırmak: Bir şeyin değerini düşürmeye çalışmak.
Fiyatı dondurmak: Fiyatın artışını durdurup sabit tutmak.
Fol yok yumurta yok: Hiçbir şeyin olmadığını belirtmek.
Fondip yapmak: Bir içeceği bir seferde tamamen içmek.
Fora etmek: Bir şeyi yerinden çıkarmak.
Formül bulmak: Bir sorunu çözmek için bir yol bulmak.
Forsu kalmamak: Saygınlığını veya konumunu kaybetmek.
Fos çıkmak: Beklentilerin çok uzağında bir sonuç almak.
Foyası meydana çıkmak: Kişinin kötü taraflarının bir süre sonra anlaşılması.
Fukara babası: Fakir insanları destekleyen kişi.
Funda demir etmek: Demir atmak için işaret vermek.
Fütur getirmemek: Umutsuzluğa kapılmamak.
Fabrika Ayarı: Bir şeyin ya da kişinin temel, orijinal durumu, öz hali anlamında kullanılır. Genellikle değişim geçirmiş durumları geri kazanma anlamında da kullanılır.
Fabrika Tıkanması: Bir süreçteki engeller ya da duraksamalar için mecazi bir ifade olarak kullanılır.
Falan Filan: Belirsiz bir şekilde bahsedilen, detaylandırılmayan şeyler için kullanılır.
Fırtına Öncesi Sessizlik: Bir olaydan önceki huzurlu, sakin dönemi ifade eder; genellikle büyük bir değişim ya da olaydan önce gelir.
Fırtına Gibi Geçmek: Bir olayın ya da durumun hızlı, yoğun ve etkileyici bir şekilde yaşanmasını ifade eder.
Fıstık gibi: Çok güzel, alımlı, çekici birisi için mecazi olarak kullanılır.
Fırlatmak: Bir şeyi ya da durumu aniden, düşünmeden bırakmak ya da terk etmek anlamında kullanılır.
Fısıldamak: Düşük sesle konuşmak ya da gizli bir bilgiyi paylaşmak anlamında kullanılır.
Fıstık gibi Çocuk: Çok sevimli ve şirin bir çocuk anlamında kullanılır.
Fırtına Düşürmek: Bir durumun ya da olayın önemini, ciddiyetini azaltmak ya da hafife almak anlamında kullanılır.
Fırtınalı Geçiş: Zor bir sürecin ardından yaşanan geçiş ya da değişiklik anlamında kullanılır.
Fırsatı Kaçırmak: Bir fırsatı değerlendiremeyip geri çevirme durumu anlamında kullanılır.
Fırsatları Yakalayıp Değerlendirmek: İyi fırsatları zamanında görmek ve bunları en iyi şekilde kullanmak anlamında kullanılır.
Fitne Kırmak: Araya girecek, bozan durumları ortadan kaldırmak anlamında kullanılır.
Fitne Ortalığı Karıştırmak: Bir kişiyi ya da durumu bozarak kargaşaya neden olmak anlamında kullanılır.
Fikir Sahibi Olmak: Bir konuda düşünceleri ya da görüşleri olan biri olmak anlamında kullanılır.
Fikir Üretmek: Yeni düşünceler, öneriler ya da çözümler geliştirmek anlamında kullanılır.
Fıkrayı Anlatmak: Bir olayı ya da durumu komik bir şekilde aktarmak, eğlenceli bir dille ifade etmek anlamında kullanılır.
Cami Duvarına Pislemek: Hiç kimsenin hoş görmeyeceği, büyük bir saygısızlık yapmak anlamında kullanılır.
Cadı kazanı: Dedikodunun kol gezdiği bir yer.
Caka satmak: Göstere göstere hava atmak.
Cambul cumbul: Bol su içeren yemekler için kullanılan bir terim.
Can alıcı nokta: Bir konunun en kritik yeri.
Can atmak: Bir şeye kavuşma arzusunu taşımak.
Can borcunu ödemek: Hayatın sona ermesi.
Can çekişmek: Ölümün eşiğinde olan biri.
Can damarı: Bir şeyin hayati noktası, onun devamını sağlayan temel unsur.
Can damarına basmak: Bir işin en kritik noktasına temas etmek.
Can derdine düşmek: Hayatını kurtarma çabasına girmek.
Can evinden vurulmak: En hassas yerden vurularak büyük acı çekmek.
Can havli ile: Ölüm korkusuyla hızlıca tepki vermek.
Can kaygısına düşmek: Her şeyi bir kenara bırakıp kendini koruma çabası içinde olmak.
Can kulağı ile dinlemek: Dikkatle ve özenle dinlemek.
Can kuşu: Ruh.
Can pazarı: Herkesin hayatta kalma çabası içinde olduğu zor anlar.
Can sağlığı: Kişinin sağlık durumu, esenliği.
Can yakmak: Birine eziyet etmek, büyük zarar vermek.
Can yoldaşı: Birlikte yaşamaya karar vermiş olan kişi.
Cana can katmak: Kişinin yaşam sevincini artırmak.
Cana minnet: Çok ihtiyaç duyduğu ama bir türlü bulamadığı şeyler.
Cana yakın: İçten ve samimi olan.
Canciğer kuzu sarması: Birbirini çok seven, çok yakın dostlar.
Canı burnuna gelmek: Bir işte aşırı zorluk yaşamak, bunaltıcı bir hale gelmek.
Canı çıkmak: Fazlasıyla zorlanmak, yıpranmak.
Canı pek: Acılara dayanıklı, katlanabilen.
Canı tatlı: Zorluklara tahammül edemeyen.
Canı tez: Sabırsız, beklemeye tahammülü olmayan.
Canına değmek: Keyif almak.
Canına işlemek: Olumsuz bir etkinin derinlemesine etkisi.
Canına kıymak: 1. Birini öldürmek 2. Kendine son vermek.
Canına okumak: İyi olan bir durumu kötü bir hale getirmek.
Canına susamak: Kişinin ölümüne yol açacak davranışlarda bulunmak.
Canına tak demek (etmek): Bir sıkıntının dayanılmaz hale gelmesi.
Canına yetmek: Usandırmak, bıktırmak.
Canından bezmek: Hayatındaki olumsuzluklardan kaçmak istemek.
Canından etmek: Ölümüne neden olmak.
Canından olmak: Ölmek.
Canını bağışlamak: Öldürmek istediği birinden vazgeçmek.
Canını dişine takmak: Her şey göze alınarak bir işe girmek.
Canını sıkmak: Moralini bozan bir durumla karşılaşmak.
Canını sokakta bulmak: Kendini yıpratmamak için dikkatli olmak.
Canını vermek: Bir şey uğruna ölmeye hazır olmak.
Canının derdine düşmek: Zor bir durumda önce kendi kurtuluşunu düşünmek.
Canla başla: Her türlü zorluğa göğüs gererek mücadele etmek.
Canlı cenaze: Son derece zayıf, bitkin birisi.
Cart curt etmek: Korkutmak ya da övünmek amacıyla abartılı şekilde konuşmak.
Cart kaba kâğıt: Yapamayacağı şeyleri yapacakmış gibi gösteren.
Cartayı çekmek: Ölmek.
Cebi delik: Parasız, parayı hemen harcayan.
Cebinde akrep olmak: Cimri olmak.
Cebine indirmek: Hakkı olmayan bir şeyi kendine almak.
Cebini doldurmak: Çok para kazanmak.
Cehenneme atsalar odun yaş diye bağırır: Her şeye itiraz eden, hiçbir şeyi beğenmeyen.
Cehenneme gitse bir köseği getirmek: Zararlı çıkması gereken bir işte bile kar elde etmek.
Cemaziyelevvelîni bilmek: Başkalarının bilmediği, geçmişteki kötü durumu bilmek.
Cendereye sokmak: Birini manevi olarak sıkıştırmak.
Cennetin kapısını açmak: Büyük bir iyilikle çok sevap kazanmak.
Cep harçlığı: Günlük harcamalar için çok az bir miktar.
Cephe almak: Birine karşı düşmanca bir tavır almak.
Cevabı dikmek: Beklenmedik bir anda ters bir cevap vermek.
Cevabı yapıştırmak: Beklenmedik bir şekilde ters bir cevap vermek.
Cevahir yumurtlamak: Saçma sapan konuşmak.
Ceviz kabuğundan çıkmış kabuğunu beğenmemiş: Geldiği yeri, geçmişini reddedenler için.
Cevizi çift görmezse ağaca taş atamamak: Bir şeye inanmadan bir işe girişmemek.
Ceza kesmek: Birine para cezası vermek.
Cıcığını çıkarmak: Bir konuyu çok detaylı bir şekilde soruşturmak.
Cılkı çıkmak: Başta işe yarar gibi görünen bir şeyin bozulması.
Cici bici: Renkli ve süslü eşyalar.
Cicim ayı: Yeni evlilerin balayı dönemi.
Ciğeri beş para etmez: Çok değersiz, korkak biri.
Ciğeri dağlanmak: Büyük bir acı yaşamak.
Ciğeri kebap olmak: Çok üzüntülü bir olay yaşamak.
Ciğeri parçalanmak: Olumsuz bir durumdan dolayı büyük üzüntü duymak.
Ciğerine işlemek: Bir şeyden derin bir şekilde etkilenmek.
Ciğerini okumak: Başkalarının gizli niyetlerini anlamak.
Ciğerini sökmek: Birine büyük zarar vermek.
Ciğerini yakmak: Çok büyük bir acı yaşatmak.
Cim karnında bir nokta: Hiçbir şey bilmeyen.
Cin çarpmışa dönmek: Aniden kötü bir duruma düşmek.
Cin fikirli: Kurnaz ve zeki biri.
Cin ifrit olmak: Aşırı derecede öfkelenmek.
Cinler cirit oynamak: Bir yerin ürkütücü bir his vermesi.
Cinleri başına toplamak: Çok kızmak, öfkelenmek.
Cirit atmak: Boş bulundukça her istediğini yapmak.
Cuk oturmak: Uygun düşmek.
Curcunaya çevirmek: Bir yeri gürültüyle doldurmak.
Cümbür cemaat: Topluca, hep birlikte.
Cüret etmek: Cesaretle davranmak.
Cürmü meşhut hâlinde yakalamak: Bir suçu işlenirken aynı anda yakalamak.
Çağ açmak: Yeni bir yön belirlemek.
Çağanoz gibi: Eğri büğrü yürüyen biri.
Çakı gibi: Çevik ve atik biri.
Çalım satmak: Göstermelik büyüklük taslamak.
Çalıp çırpmak: Eline geçen her şeyi çalmak.
Çalıyı tepeden sürümek: Bir işin gerçekleşmesi için imkânsız koşullar öne sürmek.
Çalyaka etmek: Zorla bir yere götürmek.
Çam devirmek: Karşısındakini kıracak şekilde konuşmak.
Çam yarması: Büyük yapılı insan.
Çamura basıp çalıya asmak: Bir işi özensiz yapmak.
Çan çan etmek: Yüksek sesle konuşmaya çalışmak.
Çanak tutmak: Kendisine kötü muamele edilmesine neden olmak.
Çangıl çungul: Kulağa hoş gelmeyen sesler çıkaran.
Çanına ot tıkamak: Birinin susturulması.
Çantada keklik: Elde edileceği neredeyse garanti olan şey.
Çapar çiçek çıkardı: Zaten bozuk olan bir şeye daha olumsuz bir şey eklenmesi.
Çapıtı gümüşlü: Eşyalarını gereğinden fazla değerli sayan biri.
Çaptan düşmek: Önceleri iyi olan durumun kötüleşmesi.
Çarçur etmek: Elindeki parayı gereksiz yere harcamak.
Çaresine bakmak: Sorunun çözümünü bulmak.
Çark etmek: Verdiği sözden dönmek.
Çarpık çurpuk: Fazlasıyla çarpık olan.
Can Alıcı Nokta: Bir olay ya da durumun en önemli, en kritik noktasıdır.
Can Pazarı: Yaşam mücadelesi verilen, ölümle burun buruna gelinen zor durumlar için kullanılır.
Can Vermek: Ölmek, hayata gözlerini yummak anlamında kullanılır.
Can Yakmak: Birini fiziksel ya da duygusal olarak acı çektirmek, zarar vermek.
Canını Dişine Takmak: Çok büyük bir çaba harcamak, tüm gücüyle çalışmak ya da mücadele etmek.
Canından Bezdirmek: Bir kişiyi sürekli rahatsız ederek, sıkıntıya sokarak, hayatını çekilmez hale getirmek.
Canı Çıkmak: Çok yorulmak, bir işte bütün enerjisini tüketmek ya da hayatını kaybetmek.
Canı Gönülden: Büyük bir içtenlikle, tamamen samimi bir şekilde.
Canına Tak Etmek: Sabır sınırlarını aşmak, artık dayanamayacak noktaya gelmek.
Canını Dişine Takmak: Bütün gücünü ve enerjisini kullanarak büyük bir gayret göstermek.
Canına Yetmek: Bir durumdan o kadar bıkmak ki artık tahammül edememek, sabrının sonuna gelmek.
Canla Başla: Büyük bir coşkuyla, bütün gücüyle çalışmak ya da bir iş yapmaya gönüllü olmak.
Canlı Cenaze: Fiziksel ya da ruhsal olarak çok bitkin bir durumda olmak, hayatta ama çok kötü durumda olmak.
Cebinde Akrep Var: Çok cimri, parasını harcamaktan korkan kişi için kullanılan bir deyimdir.
Cebinde Beş Kuruş Olmamak: Çok fakir olmak, parasız kalmak anlamında kullanılır.
Cehennem Azabı: Büyük bir acı, dayanılması zor bir sıkıntı anlamında kullanılır.
Cehennem Olmak: Bir yerden hızla uzaklaşmak, kaybolmak, gitmek anlamında kullanılır.
Cennetten Çıkma: Çok güzel, hoş ve etkileyici bir yer ya da şey için kullanılır.
Cevap Vermek: Bir soruya ya da duruma karşılık olarak açıklama yapmak, tepki göstermek anlamında kullanılır.
Ceylan Gibi Sekmek: Çok zarif ve hızlı hareket etmek, özellikle güzel ve ince yapılı bir kişinin hareketlerini ifade eder.
Cıgara Böreği Gibi: İnce, düzgün ve sarılmış bir şey için kullanılır, genellikle yiyecekler ya da kıyafetler için mecazi anlamda söylenir.
Cılkını Çıkarmak: Bir işi ya da durumu aşırıya götürmek, tadını kaçırmak anlamında kullanılır.
Cılkı Çıkmak: Bir şeyin bozulup işe yaramaz hale gelmesi ya da bir durumun ciddiyetini yitirmesi anlamında kullanılır.
Cıvık Cıvık Olmak: Bir kişinin ya da durumun fazla gevşek ve sorumsuz bir şekilde davranması, ciddiyetsiz olması anlamında kullanılır.
Cicim Ayları: Özellikle evliliğin ilk aylarında yaşanan mutluluk dolu, sorunsuz dönem için kullanılan bir deyimdir.
Cilalı İbo’nun Taşları: Üzerine çok fazla uğraşılmış, süslenmiş ama aslında pek de bir şey ifade etmeyen şeyler için kullanılan bir deyimdir.
Cilveli Cümle: Bir kadının özellikle erkeklere karşı nazik ve şirin davranarak çekicilik kazanmaya çalıştığı cümleler için söylenir.
Cin Gibi: Çok zeki, hızlı düşünen ve çevik olan kişiler için kullanılan bir deyimdir.
Cingözlük Yapmak: Bir kişiyi kandırmaya yönelik kurnazca bir plan yapmak, hile yapmak anlamında kullanılır.
Cinayet İşlemek: Bir kişiyi öldürmek, kasıtlı olarak bir insanın canına kıymak anlamında kullanılır.
Cinnet Getirmek: Aşırı öfke, sinir ya da sıkıntı nedeniyle aklını geçici olarak yitirmek, ani ve kontrolsüz bir şekilde şiddete başvurmak anlamında kullanılır.
Ciyak Ciyak Bağırmak: Çok yüksek sesle, tiz bir şekilde bağırmak, yaygara koparmak anlamında kullanılır.
Cibilliyetsiz: Kötü karakterli, ahlaksız, güvenilmez kişiler için kullanılan bir deyimdir.
Cır Cır Etmek: Sürekli ve sinir bozucu bir şekilde konuşmak, susmadan bir şeyler söylemek anlamında kullanılır.
Cırlak Ses: Çok tiz ve rahatsız edici bir ses için kullanılır.
Cıvıl Cıvıl: Neşeli, hareketli, canlı bir ortam ya da kişi için kullanılan bir deyimdir.
Cızır Cızır Yanmak: Bir şeyin ya da bir durumun yavaş yavaş yanması ya da zarar görmesi anlamında kullanılır.
Cızırtı Yapmak: Radyo, hoparlör gibi cihazlarda çıkan bozuk, rahatsız edici ses anlamında kullanılır.
Çabuk Parlamak: Hemen öfkelenmek, çabuk sinirlenmek anlamında kullanılır.
Çakmağı Çakmak: Bir işin ya da bir olayın başlamasına önayak olmak, bir durumu başlatmak anlamında kullanılır.
Çalakalem Yazmak: Özensiz, dikkatsiz ve acele bir şekilde yazı yazmak anlamında kullanılır.
Çam Sakızı Çoban Armağanı: Kısıtlı imkânlarla verilen küçük ama anlamlı bir hediye anlamında kullanılır.
Çamur Atmak: Bir kişiye haksız ve asılsız suçlamalarda bulunmak, iftira atmak anlamında kullanılır.
Çamura Batmak: Çok zor ve çıkılması imkânsız bir duruma düşmek anlamında kullanılır.
Çanak Tutmak: Bir kişinin ya da durumun işine yarayacak şekilde hareket etmek, ona yardımda bulunmak anlamında kullanılır.
Çantada Keklik: Elde edilmesi çok kolay olan, hiçbir zorluk çıkarmayan şeyler için kullanılan bir deyimdir.
Çarşamba Pazarı Gibi: Çok dağınık, karmakarışık ve düzensiz bir ortam için kullanılır.
Çat Kapı Gelmek: Habersiz, aniden bir yere gelmek ya da birini ziyaret etmek anlamında kullanılır.
Çatırtı Çıkarmak: Bir konuda bir anlaşmazlık ya da kavga başlatmak anlamında kullanılır.
Çavlan Gibi Akmak: Büyük bir coşku ve hızla akan su ya da hareket için kullanılır.
Çayı Kaynamak: Bir olay ya da işin artık sona ermek üzere olması, bitmeye yaklaşması anlamında kullanılır.
Çaylak Kuşu Gibi: Acemi, tecrübesiz ve ürkek davranışlar sergileyen kişiler için kullanılır.
Çehresi Gülmek: Bir kişinin mutlu olduğu, yüzünde sevinç ve mutluluk ifadeleri belirdiği durumlar için kullanılır.
Çekip Gitmek: Aniden ve bir açıklama yapmadan bir yerden ayrılmak anlamında kullanılır.
Çekip Vurmak: Bir kişiyi silahla öldürmek anlamında kullanılır.
Çekirge Bir Sıçrar İki Sıçrar: Bir kişinin şansının sürekli yaver gitmeyeceğini, yaptığı yanlışların bir gün sonuçlarıyla karşılaşacağı anlamında kullanılan bir deyimdir.
Çekiş Tokuş: Bir konu ya da durum hakkında sürekli tartışma ya da anlaşmazlık içinde olma anlamında kullanılır.
Çelme Takmak: Bir kişinin önünü kesmek, onu engellemek ya da onun başarılı olmasını zorlaştırmak anlamında kullanılır.
Çene Çalmak: Çok fazla ve gereksiz konuşmak anlamında kullanılır.
Çenesi Düşmek: Sürekli konuşmak, durmadan bir şeyler anlatmak anlamında kullanılır.
Çer çöp: Değersiz ya da işe yaramaz şeyler anlamında kullanılır.
Çetin Ceviz: Zor çözülen, zor ikna edilen ya da zor başa çıkılan kişi ya da durumlar için kullanılır.
Çeyrek Akıllı: Tam anlamıyla zeki olmayan, yarım akıllı biri anlamında kullanılan bir deyimdir.
Çıkmaz Sokak: Çözümü olmayan, ileriye gitmeyen, sonuçsuz bir durumu ifade eder.
Çileden Çıkmak: Aşırı sinirlenmek, kontrolünü kaybetmek anlamında kullanılır.
Çimdiklemek: Hafifçe birini sıkmak, bir yere vurmak anlamında kullanılır, aynı zamanda bir şeyi ya da durumu hafifçe değiştirmek, düzeltmek anlamında da kullanılabilir.
Çınar Gibi: Uzun ömürlü, güçlü ve sağlam karakterli insanlar için kullanılan bir deyimdir.
Çingene Pazarlığı: Çok küçük miktarlar üzerinde bile aşırı pazarlık yapılan, uzlaşması zor durumları ifade eder.
Çirkef Atmak: Bir kişiye haksız suçlamalarda bulunmak ya da onu zor durumda bırakmak amacıyla kötü bir davranışta bulunmak anlamında kullanılır.
Çirkefleşmek: Bir kişi ya da olay hakkında çok kaba, kötü sözler söylemek ya da çirkinleşen bir davranış sergilemek anlamında kullanılır.
Çiselemek: Hafif hafif yağmur yağması anlamında kullanılır.
Çıt Çıkmamak: Hiç ses çıkmamak, sessizliğin hakim olduğu durumlar için kullanılır.
Çıtlatmak: Bir konuyu ya da durumu üstü kapalı bir şekilde ima etmek, doğrudan söylemeden ipucu vermek anlamında kullanılır.
Çıtkırıldım: Çok narin, hassas ve kırılgan bir yapıya sahip olan kişiler için kullanılır.
Çivi Gibi: Çok sert, soğuk ve keskin bir hava ya da şeyler için kullanılır.
Çivisi Çıkmak: Bir durumun tamamen bozulup karışması, düzenin kalmaması anlamında kullanılır.
Çoban Ateşi Yakmak: Büyük bir harekete ya da önemli bir olaya öncülük edecek küçük bir adım atmak anlamında kullanılır.
Çoban Yıldızı Gibi: Çok belirgin, dikkat çekici ve yön gösterici bir kişi ya da durum için kullanılır.
Çocuk Oyuncağı: Yapılması son derece kolay olan işler ya da durumlar için kullanılan bir deyimdir.
Çoluk Çocuğa Karışmak: Evlenip çocuk sahibi olmak, aile kurmak anlamında kullanılır.
Çorbada Tuzun Olmak: Bir işe ya da projeye az da olsa katkıda bulunmak, yardımı dokunmak anlamında kullanılır.
Çorap Söküğü Gibi: Bir olay ya da durumun bir yerden sonra hızla ve kolayca ilerlemesi, çözülmesi anlamında kullanılır.
Çuvaldızı Kendine Batırmak: Başkalarını eleştirmeden önce kendi hatalarını ve kusurlarını gözden geçirmek anlamında kullanılan bir deyimdir.
Çürük Çıkmak: Bir şeyin ya da kişinin beklenen kalitede ya da dayanıklılıkta olmaması, bozulması ya da işe yaramaz hale gelmesi anlamında kullanılır.
Çürük Diş Gibi: Bir grupta ya da toplulukta diğerlerine zarar veren, olumsuz bir kişi ya da durum için kullanılır.
Çürük Elma: Bir grup içinde en sorunlu ya da problemli olan kişi için kullanılan bir deyimdir.
Ebeveyn: Anne ve baba, çocuğun bakımını üstlenen kişiler anlamında kullanılır.
Ecel Terleri Dökmek: Çok büyük korku, endişe ya da stres yaşamak, ölüm korkusu hissetmek anlamında kullanılır.
Eceline Susamak: Kendi ölümüne sebep olacak şekilde tehlikeli ve mantıksız hareketlerde bulunmak anlamında kullanılır.
Ecele Ferman Yazılmaz: Ölümün ne zaman geleceği belli olmaz, insanın ömrü sınırlıdır anlamında kullanılan bir deyimdir.
Eden Bulur: Bir kişinin yaptığı kötü bir davranışın karşılığını mutlaka alacağı, ettiği kötülüğün kendisine döneceği anlamında kullanılır.
Edim: Bir şeyin yapılması ya da yerine getirilmesi anlamında kullanılır. Genellikle bir görev ya da sorumluluk olarak algılanır.
Efkar Dağları Aşmak: Bir kişinin aşırı derecede kederli, düşünceli ve mutsuz olması anlamında kullanılır.
El Ayak Çekilmek: Bir yerin, ortamın kalabalıktan arınması, kimsenin kalmaması anlamında kullanılır.
El Etmek: Bir kişiye uzaktan el sallamak, işaret yapmak anlamında kullanılır.
El İnsaf: Bir kişinin yaptığı bir şeyin insaf sınırlarını zorladığını, çok aşırı olduğunu ifade etmek için kullanılan bir deyimdir.
El Kadar: Çok küçük, minicik şeyler için kullanılan bir deyimdir.
El Pençe Divan Durmak: Bir kişinin bir otoritenin ya da önemli bir kişinin karşısında boyun eğerek, saygıyla beklemesi anlamında kullanılır.
El Yüz Gördü: Bir işin, olayın ya da durumun artık fark edildiği, herkes tarafından bilinir hale geldiği anlamında kullanılır.
Elbette: Kesinlikle, hiç şüphe yok anlamında kullanılan bir deyimdir.
Elden Ayaktan Düşmek: Bir kişinin yaşlılık ya da hastalık nedeniyle artık eskisi gibi güçlü ve hareketli olamaması anlamında kullanılır.
Elden Ele Geçmek: Bir nesnenin ya da bilginin birçok kişi tarafından paylaşılması ya da kullanılmasını ifade eder.
Elden Gitmek: Bir şeyin, durumun ya da kişinin artık geri dönüşü olmayacak şekilde kaybedilmesi anlamında kullanılır.
Ele Geçmek: Bir fırsatın ya da kaynağın kontrol altına alınması, sahip olunması anlamında kullanılır.
Elinden Gelmek: Bir kişinin bir şeyi yapma ya da başarma yeteneğine sahip olması anlamında kullanılır.
Elini Sıcak Sudan Soğuk Suya Sokmamak: Bir kişinin hiçbir iş yapmaması, rahat bir hayat yaşaması anlamında kullanılır.
Elini Taşın Altına Koymak: Bir sorumluluk ya da risk üstlenmek, bir işe katkı sağlamak için kişisel fedakarlık yapmak anlamında kullanılır.
Elini Uzatmak: Bir kişiye yardım etmek, destek sağlamak ya da bir şey teklif etmek anlamında kullanılır.
Elini Vijdanına Koymak: Bir kişinin adil ve dürüst bir şekilde karar vermesi, kendi vicdanıyla hareket etmesi gerektiğini hatırlatmak anlamında kullanılır.
Elinin Hamuru İle Erkek İşine Karışmak: Bir kişinin yetkisiz olduğu, tecrübesi olmadığı bir işe müdahale etmeye çalışması anlamında kullanılır. Özellikle kadınların erkek işlerine karışması anlamında kullanılır.
Elmacık Kemikleri Çıkmak: Bir kişinin yüz yapısının belirginleşmesi, özellikle zayıfladığında elmacık kemiklerinin ortaya çıkması anlamında kullanılır.
Elmas: Çok değerli, dayanıklı ve parlak bir taş anlamında kullanılır. Aynı zamanda bir kişinin ya da olayın çok değerli ve nadir olduğunu ifade etmek için mecazen de kullanılır.
Elveda: Bir kişiye ya da duruma veda etmek, bir şeyin sona erdiğini belirtmek için kullanılan bir ifade.
Emek: Bir işin yapılması için harcanan çaba, zaman ve güç anlamında kullanılır.
Emek Vermek: Bir işi başarmak ya da bir durumu geliştirmek için sürekli çaba göstermek anlamında kullanılır.
Emir Vermek: Bir kişiye ya da gruba ne yapmaları gerektiğini belirten, kesin talimatlarda bulunmak anlamında kullanılır.
Emir Demiri Keser: Bir emir verildiğinde itiraz edilmez, yerine getirilmesi gerekir anlamında kullanılan bir deyimdir.
Emir Kulu: Bir kişinin üstlerinden aldığı emirleri yerine getirmek zorunda olan, yetkisi sınırlı olan kimse anlamında kullanılır.
Engebeli Yol: Zor ve karmaşık ilerleyen, aşılması güç engeller barındıran yollar ya da süreçler için kullanılan bir deyimdir.
Ensesine Binmek: Bir kişiyi sürekli baskı altına almak, zorlamak ya da üstüne gitmek anlamında kullanılır.
Enseyi Karartmak: Bir olay ya da durum karşısında umutsuzluğa kapılmak, moralini bozmak anlamında kullanılır.
Epeyi Yol Almak: Bir konuda önemli bir ilerleme kaydetmek, uzun bir mesafe kat etmek anlamında kullanılır.
Er Meydanı: Güç ve yeteneklerin ortaya konduğu, mücadelelerin verildiği yer anlamında kullanılır.
Erbabı: Bir işin ustası, yetenekli ve tecrübeli kimse anlamında kullanılır.
Ecel aman verirse: Yaşam sürem yeterse, ölmezsem.
Ecel beşiği: Kişinin her an düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceği yerler.
Ecel şerbeti içmek: Hayatın sona ermesi.
Ecel teri dökmek: Aşırı bir korku içinde olmak veya bunalım yaşamak.
Ecelden aman olursa: Eğer ölmezsem, bunu yapacağım demektir.
Eceli gelmek: Bir kişinin yaşamının sona ermesi.
Eceline susamak: Ölümü tehlikeli davranışlarla kucaklamak.
Eciş bücüş: Görünüşü çirkin olan.
Edebini takınmak: Kaba bir tavırdan, nazik bir tutuma geçmek.
Edebiyat yapmak: Bir konuda gereğinden fazla konuşmak ya da abartmak.
Edi ile Büdü: Sürekli beraber olan, uyumlu iki kişi.
Efkâr dağıtmak: Üzüntüyü giderip yok etmek.
Efradını cami, ağyarını mani: Gerekli olan her şeyi içeren, gereksizleri dışarıda bırakmak.
Eğri büğrü: Düz olmayan, standartların dışında kalan.
Eğri gemi doğru sefer: Kullanılan araç yetersiz olsa da amaca hizmet eder.
Eğri gözle bakmak: Kötü niyetle birine yaklaşmak.
Eğri oturup doğru konuşalım: Her durumda doğruyu söyleyelim.
Ehven-i şer: Daha az zararlı olan seçenek.
Ekalliyette kalmak: Azınlık durumunda kalmak.
Ekli püklü: Her yeri yamalı olan.
Ekmeği bütün: Başkalarına el açmadan kendi ihtiyaçlarını karşılayan.
Ekmeği dizinde: Nankör, terbiyesiz birisi.
Ekmeği ile oynamak: Birinin geçim kaynağını tehlikeye atmak.
Ekmeğinden etmek: Birini işten çıkarmak.
Ekmeğine yağ sürmek: İstemediği halde birinin işine yarayan bir şey yapmak.
Ekmeğine kan doğramak: Birine derin acılar yaşatacak bir davranış sergilemek.
Ekmeğine koç: Sofrasında sürekli misafir bulunan kişi.
Ekmeğine kuru, ayranına duru mu dedik: Zoruna gidecek bir şey söyledik mi?
Ekmeğini çıkarmak: Geçimini sağlamak için yeterli kazanç elde etmek.
Ekmeğini eline almak: Geçimini kendi çabasıyla sağlamak.
Ekmeğini kana doğramak: Büyük bir üzüntüyle yaşam sürmek.
Ekmeğini kazanmak: Hayatını sürdürebilmek için para kazanmak.
Ekmeğini taştan çıkarmak: Geçimini sağlamakta oldukça yetenekli olmak.
Ekmeğini yemek: Birinin yanında çalışarak kendi ihtiyaçlarını karşılamak.
Ekmeğiyle oynamak: Birinin işine son vermek.
Ekmek aslanın ağzında: Geçim sağlamak kolay değildir.
Ekmek elden su gölden: Başkasının malı üzerinden kolayca faydalanmak.
Ekmek kapısı: Geçim sağlanan yer.
Ekmek kavgası: Hayatını sürdürmek için verilen mücadele.
Ekmek parası: Geçinmek için kazanılan para.
Eksik gedik: Küçük, basit ihtiyaçlar.
Eksik olma bayır turpu: Görünüşte yardım ediyorsun ama aslında aldatıyorsun.
Ekşi yüz: Asık suratlı.
El açmak: Dilenmek, yardım istemek.
El altında: Hazır durumda.
El altından: Gizlice, başkalarından habersiz.
El atmak: Birine müdahale etmek.
El ayak çekilmek: Kimsenin olmadığı, sessiz bir yer.
El bağlamak: Saygı göstermek amacıyla elleri kavuşturmak.
El basmak: Kutsal kitap üzerine el koyarak yemin etmek.
El bebek, gül bebek: Şımarık, nazlı birisi.
El çabukluğu: İşleri hızlı yapabilme becerisi.
El çekmek: Vazgeçmek.
El çektirmek: Birini görevden uzaklaştırmak.
El çırpmak: Alkışlamak.
El değiştirmek: Bir şeyin sahibi veya durumu birinden diğerine geçmek.
El değmemiş: Hiç kullanılmamış, dokunulmamış.
El elde baş başta: Gelir ve giderin dengeli olması.
El ele: Birlikte, iş birliği içinde yapmak.
El ele vermek: Güçleri bir araya getirip iş birliği yapmak.
El eliyle yılan tutmak: Tehlikeli bir işe kendisi girmeden başkasını yönlendirmek.
El emeği: El ile yapılan işte harcanan emek.
El ense etmek: Yarışmacının ensesine dokunarak çekmek.
El ermez, göz görmez: Uzak bir yerde bulunmak.
El etek çekmek: Bir şeyle uğraşmayı bırakmak.
El etek öpmek: Birine hoş görünmeye çalışmak.
El etmek: Birine “gel” demek için el sallamak.
El gün: Herkes.
El kadar: Çok küçük.
El kaldırmak: Birine vurmak amacıyla elini hareket ettirmek.
El kapısı: Yabancıların yeri.
El katmak: Bir işin yapılmasına yardımcı olmak.
El kiri: Kolayca vazgeçilecek şey.
El koymak: Bir şeyi kendi kontrolü altına almak.
El oğlu: Yabancı birisi.
El ovuşturmak: Birinin karşısında saygılı durmak.
El pençe divan durmak: Birinin huzurunda beklemek.
El sıkmak: Selamlaşmak için birinin elini tutmak.
El sunmak: Elini uzatmak.
El sürmemek: Hiç dokunmamak.
El şakası: Birine yapılan elle ilişme.
El ulağı: Önemli bir kişinin küçük işlerde kullandığı yardımcı.
El üstünde tutmak: Birine büyük saygı göstermek.
El vurup etek silkmek: Bir işi kesin olarak bırakmak.
El yatkınlığı: Bir işe alışmış olmak.
El yordamıyla: Ellerle bir şeyi bulmaya çalışmak.
Elde avuçta bir şey bırakmamak: Mal ve mülkü har vurup harman savurmak.
Elde avuçta bir şey kalmamak: Her şeyi tüketmek.
Elde bulunan: Hazırda mevcut olan.
Elde etmek: Bir şeye sahip olmak.
Elde kalmak: Bir malın geride kalması.
Elden ağza yaşamak: Kazancın sadece günlük harcamaya yetmesi.
Elden ayaktan düşmek: Hastalık veya yaşlılıktan iş yapamaz hale gelmek.
Elden ayrıksı: Başkalarından farklı davranan.
Elden çıkarmak: Bir şeyi başkasına vermek veya satmak.
Elden çıkmak: Bir malın artık kişinin malı olmaması.
Elden ele: Bir kişiden diğerine geçiş.
Elden ele dolaşmak: Bir şeyin birçok kişi tarafından kullanılması.
Elden geçirmek: Bir şeyi incelemek, temizlemek veya onarmak.
Elden geldiği kadar: Gücü yettiği ölçüde.
Elden gitmek: Bir şeyi kaybetmek.
Elden kaçırmak: Fırsatı kaybetmek.
Elden ne gelir: Yapacak hiçbir şey kalmamak.
Ele almak: Bir şeyi incelemeye başlamak.
Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek veya kontrol altına alınmamak.
Ele geçirmek: Bir şeye sahip olmak ya da kaçan birini yakalamak.
Ele geçmek: Elde etmek.
Ele gelmek: El ile tutulabilir olmak.
Ele güne karşı: Dostları üzmemek, düşmanları sevindirmemek.
Ele verir talkını, kendi yutar salkımı: Başkalarına iyi davranmaları için nasihat ederken kendisi uymaz.
Ele vermek: Suçluyu haber verip yakalatmak.
Eleğim var sacım var, komşuya ne borcum var: Kimseden yardım istemiyorum, kendi imkanlarım yeterli.
Elekten geçirmek: İyi ile kötü arasında ayırım yapmak.
Eli açık: Cömert biri.
Eli ağır: Yavaş çalışan veya vurduğunda acı veren kişi.
Eli ağzında kalmak: Şaşkınlık içinde kalmak.
Eli alışmak: Bir işte ustalaşmak.
Eli ayağı buz kesilmek: Korku veya heyecandan ne yapacağını bilememek.
Eli bana ayak: Beni destekleyen, yanımda olan kişi.
Eli çiçek açmak: Bağışlayıcı davranmak.
Eli elini götürmek: Birine yardım etmek.
Eli sağlam: Cömert ve yardımsever.
Eliyle başıyla: Davranışları ile söylemek.
Elinden gelen: Yapabileceği her şey.
Elinden gelmek: Bir işte etkili olabilmek.
Elini ayağını çekmek: Birinden uzak durmak.
Elini ateşe atmak: Tehlikeli bir işe girmek.
Elini soğuk tutmak: Başkalarını düşünen biri olmak.
Elini taşın altına koymak: Zor bir işin üstesinden gelmek için çaba sarf etmek.
Elini uzatmak: Birine yardım etmek.
Elinle yapmadıkça: Herhangi bir işte başkasına bağımlı olmamak.
Elinle gözle: Gözlem yaparken el ile de desteklemek.
Elini kirletmek: Çirkin işlere karışmak.
Elini masada tutmak: Başkalarını denetim altında tutmak.
Elinle gözle de kütlendir: Birine olan saygısını göstermek.
Elini vurmamak: Kimseye zarar vermemek.
Elini yukarı kaldırmak: Birine seslenmek veya birinin dikkatini çekmek.
Elit olmak: Seçkin, özel bir yere sahip olmak.
Elli yıl sonra: Uzun bir zaman dilimi geçtikten sonra.
Elli ye yakın: Yaklaşık elli tane.
Elli yılın en kötü durumu: Uzun bir zaman dilimindeki en kötü durum.
Elvan renkler: Çeşitli ve canlı renkler.
Emekli bir göreve: Artık çalışma gücü kalmayan.
Emekli olduktan sonra: Artık çalışma hayatına son vermek.
Emekli sandığı: Emeklilik fonu.
Emekli memur: Emeklilik döneminde olan devlet çalışanı.
Emekli maaşı: Emeklilikte alınan maaş.
Emekli olmak: Çalışma hayatına son vermek.
Emekliye ayırmak: Çalışma hayatına son vermek.
Emekliye sevk etmek: Emeklilik için başvuru yapmak.
Emekçinin dostu: Çalışanların yanında olan, onları destekleyen.
Emekçi: Çalışan: İş gücünün temel unsuru.
Emeksiz bir iş: Zor bir işin kolay hale getirilmesi.
Emeksiz kazanmak: Kolayca elde etmek.
Emeksiz yaşamak: Çaba göstermeden hayat sürmek.
Emekle gelmek: Bir işin zorluklarını göze almak.
Emekle kazanmak: Çaba ile elde edilen kazanç.
Emekleme döneminde: Henüz yeni bir şey öğrenmeye çalışırken.
Emekli dönem: Çalışma hayatının sona erdiği dönem.
Emekli olmak için: Çalışma hayatına son vermek amacıyla başvurmak.
Emek vermek: Bir işte çok çaba sarf etmek.
Erik Gibi Kız: Genç, güzel ve alımlı bir kadın için kullanılan bir deyimdir.
Erken Davranmak: Bir konuda hızlı ve önceden harekete geçmek, fırsatı değerlendirmek anlamında kullanılır.
Erken Kalkan Yol Alır: İşe erken başlayan kişi avantaj sağlar, daha hızlı ilerler anlamında kullanılan bir deyimdir.
Erkek Sözü: Bir erkeğin verdiği sözün kesin olduğu ve yerine getirilmesi gerektiği anlamında kullanılan bir deyimdir.
Erişilmez: Çok zor ulaşılabilen, imkansız görünen şeyler için kullanılan bir deyimdir.
Esamesi Okunmamak: Bir kişiden ya da olaydan artık hiç bahsedilmemesi, varlığının bile unutulmuş olması anlamında kullanılır.
Esaslı: Temel, önemli ve köklü bir şey ya da kişi anlamında kullanılır. Aynı zamanda ciddi, kalıcı ve sağlam şeyler için de kullanılır.
Eski Gideni Kimi Zaman Özlemle Anar: Geçmişteki anılar ya da kişiler için nostaljik bir özlem duymanın anlamını taşır.
Etekleri Zıp Zıp: Kişinin içindeki heyecan, coşku ya da endişenin belirgin bir şekilde dışa vurulması anlamında kullanılır.
Evlilik Bittiği Yerden Başlar: Bir ilişkide yaşanan sorunların çözümüne, başlangıcındaki güzelliklerin geri getirilmesine atıfta bulunur.
Evvel Zaman İçinde: Masal anlatımlarında ya da eski hikâyelerde sıkça kullanılan bir başlangıç ifadesidir.
Evi Yıkılmak: Bir kişinin başına çok büyük bir felaket gelmesi ya da büyük bir kayba uğraması durumunu ifade eder.
Eşek Gibi Çalışmak: Çok yoğun, yorucu bir iş yaparken aşırı çalışkanlığı anlatır; genellikle olumsuz bir anlam taşır.
Eşekten Düşmek: Kötü bir durumla karşılaşmak ya da beklenmedik bir sorunla yüzleşmek anlamında kullanılır.
Evimin Dört Duvarı: Bir kişinin kendi evini, mahremiyetini ve güvenli alanını ifade eder.
Evet Demek: Birine onay vermek, kabul etmek ya da bir durumu onaylamak anlamında kullanılır.
Dağ devirmek: Zorlu ve imkansız görünen işleri başarmak.
Dağ doğura doğura fare doğurdu: Büyük bir beklentinin çok ufak bir sonuçla karşılaşması.
Dağa çıkmak: Yerleşik düzene karşı gelerek haydutluk yapmak.
Dağa kaldırmak: Birisini zorla ıssız bir yere götürmek.
Dağarcığına atmak: Yeni bilgileri zihnine yerleştirmek.
Dağdan gelip bağdakini kovmak: Sonradan gelen birinin, daha önce orada olan birini haksız yere yerinden etmeye çalışması.
Dağlara düşmek: Bir sorun ya da üzüntü nedeniyle kaçıp uzaklara yerleşmek.
Dağları devirmek: Büyük zorlukların üstesinden gelmek.
Dal budak salmak: Bir şeyin birçok yönden yayılıp genişlemesi.
Dalavere çevirmek: Hileli yollarla birisini kandırmak.
Daldan dala konmak: Konuyu sürekli değiştirmek.
Dalga geçmek: Bir şeyi ciddiye almamak, üzerinde düşünmemek.
Dallanıp budaklanmak: Bir durumun karmaşık bir hale gelmesi.
Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayla: İlgisiz ve saçma sözler anlamında.
Dama taşı gibi oynatmak: İlgili kişilerin sürekli yerlerini değiştirmek.
Damağına tat değmek: Yaptığı işten kazanç elde etmek.
Damarına basmak: Birini kızdıracak bir şey yapmak.
Damarına girmek: Birinin hoşuna gidecek bir şey yapmak ya da ona yakınlaşmak.
Damdan düşer gibi: Aniden ve beklenmedik bir şekilde.
Damgasını vurmak: Birisi hakkında olumsuz bir yargıya varmak.
Dandini bebek: Kolayca avutulan, saf bir kimse.
Dananın kuyruğu kopmak: Beklenen sonucun nihayet gerçekleşmesi.
Danışıklı dövüş: Önceden anlaşarak başkalarını aldatmak.
Dar gelirli: Geçim sıkıntısı çeken kişi, sınırlı gelir kaynağına sahip olan.
Dar kafalı: Anlayışı sınırlı olan, dar görüşlü kişi.
Dara düşmek: Mali sıkıntıya düşmek.
Darda kalmak: Zor bir duruma maruz kalmak.
Davul çalmak: Bir şeyi geniş kitlelere duyurmak.
Davul çalsan işitmez: Duyarsızlığın en yüksek seviyeye ulaşması.
Dayısı dümende olmak: İş yerinde, üst düzeyde destek alacak birine sahip olmak.
Dediği dedik: Her istediğini kolayca yaptırabilen kimse.
Defterden silmek: Biriyle olan ilişkiye son vermek.
Defteri dürülmek: İşten uzaklaştırılmak.
Defteri kapamak: Belirli bir işi yapmayı bırakmak.
Değirmenin suyu nereden geliyor: Bir işin devam etmesi için gerekli kaynağın nereden geldiği.
Değiş tokuş: Bir şeyi verip, onun yerine başka bir şey almak.
Deli divane olmak: Birine aşırı derecede aşık olmak.
Deli fişek: Sıradışı ve çılgın hareketler yapan kimse.
Deliğe tıkmak: Tutuklayıp hapse atmak.
Deliksiz uyku: Derin ve kesintisiz bir uyku hali.
Dem vurmak: Bir konu hakkında konuşmak.
Demir almak: Yola çıkmak ya da bir yerden ayrılmaya hazırlanmak.
Demir atmak: Bir yerde uzun süre kalmak.
Demokles’in kılıcı gibi: Sürekli tehdit altında olmak.
Deniz kenarında kuyu kazmak: Kolay bir imkân varken zor bir yol seçmek.
Deniz kurdu: Denizle ilgili deneyimli ve usta bir kişi.
Denizde balık: Elde edilmesi zor olan bir şey.
Denizde kum onda para: Çok fazla paraya sahip olmak.
Denizden çıkmış balığa dönmek: Yeni bir duruma alışmakta güçlük çekmek.
Denize girse topuğu ıslanmaz: Tehlikeli durumlardan zarar görmeden çıkmak.
Derdine düşmek: Bir soruna çözüm bulmaya çalışmak.
Derdini deşmek: Birinin derdini paylaşması, bu yüzden üzülmesine neden olmak.
Derdini dökmek: Sorununu ayrıntılarıyla anlatmak.
Derdini Marko Paşa’ya anlatmak: Sorununu dinleyecek kimse bulamamak.
Dereden tepeden konuşmak: Rastgele, konuyla ilgisiz konuşmak.
Dereyi görmeden paçaları sıvamak: Hiçbir neden yokken hazırlıklara başlamak.
Derisine sığmamak: Aşırı kibirli ve böbürlenen bir tavır sergilemek.
Derli toplu: Düzenli, dağınık olmayan bir durum.
Derme çatma: Üzerine yeterince düşünülmeden, özensizce yapılmış olan.
Dert ortağı: Aynı sıkıntıyı paylaşan kişiler.
Dert yanmak: Birine dertleşmek, sızlanmak.
Dertsiz başını derde sokmak: Gereksiz yere sorun yaratan bir işe girişmek.
Deve kini: Geçmesi zor, unutulmayan bir kin.
Deve kuşu gibi: Sorunları görmezden gelerek davranmak.
Deve nalbanta bakar gibi: Yadırgayan bir tavırla bakmak.
Devede kulak: Büyük bir bütçeye göre çok küçük bir miktar.
Deveye boynun eğri demişler, nerem doğru ki demiş: Her yönüyle sorunlu bir işin durumu.
Deveye hendek atlatmak: Olmayacak kadar zor bir görev vermek.
Deveyi düze çıkarmak: Zorlukları ortadan kaldırıp işleri yoluna koymak.
Deveyi havutuyla yutmak: Aşikar bir hırsızlık yapıp herkesin gözünün önünde avantaj sağlamak.
Devlet kuşu: Beklenmedik yerden gelen şans ve zenginlik.
Dırdır etmek: Sürekli bir konuyu tekrar ederek can sıkmak.
Dırıltı çıkarmak: Sorunları büyüterek geçimsizlik yaratmak.
Dış kapının dış mandalı: Uzak akrabalar ya da tanıdıklar için söylenir.
Dışı hoca, içi baca: Görünüşle özün birbirinden farklı olduğu durumlar.
Dışı kalaylı, içi alaylı: Dışarıdan güzel görünen ama içeride sorun barındıran şey.
Dibine darı ekmek: Harcayıp bitirmek.
Didik didik etmek: Bir şeyi en ince ayrıntısına kadar araştırmak.
Dik dik bakmak: Birine sinirli bir şekilde göz atmak.
Dik kafalı: İnatçı, başkalarının sözlerine kulak asmayan kimse.
Diken üstünde olmak: Her an işten çıkarılma korkusunu taşımak.
Dikili ağacı olmamak: Hiçbir mülkü, malı veya geride bırakılacak bir şeyi olmamak.
Dikine gitmek: Kendi bildiğini okuyan, başkalarını dinlemeyen kimse.
Dikiş tuturamamak: Başarısızlık yaşamak.
Dikiz etmek: Birine gizlice göz atmak.
Dikte etmek: Birine zorla bir şeyi kabul ettirmeye çalışmak.
Dil ağız vermemek: Hastanın konuşamayacak duruma gelmesi.
Dil çıkarmak: Birisiyle alay etmek amacıyla davranmak.
Dil dökmek: Birini bir şey yapmaya ikna etmeye çalışmak.
Dil ebesi: Gereğinden fazla şakalar yaparak konuşan kişi.
Dil otu yemiş: Durmadan, dinlenmeden konuşan kimse.
Dil persengi: Tekrar tekrar edilen sözler.
Dil uzatmak: Birine aşağılayıcı sözler söylemek.
Dil yarası: Çok incitici bir sözün yarattığı kalıcı kırgınlık.
Dilden dile dolaşmak: Herkesçe konuşulmak, yaygın olarak bilmek.
Dile düşmek: Hakkında dedikodu yapmaya başlamak.
Dile gelmek: Konuşma yeteneği olmadan konuşmaya başlamak.
Dile getirmek: Bir meseleyi açıkça ifade etmek.
Dili güllü: Tatlı bir üslupla konuşan, güzel ifadeler kullanan kişi.
Dili tutulmak: Bir sebeple aniden konuşamaz hale gelmek.
Dili uzamak: Sınırlarını aşarak, düşünmeden konuşmak.
Dili uzun: Başkalarını kıracak, incitecek sözler sarf eden.
Dili varmamak: Bir şeyi söyleme konusunda gönlü razı olmamak.
Dili zifir: Kırıcı ve incitici sözler söyleyen kimseye hitap eder.
Dilimin ucunda: Çok iyi bilinen bir konuyu anımsayamamak, hatırlayamamak.
Dilin kemiği yok: Kişinin konuşma sırasında hata yapabileceği durumlar için kullanılır.
Dilinde tüy bitmek: Birine sürekli yol göstermekten bıkmak.
Dilinden anlamak: Birinin niyetini, duygularını ve düşüncelerini kavrayabilmek.
Dilinden düşürmemek: Sürekli olarak bir konudan bahsetmek.
Dilinden kurtulamamak: Yaptığı bir hata nedeniyle sürekli eleştirilmek.
Diline dolamak: Birini sürekli kötülemek, hakkında olumsuz konuşmak.
Diline pelesenk etmek: Bir sözü gereksiz yere tekrarlamak.
Diline yörük: Çok fazla konuşkan, durmadan laf eden kişi.
Dilini bağlamak: Birini söz söyleyemez duruma getirmek.
Dilini eşek arısı soksun: Hoşuna gitmeyecek bir şey söyleyen kişiye karşı söylenen bir ifade.
Dilini tutmak: İşin sonunu düşünerek, ölçülü ve dikkatli konuşmak.
Dilini yutmak: Korku veya şaşkınlık içinde konuşamaz hale gelmek.
Dilinin altında bir şey olmak: Kişinin söylenmeyen ama var olduğu anlaşılan bir niyeti olması.
Dilinin ucuna gelmek: Bir şeyi söylemek üzereyken vazgeçmek.
Dillerde dolaşmak: Herkesin hakkında konuştuğu, tanınan biri olmak.
Dillere destan olmak: Bir olayın halk arasında çokça konuşulması, meşhur olması.
Dilli düdük: Duyduğu her şeyi açıkça söyleyen kimse.
Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: Daha iyisini ararken elindekini kaybetmek.
Dinden imandan çıkmak: Aşırı derecede sinirlenmek.
Dingo’nun ahırı: Disiplinin olmadığı, herkesin serbestçe girebildiği yer.
Dini bütün: Dinine son derece bağlı, onu yaşamaya özen gösteren kişi.
Dip doruk: Tam anlamıyla, eksiksiz bir durum.
Dipsiz kile boş ambar: Para veya mal tutamayan birinin durumu ya da verimsiz bir şeyin anlatımı.
Direk direk bağırmak: Yüksek sesle haykırmak.
Dirsek çevirmek: Önceden çok iyi anlaşılan kişileri uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak.
Dirsek çürütmek: Uzun yıllar süren bir çaba ile bir iş üzerinde çalışmak.
Diskur geçmek: Nutuk çekmek, uzun bir konuşma yapmak.
Diş bilemek: Kızdığı birine zarar vermek için uygun fırsatı beklemek.
Diş geçirememek: Birine istediğini yaptırmakta zorlanmak.
Diş gıcırdatmak: Öfkeyi ve kızgınlığı davranışlarla ifade etmek.
Diş göstermek: Gücünü hissettirmek, birine güçle tehditte bulunmak.
Diş kirası: Bir işten alınan fazladan kazançlar.
Dişe dokunur: Önemli ve dikkat çeken bir şey yapmak.
Dişinden tırnağından artırmak: Yiyecek ve giyecekten keserek tasarruf etmek.
Dişine göre: Kendi yeteneklerine ve gücüne uygun olan.
Dişini sıkmak: Dayanmak ve katlanmak.
Dişini tırnağına takmak: Sıkıntılarla birlikte tüm gücüyle çalışmak.
Dişinin kovuğuna bile gitmemek: Bir yiyeceğin yetersiz gelmesi.
Divan durmak: Saygı göstererek, önemli birinin önünde beklemek.
Diyalog kurmak: Karşılıklı iletişime başlamak.
Diz çökmek: Teslim olmak, birinin gücünü kabul etmek.
Dize gelmek: Boyun eğmek, birine teslim olmak.
Dize getirmek: Birinin kendi isteğini yapmasını sağlamak.
Dizginini kısmak: Yetki alanını daraltmak.
Dizginleri ele almak: Bir yeri yönetmeye başlamak.
Dizginleri salıvermek: Sıkı yönetimi gevşetmek.
Dizinde oturup sakalını yolmak: Kendisine menfaati olan birine zarar vermek.
Dizini dövmek: Çok pişman olmak.
Dizinin dibinde: Sürekli yanındaymış gibi kalmak.
Dizleri kesilmek: Yorulup derman kalmamak.
Dizlerine kapanmak: Kendini küçük düşürecek kadar yalvarmak.
Dizlerinin bağı çözülmek: Heyecan, korku veya yorgunluktan ayakta duramamak.
Dobra dobra konuşmak: Çekinmeden açıkça düşüncelerini ifade etmek.
Dobra dobra söylemek: Hiçbir çekince olmadan, açıkça söylemek.
Doğmamış çocuğa don biçmek: Henüz gerçekleşmemiş bir şey için hazırlık yapmak.
Dokuz ayın çarşambası bir araya gelmek: Birden fazla işin aynı zamana sıkışması.
Dokuz doğurmak: Korkudan veya çok istenen bir şeyin olmasını beklemek.
Dokuz körün bir değneği: Yakınlarının yardım beklediği kişi.
Dokuz köyden kovulmuş: Olumsuz tavırları nedeniyle hiçbir yerde tutunamamak.
Dokuz yorgan eskitmek: Ortalamadan daha iyi bir yaşam sürmek.
Dolaba girmek: Tuzağa düşmek.
Dolap beygiri gibi dönüp durmak: Dar bir alanda boşuna zaman harcamak.
Dolap çevirmek: Hileli bir şekilde iş yapmak.
Dolma yutmak: Kanmak, aldanmak.
Dolmuş yapmak: Bir meslek edinmek.
Dolu dizgin: Hızla, tam gaz devam eden bir durum.
Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: İçinden çıkılması zor bir durumu tanımlamak için.
Domuzdan kıl çekmek: Çok cimri birinden bir şey almak.
Don gömlek: Sadece don ve gömleğiyle kalmış kişi.
Dost kazığı: Birlikte çalışanların birbirine zarar vermesi.
Dostlar alışverişte görsün: Sadece gösteriş için yapılan işler.
Dozunu ayarlamak: Ölçülü bir şekilde hareket etmek.
Dökülüp saçılmak: Bir şeye aşırı para harcamak.
Döner taşı, öter kuşu olmamak: Hiçbir şeye sahip olmamak.
Dönüm noktası: Bir durumu değiştiren, kritik bir aşama.
Dört ayak üstüne düşmek: Tehlikeli bir durumdan zarar görmeden kurtulmak.
Dört başı mamur: Her açıdan tatmin edici ve eksiksiz olan.
Dört dönmek: Bir işi yaparken telaşla koşturmak.
Dört dörtlük: Tam anlamıyla, eksiksiz bir durum.
Dört duvar arasında: Kapalı bir yerde, evde olmak.
Dört elle sarılmak: Bir işe büyük bir özveriyle yaklaşmak.
Dört gözle ağlamak: Gereğinden fazla sızlanmak.
Dört gözle bakmak: Çok dikkatli ve dikkatli bir şekilde gözlem yapmak.
Dört gözle beklemek: Sabırsızlıkla, özlemle beklemek.
Dört köşe olmak: Büyük sevinç duymak.
Dört üstü murat üstü: Her şeyi yolunda giden, keyifli biri.
Dört yanı deniz kesilmek: Bir yerden yardım alma umudunun kalmaması.
Dudak bükmek: Bir şeyi beğenmediğini belli etmek.
Dudak ısırmak: Hayran kalmak.
Dudak sarkıtmak: Üzüntüsünü ya da hoşnutsuzluğunu yüz ifadesiyle göstermek.
Duman attırmak: Birini zor bir duruma sokmak.
Duman etmek: Ortalığı karıştırmak, yok etmek.
Duman olmak: Çok kötü bir duruma düşmek.
Dumanı üstünde: Çok taze, yeni.
Dumura uğramak: İşlevini yitirmek, duraksamak.
Duygularına kapılmak: Hislerinin etkisiyle karar vermek.
Duygusal kapışma: Yoğun hislerle dolu bir tartışma.
Duyulmaz ses: Kimi zaman insanın duymadığı, ama var olan bir durum.
Duyumsamak: Hissetmek, algılamak.
Duyumlarıyla oynanmak: Bilgi eksikliği nedeniyle yanıltılmak.
Duyumsuz olmak: Hislerini ifade etmemek.
Duyurmak: Bilgi vermek.
Duyuru yapmak: İletişim kurmak.
Duyuru panosu: İletişim alanı.
Duyuru sayfası: İletişim için bir platform.
Duyuru sesi: Önemli bir bilgilendirme.
Duyuru talep etmek: Bilgi almak.
Duyuruyu dikkate almak: İletilen bilgiyi önemsemek.
Duyuru yapılmak: Bilgi aktarımında bulunmak.
Duyuru metni: İletişimde kullanılacak yazılı bilgi.
Dili açılmak: Konuşma güçlüğü çeken birinin birden bire konuşmaya başlaması.
Dili ağırlaşmak: Hastalıktan ötürü zor konuşur hale gelmek.
Dili dolaşmak: Heyecan veya korku nedeniyle kelimeleri düzgün ifade edememek.
Dili döndüğü kadar: Anlatma imkânı doğrultusunda.
Dili dönmemek: Söylenmesi gereken bir sözü düzgün ifade edememek.
Daldan Dala Konmak: Sürekli olarak bir konudan diğerine geçmek, dikkati bir yerde toplayamamak anlamında kullanılır.
Damarına Basmak: Bir kişinin en hassas noktasına dokunmak, onu kızdırmak ya da sinirlendirmek anlamında kullanılır.
Damlaya Damlaya Göl Olur: Küçük küçük birikimlerin zamanla büyük şeylere dönüşeceği anlamında kullanılan bir deyimdir.
Darmadağın Olmak: Tamamen dağılmak, düzenin bozulması ve toparlanamaz hale gelmek anlamında kullanılır.
Darp Etmek: Bir kişiye fiziksel şiddet uygulamak, onu dövmek anlamında kullanılır.
Davul Zurna Çalmak: Bir şeyi büyük bir gösterişle ya da aleni bir şekilde yapmak, herkesin haberdar olacağı şekilde davranmak anlamında kullanılır.
Davulun Sesi Uzaktan Hoş Gelir: Bir şeyin ya da durumun dışarıdan bakıldığında iyi ve güzel göründüğü, ancak içine girildiğinde o kadar da iyi olmadığı anlamında kullanılan bir deyimdir.
Değirmen Taşı Gibi: Çok ağır ve zor ilerleyen işler ya da durumlar için kullanılır.
Değişen Bir Şey Yok: Bir olay ya da durumun aslında beklenilen ya da istenilen şekilde bir değişikliğe uğramadığını ifade eden bir deyimdir.
Delidolu: Aşırı coşkulu, ne yaptığını bilmeyen ve sorumsuzca davranan kişiler için kullanılır.
Delip Geçmek: Bir şeyi ya da durumu büyük bir hızla ve kuvvetle aşmak, zor bir işi başarmak anlamında kullanılır.
Deli Rüzgar Gibi Esmek: Çok hızlı ve kontrolsüz bir şekilde davranmak ya da hareket etmek anlamında kullanılır.
Deli Kimi: Tamamen kontrolsüz, ne yaptığını bilmeyen, dengesiz bir şekilde davranmak anlamında kullanılır.
Deli Gibi Sevmek: Aşırı derecede ve büyük bir tutkuyla birini sevmek anlamında kullanılır.
Deli Dolu: Cesur, coşkulu ve umursamaz bir yapıya sahip olan kişiler için kullanılan bir deyimdir.
Deli Divane: Aşırı tutkulu ve ne yaptığını bilmeyen bir şekilde birine ya da bir şeye bağlı olan kişiler için kullanılır.
Deli Dumrul Gibi: Herkese meydan okuyan, zorba ve güçlü olduğunu göstermek isteyen kişiler için kullanılan bir deyimdir.
Deli Fişek: Çok enerjik, hareketli ve kontrol edilemez bir şekilde davranan kişiler için kullanılır.
Delikanlı: Genç, cesur ve dürüst olan erkekler için kullanılan bir deyimdir.
Demir Atmak: Bir yere yerleşmek ya da bir yerde uzun süre kalmak anlamında kullanılır.
Demir Bağlamak: Bir işin ya da olayın çok sağlam, güvenilir ve dayanıklı bir şekilde ilerlediğini ifade eden bir deyimdir.
Demir Yumruk: Çok sert ve katı bir şekilde yönetilen durumlar ya da kişiler için kullanılır.
Denize Düşen Yılana Sarılır: Zor durumda olan bir kişinin kurtuluş umuduyla, normalde tercih etmeyeceği ya da güvenmeyeceği birine ya da bir duruma başvurmak zorunda kalması anlamında kullanılan bir deyimdir.
Derdine Derman Bulmak: Bir kişinin sorununa ya da sıkıntısına çözüm bulmak, onu rahatlatmak anlamında kullanılır.
Dereyi Görmeden Paçayı Sıvamak: Bir işi ya da durumu tam anlamıyla çözmeden ya da başarmadan, sonuç alındığını sanmak anlamında kullanılan bir deyimdir.
Ders Vermek: Bir kişiye bir konuda öğüt ya da ders niteliğinde bilgi vermek, onu eğitmek anlamında kullanılır.
Dibe Vurmak: Çok kötü bir duruma düşmek, dibe kadar inmek anlamında kullanılır.
Dik Durmak: Zorluklara rağmen güçlü ve kararlı bir şekilde ayakta kalmak anlamında kullanılır.
Diken Üstünde Oturmak: Çok gergin ve rahatsız edici bir durum içinde olmak anlamında kullanılır.
Dil Dökmek: Bir kişiyi ikna etmek ya da ona bir şey kabul ettirmek için çok fazla konuşmak anlamında kullanılır.
Dil Yarası: Sözle söylenenlerin kalıcı bir iz bırakması, fiziksel yaradan daha derin etkiler yaratması anlamında kullanılır.
Dili Dönmemek: Bir konuda konuşma yeteneğini kaybetmek ya da doğru kelimeleri bulamamak anlamında kullanılır.
Dilimde Tüy Bitti: Bir kişiye aynı şeyi defalarca söylemekten bıkmak, yorulmak anlamında kullanılır.
Dilini Eşek Arısı Soksun: Kötü, hoş olmayan ya da zarar verici sözler söyleyen bir kişiye karşı söylenen beddua niteliğinde bir deyimdir.
Dillere Destan: Çok meşhur, herkes tarafından konuşulan, övgüyle anılan bir şey ya da olay anlamında kullanılır.
Dimdik Ayakta Durmak: Zor koşullara rağmen sağlam bir duruş sergilemek, pes etmemek anlamında kullanılır.
Dip Diri: Çok canlı, enerjik ve sağlıklı görünmek anlamında kullanılır.
Dipsiz Kuyu: Sonsuz, derin ve içinden çıkılması zor durumlar için kullanılan bir deyimdir.
Direksiyon Başında: Bir işin ya da durumun yönetimini elinde tutan, kontrolü sağlayan kişi anlamında kullanılır.
Dirsek Çürütmek: Bir konuda çok çalışmak, uzun süre emek vermek anlamında kullanılır. Özellikle akademik başarılarla ilişkili olarak sıkça kullanılır.
Dirsek Teması: İki kişinin ya da tarafın çok yakın iş birliği içinde olduğu durumları ifade eder.
Divane Olmak: Aşırı derecede birine ya da bir şeye düşkün olmak, aklını kaçıracak şekilde bağlanmak anlamında kullanılır.
Diz Çökmek: Bir kişiye ya da güce boyun eğmek, teslim olmak anlamında kullanılır.
Dize Getirmek: Bir kişiyi ya da durumu kontrol altına almak, zayıflatmak ve teslim olmasını sağlamak anlamında kullanılır.
Dizginleri Elden Bırakmamak: Bir işi ya da durumu sıkı bir şekilde kontrol altında tutmak, yönetimi asla bırakmamak anlamında kullanılır.
Doğru Söz: Dürüst ve samimi bir şekilde söylenen, gerçeği ifade eden söz anlamında kullanılır.
Doğru Yolda Olmak: Ahlaki ya da doğru kabul edilen bir çizgide ilerlemek, düzgün ve dürüst davranmak anlamında kullanılır.
Dolap Çevirmek: Gizli bir iş ya da hile yapmak, bir planı gizlice yürütmek anlamında kullanılır.
Dolanbaçlı Yol: Karmaşık, dolambaçlı ve zor ilerleyen yollar ya da süreçler için kullanılan bir deyimdir.
Dolup Taşmak: İçinde çok fazla birikmiş duygu, düşünce ya da durumun patlama noktasına gelmesi, taşma noktasına gelmek anlamında kullanılır.
Dost Kazığı: Bir kişinin çok güvendiği birinden beklenmedik bir şekilde zarar görmesi, ihanet anlamında kullanılan bir deyimdir.
Dostlar Alışverişte Görsün: Bir işin sadece göstermelik olarak yapıldığını, aslında özünde önemli bir şey yapılmadığını ifade eder.
Dostluk Kapısı: Bir kişiyle ya da grupla iyi ilişkiler kurmak için açık olan fırsatlar ya da olanaklar anlamında kullanılır.
Dudak Uçuklatmak: Bir şeyin ya da durumun çok şaşırtıcı, inanılmaz derecede büyük ya da pahalı olması anlamında kullanılır.
Düğüm Çözmek: Karmaşık bir sorunu ya da durumu başarıyla çözmek anlamında kullanılır.
Düşeş Gelmek: Bir olayın ya da durumun tam istenildiği gibi, çok şanslı bir şekilde gerçekleşmesi anlamında kullanılır.
Düşe Kalka: Zorluklarla ve hatalar yaparak ilerlemek, öğrenmek anlamında kullanılır.
Düşe Kalmamak: Bir kişinin ya da durumun çok zor duruma düşmemesi, ayakta kalmayı başarması anlamında kullanılır.
Düşük Kalibre: Beklenen ya da istenen seviyede olmayan, yetersiz kalan durumlar ya da kişiler için kullanılır.
Düşman Çatlatmak: Bir başarı ya da güzellikle kıskançlık uyandırmak, rakiplerini ya da düşmanlarını sinirlendirmek anlamında kullanılır.
Düşmanı Gafil Avlamak: Bir kişiyi ya da grubu hazırlıksız bir anda yakalamak, beklenmedik bir şekilde üstünlük sağlamak anlamında kullanılır.
Düşmanlık Tohumu Eklemek: Bir grubun ya da kişilerin arasına nifak sokarak aralarında düşmanlık yaratmak anlamında kullanılır.
Düşük Profil: Bir kişinin ya da durumun çok dikkat çekmeyecek şekilde, gizli ya da mütevazı bir şekilde varlığını sürdürmesi anlamında kullanılır.
Düşünce Yelkenlerini Açmak: Bir kişinin hayal gücünü ya da yaratıcı fikirlerini özgürce serbest bırakması, geniş düşünmesi anlamında kullanılır.
Düşünce Dünyası: Bir kişinin düşünce tarzı, fikirleri ve zihinsel yapısı anlamında kullanılır.
Düşünmekten Saçları Beyazlamak: Bir konu ya da sorun hakkında sürekli endişe etmek ve çok fazla düşünmekten dolayı yaşlanmak, yıpranmak anlamında kullanılır.
Düşüncesizce Konuşmak: Bir kişinin düşünmeden, ağzından çıkanın sonuçlarını hesaba katmadan konuşması anlamında kullanılır.
Dümen Kırmak: Bir kişiyi ya da durumu ani bir kararla farklı bir yöne çevirmek, stratejik bir hamle yapmak anlamında kullanılır.
Dünyanın En Mutlu İnsanı Olmak: Bir kişi ya da olaydan dolayı aşırı derecede mutlu olmak, sevinçten havalara uçmak anlamında kullanılır.
Dünya Gözünde Kararmak: Bir kişinin bir olaydan dolayı büyük bir şok ya da hayal kırıklığı yaşaması, gözlerinin önünde her şeyin karardığı hissine kapılması anlamında kullanılır.
Dünyaya Gelmiş Geçmiş En…: Bir kişi ya da olayın aşırı derecede bir özelliğe sahip olduğunu abartılı bir şekilde ifade etmek için kullanılan bir deyimdir (en iyi, en kötü gibi).
Dünyanın Merkezine Koymak: Bir kişi ya da durumu aşırı derecede önemsemek, onun her şeyin merkezinde olduğunu düşünmek anlamında kullanılır.
Dünyayı Yıkmak: Büyük bir felaket, kriz ya da çok ciddi bir olay yaşamak anlamında kullanılır.
Düzen Kurmak: Bir kişi ya da grup için bir plan, sistem ya da yapı oluşturmak anlamında kullanılır.
Düzene Girmek: Dağınık ya da sorunlu bir durumu toparlayıp yeniden kontrol altına almak, düzenli bir hale getirmek anlamında kullanılır.
Düz Ovaya İnememek: Bir kişinin bir sorunu ya da durumu doğrudan, basit bir şekilde çözmek yerine karmaşık yollar tercih etmesi anlamında kullanılır.
Düz Yolda Tökezlemek: Çok basit ve kolay bir durumda bile hata yapmak, başarısız olmak anlamında kullanılır.
Düzgün Adam: Dürüst, güvenilir ve ahlaklı bir kişi anlamında kullanılan bir deyimdir.
Düzenbaz: Hileli, sahtekâr ve dolambaçlı yollara başvurarak iş yapan kişi anlamında kullanılır.
Düzmece: Gerçek olmayan, sahte olarak düzenlenmiş ve hileli bir durum ya da belge anlamında kullanılır.
Yaşlıca, ağırbaşlı ve temiz kalpli adamlar için kullanılan “baba adam” ifadesi, olgun ve güvenilir bir karakteri tanımlar. Birinin söz veya eylemlerini onayladığımızda “babana rahmet” deriz, yani “tam da benim düşündüğüm gibi” anlamında. Babasının oğlu ise babasına her açıdan benzeyen kişiyi tarif eder. Küçük yaşta olmasına rağmen birçok huy edinmiş çocuklar içinse “bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var” denir.
Ailevi sorunlar yaşayan ya da büyük bir sıkıntıya giren kişi için “bacası tütmez olmak” ifadesi kullanılırken, ördek gibi yanlara sallanarak yürüyen kişiler için “badi badi yürümek” denir. Tehlikeli bir durumu atlattığımızda ise “badireyi atlatmak” tabiri yerinde olur.
Bir yeri ya da pozisyonu terk etmeyip gelişmeyen kişiler için “bağlandığı yerde otlamak” denir. Birini çok sevmek, bağrına basmakla ifade edilirken, sessizce acılarına katlananlar için “bağrına taş basmak” kullanılır. Aşırı coşkulu davrananlar için “bahar başına vurmak” denilirken, bir konuyu konuşmaya açmak “bahis açmak” olarak ifade edilir. Şansı yaver gidenler “bahtı açık” olurken, işleri ters gidenlerin *”bahtı kara”*dır.
Bakkal çakkal, küçük esnafı küçümsemek için kullanılırken, düzensiz ve karışık defterler “bakkal defteri” ile nitelendirilir. Birinin sabrı tükenip kötü sözler söylediğinde “baklayı ağzından çıkarmak” denir. Haylaz ve başıboş kişiler için “baldırı çıplak” tabiri kullanılır. Bir konuda şüphe uyandırmak için ise “balgam atmak” deyimi kullanılır.
Sıkışık bir şekilde yerleştirilen şeyler için “balık istifi” tabiri uygunken, imkânsız olaylar karşısında “balık kavağa çıkınca” ifadesi kullanılır. Asılsız söylentiler yaymak “balon uçurmak” ile ifade edilirken, hiç bozulmamış ormanlar “balta değmemiş” olarak tanımlanır. Yanlış bir söz söyleyip hata yapan kişi “baltayı taşa vurur.”
Bir kişinin hassas noktasına dokunulduğunda “bam teline basmak” kullanılır. Yağan şiddetli yağmur için “bardaktan boşanırcasına” tabiri yerinde olur. İç karışıklık ve kaosun her an patlayabileceği yerler için “barut fıçısı gibi” denir. Çok sinirlenen kişiler için “barut kesilmek” uygunken, savaşın yaklaştığını hissettiğimizde “barut kokusu gelmek” ifadesi kullanılır.
Bir fırsatı kullanarak yükselmek isteyenler için “basamak yapmak” tabiri yerinde olurken, kötü olayları fark etse bile harekete geçmeyenlerin “basireti bağlanmıştır.” Uğursuzluk getirenler için “bastığı yerde ot bitmez” ifadesi uygun olur. Bir işi özensiz yapanlar ise “baştan savma” olarak tanımlanır.
Baba adam: Yaşını almış, olgun, hayat tecrübeleriyle dolu, güvenilir ve iyi kalpli adam.
Babana rahmet: Söylediklerin veya yaptıkların tam da benim düşündüğüm gibi. Aynı fikirdeyim, onaylıyorum.
Babasının oğlu: Tıpkı babası gibi davranan, ona karakter olarak benzeyen kişi.
Bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var: Yaşı küçük olmasına rağmen olgun insanların sergilediği farklı tavırları edinen çocuk için söylenir.
Bacası tütmez olmak: Aile düzeninin bozulması, evde huzurun kalmaması veya büyük sıkıntılarla karşılaşmak.
Badi badi yürümek: Ördek gibi yanlara doğru sallanarak, kısa adımlarla yürümek.
Badireyi atlatmak: Zorlu ve tehlikeli bir durumu sorunsuz bir şekilde geçmek, atlatmak.
Bağdaş kurmak: Bir ayağını diğer uyluğunun altına yerleştirerek, rahat bir oturma pozisyonuna geçmek.
Bağdat harap: Aşırı derecede aç olmak, neredeyse dayanamayacak kadar acıkmak.
Bağlandığı yerde otlamak: Olduğu yerde durup ilerleyememek, hep aynı noktada kalmak.
Bağrı yanık: Büyük acılar ve dertlerle mücadele eden, içi yanan insan.
Bağrına basmak: Birine büyük sevgi ve şefkatle yaklaşmak, onu sahiplenmek.
Bağrına taş basmak: Başına gelen olumsuzluklara sessizce katlanmak, acıya sabretmek.
Bahar başına vurmak: Coşkulu bir ruh haline bürünüp, heyecanla aşırı davranışlar sergilemek.
Bahis açmak: Bir konu veya kişi hakkında konuşmaya başlamak, söz etmek.
Bahtı açık olmak: Şansı ve talihi yanında olan, işleri hep yolunda giden kimse.
Bahtı bağlı olmak: İşlerinde bir türlü başarı elde edemeyen, şansı yaver gitmeyen kimse.
Bahtı kara olmak: Sürekli şanssızlıklar yaşayan, işleri bir türlü yolunda gitmeyen kişi.
Bahtına küsmek: Sürekli olumsuz olaylarla karşılaşan kişinin kaderine boyun eğmesi, karamsarlığa kapılması.
Bakkal çakkal: Küçük esnafa küçümseyici bir bakışla hitap etmek için kullanılır.
Bakkal defteri: Karışık, düzensiz ve yıpranmış notlar ya da evraklar.
Baklayı ağzından çıkarmak: Birinin sabrı tükenip, sakladığı olumsuz gerçekleri söylemesi.
Baldırı çıplak: Toplum tarafından hor görülen, başıboş gezen kimse.
Balgam atmak: Bir konu hakkında şüphe uyandıran, güvensiz sözler söylemek.
Balık istifi: İnsanların ya da eşyaların çok sıkışık ve üst üste istiflenmiş hali.
Balık kavağa çıkınca: Gerçekleşmesi imkansız olan olaylar için kullanılır.
Balon uçurmak: Gerçekliği olmayan dedikodular yaymak, asılsız haberler çıkarmak.
Balta değmemiş: Hiç el değmemiş, bakir kalmış ormanlar ya da doğa için kullanılır.
Baltayı taşa vurmak: Farkında olmadan, karşısındaki insanı kıracak sözler sarf etmek.
Bam teline basmak: Birinin hassas olduğu bir konuyu açarak onu kızdırmak.
Bana mısın dememek: Bir durumu hiç umursamamak, aldırış etmemek.
Bardaktan boşanırcasına: Çok yoğun bir şekilde, şiddetli yağan yağmur veya başka bir şey için söylenir.
Barut fıçısı gibi: Her an patlamaya hazır, tehlikeli ve gergin bir ortam için kullanılır.
Barut kesilmek: Ani ve aşırı öfkelenmek, kontrolsüz bir şekilde sinirlenmek.
Barut kokusu gelmek: Yakında çıkacak bir tehlike ya da kargaşayı hissetmek.
Basamak yapmak: Yükselebilmek için mevcut durumdan geçici olarak faydalanmak.
Basireti bağlanmak: Tehlikeyi ya da olumsuzlukları fark ettiği halde doğru hareket edememek.
Bastığı yerde ot bitmemek: Gittiği her yere uğursuzluk getiren kişi için kullanılır.
Baston yutmuş gibi: Dimdik, hiç eğilmeden, sert bir duruş sergileyerek yürümek.
Baş ağrıtmak: Çok konuşarak ya da sürekli aynı konuda şikayet ederek insanları bıktırmak.
Baş aşağı gitmek: İşlerin kötüye gitmesi, daha da kötü bir hale gelmek.
Baş başa vermek: Bir konu üzerinde ortaklaşa çalışmak, birlikte çözüm aramak.
Baş edememek: Bir durumun ya da işin üstesinden gelememek, gücü yetmemek.
Baş göz etmek: Birini evlendirmek, yuva kurmasını sağlamak.
Baş kaldırmak: Karşı gelmek, itaatsizlik etmek ya da ayaklanmak.
Baş koymak: Bir amacı gerçekleştirmek için her türlü fedakarlığı göze almak, bu uğurda her şeyi feda etmek.
Baş tacı etmek: Birine çok değer vermek, onu başının üstünde tutmak.
Baş yemek: Birinin ölümüne yol açacak bir olaya sebep olmak.
Başa gelmek: İstenmeyen bir durumla karşılaşmak, beklenmedik olaylar yaşamak.
Başa güreşmek: En yüksek başarıyı elde edebilmek için en önde mücadele etmek.
Başı altından çıkmak: Kötü bir olayın ya da komplonun ardındaki kişinin o olduğunun ortaya çıkması.
Başı bağlı olmak: Nişanlı ya da evli olmak.
Başı belada olmak: Büyük bir sorun ya da tehlikeyle karşı karşıya kalmak.
Başı dara düşmek: Çok ciddi ve zor bir durumda kalmak.
Başı derde girmek: Kötü ve istenmeyen bir duruma düşmek, başı sıkışmak.
Bu deyimleri yeniden ifade ederek, özgünleştirip genişletilmiş olarak sundum.
Bıçak Kemiğe Dayanmak: Artık sabrın son noktasına gelmek, bir durumun daha fazla tahammül edilemez hale gelmesi.
Bıçak Sırtı: Çok hassas bir durumda bulunmak, çok az bir yanlış hareketle kötü bir duruma düşmek.
Bıyık Altından Gülmek: Bir duruma alay ederek ya da hafife alarak gizlice gülmek, belli etmeden dalga geçmek.
Bıyığı Terlemek: Henüz genç yaşta olmak, gençliğe yeni adım atmak, bedenen ya da ruhen olgunlaşmak.
Bırakın Yağmuru, Dolu Yağsın: Olumsuz bir durumun daha kötü hale gelmesini ifade etmek, “ne olursa olsun” demek.
Bileğinin Hakkıyla: Tamamen kendi emeğiyle, çaba harcayarak başarıya ulaşmak, kimseye muhtaç olmadan başarmak.
Bilgiçlik Taslamak: Her şeyi biliyormuş gibi davranmak, ukalalık yapmak, kendini olduğundan bilgili göstermek.
Bir Ayağı Çukurda: Yaşlı ya da çok hasta bir kişi için, ölümün eşiğinde olmak.
Bir Avuç İnsan: Çok az sayıda kişi, küçük bir topluluk.
Bir Dediğini İki Etmemek: Birinin her isteğini yerine getirmek, tüm taleplerini karşılamak.
Bir Derdi Bin Para: Çok küçük bir sıkıntıyı büyüterek anlatmak, abartarak şikayet etmek.
Bir Elin Nesi Var, İki Elin Sesi Var: Tek başına bir işin üstesinden gelmek zor olabilir, ancak birlikte çalışıldığında daha büyük işler başarılır.
Bir Kalemde Silmek: Birini ya da bir durumu tamamen gözden çıkarmak, artık önem vermemek.
Bir Kulaktan Girip Diğerinden Çıkmak: Duyulan ya da söylenen şeylere hiç önem vermemek, dikkate almamak.
Bir Lokmada Yutmak: Bir işi ya da durumu hızlı ve kolay bir şekilde halletmek, çabucak başarmak.
Bir Ölüp Bin Dirilmek: Çok zorlu bir süreçten geçip daha güçlü bir şekilde hayata devam etmek.
Bir Yastıkta Kocamak: Evlilikte uzun yıllar boyunca bir arada mutlu bir şekilde yaşamak, evliliğin ömür boyu sürmesi.
Bir Yaşına Daha Girmek: Beklenmedik ya da şaşırtıcı bir olay karşısında çok şaşırmak, “Böyle bir şey mi olur?” anlamında söylenen bir söz.
Bir Yudum Suya Muhtaç Olmak: Çok zor ve çaresiz bir duruma düşmek, hiçbir imkana sahip olamamak.
Bir Zamanlar: Geçmişte kalan bir dönem, eski zamanlar, eskiden.
Bir Zamanlar Rumeli’de: Geçmiş dönemlerde Balkanlar’da ya da Osmanlı’nın Rumeli bölgesinde yaşanan olayları anlatmak için kullanılan bir ifade.
Birazdan Geliyorum: Bir işin ya da olayın çok kısa süre içinde gerçekleşeceğini ifade etmek.
Birlikten Kuvvet Doğar: İnsanların birlik olduklarında, iş birliği yaptıklarında daha güçlü olduklarını ve daha büyük işler başardıklarını anlatan bir söz.
Bit Palas: Eski, harap ya da bakımsız bir yer anlamında kullanılan bir deyim.
Bitli Bakla Kabuk Kaldırmaz: Fakir ya da zavallı biri hakkında olumsuz konuşan kişiye söylenen, “sen de aynı durumdasın, ne konuşuyorsun” anlamına gelen bir söz.
Boğaz Boğaza Gelmek: Şiddetli bir kavgaya girişmek, neredeyse birbirlerine saldırmak.
Boğazına Kadar Borçta Olmak: Çok büyük miktarda borca sahip olmak, borç batağına batmak.
Boğazından Geçmemek: Bir yiyeceğin ya da içeceğin, iştah olmamasından dolayı yenip içilememesi durumu.
Boğazı Kurumak: Çok susamak, uzun süre bir şey içmemekten ötürü susuzluk çekmek.
Boğazı Sıkışmak: Bir konuda çok sıkıntıya düşmek, çaresiz kalmak.
Bol Keseden Atmak: Olmayacak şeyleri abartarak anlatmak, boş vaatlerde bulunmak, gerçek dışı sözler söylemek.
Borcu Boynuna Binmek: Borçlarının aşırı derecede artması ve bu yükün kişiyi zor duruma sokması.
Borçtan Kurtulmak: Kişinin maddi sıkıntılarını aşması, borçlarını ödeyip rahatlaması.
Boş Boş Bakmak: Anlamsız bir şekilde, düşüncesizce bir yere ya da bir kimseye bakmak.
Boş Gezenin Boş Kalfası: Hiçbir iş yapmayan, sürekli aylak gezen kişilere söylenen alaycı bir ifade.
Boş Zamanı Olmamak: Kişinin çok meşgul olması, sürekli bir iş içinde olması ve boş vakti kalmaması.
Boyunun Ölçüsünü Almak: Yapamayacağı bir işe kalkışıp başarısız olmak ve bundan ders almak.
Boyu Boyuna, Posu Posuna Uymak: İki kişinin hem fiziksel hem de kişilik olarak birbirine çok uygun olması.
Boz Bulanık: Ne olduğu tam belli olmayan, karışık ve belirsiz bir durumu ifade eder.
Bozacının Şahidi Şıracı: Bir kişinin tanıklığının güvenilmez olduğunu ifade etmek için kullanılır, çünkü tanık da çıkar ilişkisi içindedir.
Böğrüne Taş Basmak: Büyük bir acı ya da üzüntüye dayanmak zorunda kalmak, içindeki sıkıntıyı sessizce çekmek.
Böyle Gelmiş Böyle Gider: Uzun süredir var olan bir durumu değiştirmek zordur, bu durum aynı şekilde devam eder anlamında kullanılır.
Budala Kafasına Balyoz Lazım: Akılsızca davranan birine sert bir uyarı ya da ders vermek gerektiğini ifade eden bir deyimdir.
Buğday Tanesi Kadar: Çok küçük, minicik bir şeyi anlatmak için kullanılır.
Bul Pusuyu, Devran Sürsün: Bir fırsat ya da avantajı değerlendirip keyfini çıkarmak anlamında kullanılır.
Bulaşık Suyuna Dönmek: Çok fazla yorgun düşmek ya da hastalıktan bitkin hale gelmek.
Bülbül Gibi Şakımak: Çok güzel konuşmak, tatlı dille ve etkili bir şekilde hitap etmek anlamına gelir.
Bunun Adı Konmaz: Bir olay ya da durumun tam anlamıyla tarif edilemeyecek kadar karmaşık olduğunu ifade eder.
Bunun Hesabı Sorulmaz: Karşılıklı dostluk ya da iyilik içeren bir durum için yapılan iyiliklerin ya da yardımların karşılığı beklenmez anlamında kullanılır.
Burnundan Fitil Fitil Getirmek: Bir kişiyi yaptığı bir işten ya da davranıştan dolayı pişman etmek, ona büyük bir zarar ya da sıkıntı vermek.
Burnunun Dibinde: Çok yakınında, hemen yanı başında olan bir şeyi fark edememe durumu için kullanılır.
Burnunun Direği Sızlamak: Büyük bir üzüntü ya da acı karşısında duyulan yoğun duygusal acıyı ifade eder.
Burnu Büyümek: Kibirlenmek, kendini üstün görmek ve insanlara küçümseyici bir tavırla yaklaşmak.
Burnu Kaf Dağı’nda: Kendisini çok büyük gören, başkalarına küçümseyici bakışlarla yaklaşan kişi için kullanılır.
Burnu Kanamadan Kurtulmak: Bir tehlikeli durumu ya da sorunu en ufak bir zarar görmeden atlatmak.
Burnunu Sokmak: Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışmak, başkalarının işlerine müdahale etmek anlamında kullanılır.
Burun Buruna Gelmek: İki kişi ya da şeyin çok yakın mesafede karşı karşıya gelmesi durumu.
Burun Kıvırmak: Bir şeye ya da kişiye küçümseyici bir tavırla yaklaşmak, beğenmemek, hor görmek.
Buz Kesti: Bir ortamın ya da kişinin çok soğuk ve donuk bir hale gelmesi, adeta donmuş gibi olmak.
Bıçak sırtı: Çok yakın, çok az bir fark anlamında kullanılan bir deyimdir.
Bıyığı balta kesmemek: Hiç kimseden çekinmeyecek bir duruma ulaşmak demektir.
Bıyığı terlemek: Bıyıkları yeni yeni çıkmaya başlayan birini tanımlamak için kullanılır.
Bıyığını bulaştırmak: Yaptığı işi en yakınına dahi hissettirmeden sürdürmek anlamındadır.
Bıyık altından gülmek: Eğlenirken belli etmemeye çalışarak gülmek anlamına gelir.
Biçilmiş kaftan: Tam anlamıyla uygun, elverişli bir durumu ifade eder.
Bildiğinden şaşmamak: Kendi bildiği yolda hiçbir telkin ya da uyarıyı dikkate almadan devam etmek demektir.
Bildiğini okumak: Hiç kimseyi dinlemeden, istediği gibi davranmak anlamına gelir.
Bile bile lâdes: Kötü bir durumu bile bile kabullenmek ifadesidir.
Bilgiçlik taslamak: Kendini aşırı bilgili biri olarak göstermek anlamında kullanılır.
Bin pişman olmak: Büyük bir pişmanlık duymak demektir.
Binde bir: Çok nadir olan bir durumu ifade eder.
Bindiği dalı kesmek: Yararlı bir durumu kendi lehine zararlı hale getirmek anlamına gelir.
Bir arpa boyu yol gitmek: Çok az, önemsiz bir ilerleme kaydetmek demektir.
Bir ayağı çukurda: Yaşlılığı, ileri yaşta olmayı belirtir.
Bir ayağı üzengide olmak: Geziye çıkma aşamasında olduğunu ifade eder.
Bir baltaya sap olmak: Belirli bir meslek edinmek veya bir işte tutunmak anlamındadır.
Bir bardak suda fırtına koparmak: Küçük bir sorunu büyütmek, gereksiz bir gürültü çıkarmak anlamındadır.
Bir burnuna tuz, bir burnuna biber koymak: Bir kişiyi gereğinden fazla sıkıştırmak anlamına gelir.
Bir çuval inciri berbat etmek: Yolunda giden bir işi yanlış bir hareketle bozmak demektir.
Bir dediğini iki etmemek: Her istediğini yerine getirmek, her söylediğini yapmak anlamına gelir.
Bir dereyi bal, bir dereyi yağ etmek: Çok kazançlı bir durumu abartarak anlatmak demektir.
Bir deri bir kemik kalmak: Aşırı zayıflamak anlamına gelir.
Bir dikili ağacı olmamak: Herhangi bir mal veya mülkü olmamak anlamına gelir.
Bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek: Büyük işler yaptığı halde çok az verim almak anlamındadır.
Bir eli yağda bir eli balda: Bolluk içinde yaşamak demektir.
Bir gömlek aşağı: Bir kıyaslama içerisinde bir derece daha düşük bir durumu ifade eder.
Bir hâl olmak: Bir şeyi sürekli yaptığı için o şeyden bıkmak, usanmak anlamındadır.
Bir iğne bir iplik kalmak: Çok aşırı zayıflamak ifadesidir.
Bir kalemde: Toptan bir işlemde bir arada anlamına gelir.
Bir kapıya çıkmak: Sonunda aynı sonuca ulaşmak demektir.
Bir kaşık suda boğmak: Gereğinden fazla birine öfkelenmek anlamındadır.
Bir Köroğlu bir Ayvaz: Bir çiftin çocuklarının olmaması ya da yakınlarının yanlarında bulunmaması durumunu ifade eder.
Bir köşeye çekilmek: Görevi bırakmak ya da bir iş yapmamak anlamına gelir.
Bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak: Söylenenleri önemsememek, dikkate almamak anlamındadır.
Bir kuş bir çalıya sinmiş: Zavallı birinin başka bir zavallının himayesine girmesi anlamına gelir.
Bir pire için yorgan yakmak: Küçük bir zarardan kurtulmak için büyük bir şeye razı olmak demektir.
Bir punduna getirmek: Bir işin en uygun zamanını kollamak anlamındadır.
Bir sıkımlık canı olmak: Oldukça cılız ve güçsüz durumda olmak demektir.
Bir tahtası eksik olmak: Normal bir insanın davranışlarından farklı davranışlar sergilemek anlamına gelir.
Bin tarakta bezi olmak: Çok fazla şeyle uğraşmak veya meşgul olmak demektir.
Bir taşla iki kuş vurmak: Tek bir eylemle iki sonuç elde etmek anlamındadır.
Bir tek atmak: Bir kadeh içki içmek anlamına gelir.
Bir tuhaf olmak: Ne yapacağını bilememek, şaşırmak ifadesidir.
Bir yastığa baş koymak: Hayatını evli biri olarak sürdürmek anlamına gelir.
Bir yastıkta kocamak: Bir çiftin uzun bir birliktelik yaşamaları anlamındadır.
Bir yaşına daha girmek: Şaşılacak yepyeni bir durumla karşılaşmak demektir.
Bire bin katmak: Bir durumu gereğinden fazla abartmak anlamındadır.
Biri eşikte, biri beşikte: Küçük çocuk sayısının fazla olduğu durumlarda kullanılır.
Birbirine düşmek: Aralarında anlaşmazlık veya geçimsizlik çıkması anlamına gelir.
Bitkin düşmek: Halsiz, yorgun bir duruma gelmek demektir.
Boğaz boğaza gelmek: Bir olumsuzlukta kavga etmek üzere bir duruma gelmek anlamındadır.
Boğaz tokluğuna çalışmak: Sadece karnını doyurmak için çalışmak demektir.
Boğazına düğümlenmek: Çeşitli nedenlerden ötürü söylemek istediklerini ifade edememek anlamındadır.
Boğazına düşkün: Yemeğe ve içmeye düşkün olan birini tanımlar.
Boğazından kesmek: Para artırmak için yiyeceğinden tasarruf etmek anlamına gelir.
Boğuntuya gelmek: Aldatılmak veya kandırılmak durumunu ifade eder.
Bohçasını koltuğuna vermek: Birini kovmak veya başından def etmek anlamındadır.
Borusu ötmek: Sözü geçen biri olmak demektir.
Borusunu çalmak: Menfaat sağladığı birisinin işine destek vermek anlamındadır.
Bostan korkuluğu: Etrafına sözünü geçiremeyen birini ifade eder.
Boşa koysam dolmaz, doluya koysam almaz: Hiçbir çözüm yolu olmadığını belirtir.
Boy atmak: Boyunun uzaması anlamına gelir.
Boy göstermek: Gösteriş amacıyla ortalıkta görünmek demektir.
Boy ölçüşmek: Birisiyle bir konuda rekabet etmek veya var olduğunu göstermek anlamındadır.
Boylu boyunca: Bütün boyuyla, tam olarak anlamına gelir.
Boynu bükük: Acınacak durumda olan birini tanımlar.
Boynu kıldan ince olmak: Verilecek karara razı olmak, kabul etmek demektir.
Boynuz isterken kulaktan olmak: Daha iyisini isterken elindekinden de olmak anlamındadır.
Boyun eğmek: Kendinden güçlü birinin emrine girmek anlamına gelir.
Boyundan büyük işlere karışmak: Üstesinden gelemeyeceği işlere kalkışmak demektir.
Boyunduruk altına girmek: Birinin hakimiyetine girmek, baskı altında yaşamak anlamındadır.
Boyunun ölçüsünü almak: Çok emin olduğu bir işi başaramayıp yetersizliğini anlamak demektir.
Bozuk çalmak: Sinirli, canı sıkılmış birini tanımlar.
Bozuntuya vermemek: Bir yanlışın farkında değilmiş gibi davranmak anlamına gelir.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu: Benimsediği ilkelere ters düşen bir davranış sergilemek demektir.
Bucak bucak aramak: Birini her yerde aramak anlamına gelir.
Bugünden tezi yok: Hemen, derhal anlamında kullanılır.
Bulanık suda balık avlamak: Karışık durumlardan yararlanarak kendi çıkarını sağlamak demektir.
Bulunmaz Hint kumaşı mı?: Çok değerli ve nadir bulunan bir şeyi ifade eder.
Buluttan nem kapmak: En küçük bir şeyden alınmak anlamına gelir.
Bundan iyisi can sağlığı: Olabilecek en güzel şekilde tamamlanmış bir durumu ifade eder.
Burnu bile kanamamak: Tehlikeli bir durumu kazasız atlatmak anlamındadır.
Burnu havada olmak: Kendini aşırı beğenmek, kibirlenmek anlamına gelir.
Burnu sürtülmek: Bir zorunluluk nedeniyle öğrenmek
Burnu sürtülmek: Bir zorunluluktan dolayı bir şeyler öğrenmek ve bu durumlardan ders almak anlamına gelir.
Burnu yere düşse almaz: Kendini gereğinden fazla beğenen ve kibirli birini tanımlar.
Burnunda tütmek: Bir şeyi çok özlemek anlamındadır.
Burnundan düşen bin parça olmak: Morali çok bozuk, hüzünlü bir durumda olmak demektir.
Burnundan fitil fitil gelmek: Güzel bir şeye kavuşmanın sevincinin, başka bir nedenle büyük bir üzüntüye dönüşmesini ifade eder.
Burnundan getirmek: Birini yaptığı bir şey için pişman etmek anlamına gelir.
Burnundan kıl aldırmamak: Kendisine yapılan eleştirileri kabul etmeyip kendi eylemlerinin doğru olduğunu savunmak demektir.
Burnundan solumak: Aşırı derecede öfkelenmek, sinirlenmek anlamına gelir.
Burnunu sokmak: Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışmak ifadesidir.
Burnunun dibinde: Hemen yakınında olmak anlamındadır.
Burnunun dikine gitmek: Başkalarının söylediklerini önemsemeyip kendi bildiği gibi hareket etmek demektir.
Burnunun direği sızlamak: Çok aşırı üzülmek anlamındadır.
Burnunun ucunu görmemek: Sarhoşluk ya da dalgınlıktan dolayı basacağı yeri görememek anlamına gelir.
Burun buruna gelmek: Beklenmedik bir anda birisiyle karşılaşmak demektir.
Burun kıvırmak: Beğenmemek, küçümsemek ya da hor görmek anlamına gelir.
Buyurun cenaze namazına: Beklenmeyen olumsuz bir durumun ortaya çıktığını ve yapılacak bir şey kalmadığını belirtir.
Buzdolabına koymak: Sorunun çözümünü ileriki bir tarihe bırakmak anlamındadır.
Buz kesilmek: Üzücü bir olay karşısında ne yapacağını bilememek durumunu ifade eder.
Buz üstüne yazı yazmak: Süresi ve etkisi çok az olan bir şey yapmak anlamına gelir.
Büyük oynamak: Büyük bir tehlikeyi göze alarak bir işe girişmek anlamındadır.
Büyük yemin etmek: En kutsal şeyler üzerine ant içmek, onları vesile kılmak demektir.
Büyümüş de küçülmüş: Konuşma ve davranışları yaşının üstünde olan bir çocuğu tanımlar.
Büyük Laflar Etmek: Abartılı ve gerçekleşmesi zor olan şeyler söylemek, büyük iddialarda bulunmak.
Büyük Lokma Ye, Büyük Laf Etme: Çok fazla şey yemektense büyük iddialar ve vaatler ileri sürmekten kaçınmayı öğütleyen bir deyimdir. Her şeyin ölçülü yapılması gerektiğini vurgular.
Büyük Oynamak: Bir işte ya da planda çok büyük risk almak, büyük kazanç ya da başarı hedeflemek.
Büyüklük Taslamak: Kendisini başkalarından üstün görmek, kibirli bir tavır sergilemek.
Büyümüş de Küçülmüş: Küçük yaşta olmasına rağmen olgun, akıllı ya da yaşından beklenmeyecek kadar sorumluluk sahibi bir çocuk için kullanılır.
Ha bire: Sürekli bir şekilde, aralıksız olarak devam etmek.
Ha Hoca Ali, ha Ali Hoca: Görünüşte farklı gibi olsa da, gerçekte birbirinin aynısı olan şeyler.
Habbeyi kubbe yapmak: Küçük bir durumu abartarak büyükmüş gibi göstermek.
Haber uçurmak: Aceleyle, gizli bir biçimde bilgi göndermek.
Hacet kalmamak: İhtiyacın kalmadığını, gerekenin yerine getirildiğini belirtir.
Hacı ağa: Gereksiz yere harcama yapan, bilgisiz bir zengin.
Haddini bildirmek: Yetkisi olmayan birinin işine karışmasını önlemek için gerekli önlemi almak.
Haddini bilmek: Gereksiz işlere burnunu sokmamak.
Hafakanlar basmak: Aşırı derecede sıkılmak, bunalmak.
Hafife almak: Bir şeyi küçümsemek, önemsiz saymak.
Hak kazanmak: Gösterilen çabanın sonucunda bir şeyi elde etme hakkını kazanmak.
Hak yolu: Yüce Allah’ın insanlara bildirdiği doğru ve tek yol.
Hakkı geçmek: Birinin emek ve katkılarını görmezden gelmek.
Hakk-ı sükût: Birine doğruyu söylememesi için sağlanan bir yarar.
Hakkından gelmek: Zor bir durumu başarıyla sonlandırmak ya da birinden öç almak.
Hakkını helâl etmek: Birinin emeğini ya da geçmişteki hakkını affetmek.
Hakkını vermek: Bir işte gerekli olan her şeyi yerine getirmek.
Hakkını yemek: Başkasının emeğini çalmak ya da görmezden gelmek.
Hâlden anlamak: Birinin zor durumunu anlayışla karşılamak.
Hâle yola koymak: Bir şeyi düzenli bir hale getirmek.
Hâli vakti yerinde: Zengin ve varlıklı bir kimse.
Halim selim: Yumuşak huylu, sakin bir karaktere sahip olan kişi.
Halis muhlis: İçinde hiçbir karışım olmayan, saf ve katışıksız.
Halka verir talkını kendi yutar salkımı: Başkalarına verdiği öğütlere kendisi uymayan kişi.
Hallaç pamuğu gibi atmak: Parçalayarak her yere dağıtmak.
Halt etmek: Yanlış ya da uygunsuz işler yapmak.
Halvet olmak: Başkalarını içeri almadan yalnız görüşmek.
Ham ervah: Olgunlaşmamış, gereksiz söz ve davranışları olan kişi.
Hamhum şaralop: Anlamsız, boş laflar eden.
Hangi dağda kurt öldü: Beklenmedik bir durum karşısında söylenen bir ifade.
Hangi taşı kaldırsan altından çıkar: Her işte parmağı olan, her yere müdahil kişi.
Hanım evlâdı: Nazik, zora gelmeyen şekilde yetiştirilmiş çocuk.
Hanya’yı Konya’yı öğrenmek: Dünyanın gerçekte nasıl bir yer olduğunu anlamak.
Hapı yutmak: İşlerin kötü bir duruma düşmesi.
Har gür: Kaotik bir durum, karışıklık.
Har vurup harman savurmak: Elindekileri düşünmeden harcayıp tüketmek.
Haraç mezat satmak: Açık artırmayla satış yapmak.
Haram yemek: Haksız yoldan kazanılmış para elde etmek.
Harcı olmak: Yapılabilecek bir işin mevcut olması.
Haremlik selamlık olmak: Kadınların ve erkeklerin ayrı yerlerde bulunması.
Harfi harfine: Tam olarak, birebir aynısı.
Hariçten gazel okumak: Bir şeye gereksiz ve zamansız müdahale etmek.
Hasır altı etmek: Bir durumu unutturmak için çabalamak.
Hasret çekmek: Çok özlem duymak, kavuşma isteği duymak.
Hasret kalmak: Özlem duyduğu bir şeye uzun süre kavuşamamak.
Hastası olmak: Birine aşırı derecede düşkün olmak.
Haşatı çıkmak: Aşırı yorgunluk nedeniyle bir işi yapamaz hale gelmek.
Haşir neşir olmak: İnsanlarla yakın ilişkiler içinde olmak.
Hatır belâsı: Değer verilen biri için katlanılan zorluk.
Hatır gönül bilmemek: Kendi çıkarları için sevdiklerini kırmak.
Hatırı kalmak: Kırgınlık, gücenme durumu.
Hatırı sayılır: Saygın ve değeri yüksek kişi.
Hatırında kalmak: Unutmamak, akılda tutmak.
Hatırından çıkmamak: Saygı duyduğu birini unutmamak.
Hatırını saymak: Gereken saygıyı göstermek.
Hava basmak: Kendi kendini abartarak büyütmeye çalışmak.
Hava hoş: Herhangi bir durumda sıkıntı olmaması.
Hava parası: Bir iş için peşin verilen kira dışındaki ücret.
Havada kalmak: Temelsiz, kanıtsız bir durum.
Havadan sudan konuşmak: Önemsiz konulardan bahsetmek.
Havanda su dövmek: Boşuna uğraşarak zaman harcamak.
Havaya savurmak: Gereksiz yere bir şeyi harcamak.
Havsalası almamak: Bir durumu anlamakta zorlanmak.
Hayal kırıklığı: Beklenen bir şeyin gerçekleşmemesi sonucu duyulan derin üzüntü.
Hayal meyal: Belirsiz, açıkça belli olmayan durum.
Hayat memat meselesi: Çok önemli bir durum, yaşam ya da ölüm sorunu.
Hayatı kaymak: Yaşam düzeninin bozulması.
Hayatını kazanmak: Çalışarak geçim sağlamak.
Hayatını yaşamak: Kendi istekleri doğrultusunda yaşamak.
Haybeye kürek çekmek: Sonuç vermeyecek bir şeyde gereksiz yere çaba harcamak.
Hayır işlemek: Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla iyi davranışlarda bulunmak.
Hayır kalmamak: İşe yarar bir şeyin kalmaması.
Hayra yormak: Olumsuz bir durumu iyi bir şey olarak değerlendirmek.
Hayrete düşmek: Şaşkınlık içinde kalmak.
Hazıra konmak: Başkasının emekleriyle elde edilmiş bir şeye ulaşmak.
Hazırdan yemek: Mevcut birikimleri harcamak.
Helâl süt emmiş olmak: Dürüst ve doğru bir karaktere sahip olmak.
Hem kel hem fodul: Olumsuz özelliklere sahip olmasına rağmen kendini üstün görme.
Hem nalına hem mıhına: İki tarafı da destekleyerek tutarsızlık göstermek.
Hem suçlu hem güçlü: Kendi hatasını göremezken başkalarını suçlayan kişi.
Hem ziyaret hem ticaret: Aynı anda iki farklı amacın gerçekleşmesi.
Her işe burnunu sokmak: Her konuya müdahale etme isteği.
Her kafadan bir ses çıkmak: Konuşma sırasında herkesin kendi fikrini dile getirmesi.
Her tarafı buz kesmek: Şaşkınlık içinde kalmak, donup kalmak.
Her tarakta bezi olmak: Birçok işte parmağı, ilgisi olan.
Her telden çalmak: Farklı konularda esneklik göstererek duruma göre tavır almak.
Hesaba çekmek: Birinin eylemleri hakkında hesap vermeye zorlamak.
Hesaba katmak: Olası durumları göz önünde bulundurmak.
Hesabını bilmek: Gelir ve giderini iyi ayarlamak.
Hesabını görmek: Bir sorun nedeniyle birini cezalandırmak.
Hesap sormak: Birinin davranışlarını sorgulamak.
Hesap vermek: Bir eylemin nedenini açıklamak.
Hesapsız kitapsız: Dikkatsiz ve sorumsuz davranmak.
Hevesi kursağında kalmak: Çok istediği bir şeyi elde edememek.
Hevesini almak: Çok istediği bir şeye ulaşmak.
Heyheyleri tutmak: Sinirden yerinde duramaz hale gelmek.
Hık demiş burnundan düşmüş: Her yönüyle ona benziyor, anlamında.
Hık mık etmek: Bir işi yapmamak için bahaneler üretmek.
Hır çıkarmak: Kavga veya gürültü çıkarmak.
Hışmına uğramak: Birinin öfkesine hedef olmak.
Hıyar ağası: Kaba, görgüsüz ve nezaketsiz kimse.
Hızır gibi yetişmek: Zor anlarda birine yardım etmek.
Hiç yoktan: Nedensiz ve sebepsiz olan.
Hiçe saymak: Hiçbir önemi olmamak, değersiz görmek.
Hiddete gelmek: Aşırı öfkelenmek.
Hizaya getirmek: Birinin davranışlarını düzene sokmak.
Hodri meydan: Kendine aşırı güvenerek meydan okuyan.
Hokka gibi: Küçük ve düzgün, düzgün şekilli.
Hop oturup hop kalkmak: Öfkesinden yerinde duramaz hale gelmek.
Hor bakmak: Birine saygı göstermemek.
Hor görmek: Birini ya da bir şeyi küçümsemek.
Hor kullanmak: Dikkatsiz bir şekilde bir şeyi harcamak.
Hora geçmek: İşe yarar hale gelmek.
Hora tepmek: Oynamak için ayaklarıyla yere vurmak.
Horozlar ötmek: Sabahın geldiğini belirtmek.
Hoşafına gitmek: Birini çekici bulmak.
Hoşbeş etmek: Biriyle samimi bir sohbet gerçekleştirmek.
Höt demek: Birine karşı sert bir tutum sergilemek.
Hurdası çıkmak: Kullanılamaz duruma gelmek.
Huyuna suyuna gitmek: Birinin isteklerine uygun hareket etmek.
Huyunu suyunu almak: Birinin karakteristik özelliklerini kavramak.
Huzurunu kaçırmak: Birini rahatsız etmek.
Hüd dağı gibi şişmek: Vücudun bir bölgesinin belirgin şekilde şişmesi.
Hüküm giymek: Hapis cezasına çarptırılmak.
Hüküm sürmek: Bir şeyin devam etmesi, varlığını sürdürmesi.
Hülya kurmak: Hayal dünyasında yaşamak.
Hüsn-ü kuruntu: Olmayacak bir şeyi hayal ederek ummak.
Hüsrana uğramak: Beklenen sonucu alamamak nedeniyle derin bir üzüntü yaşamak.
Hafif Rüzgar: Küçük, zararsız olayların yaşanması anlamında kullanılır; genellikle olumsuz bir durumun geçici olduğu vurgulanır.
Hafıza Kaybı: Unutkanlık durumu; bir şeyin ya da olayın hatırlanamaz hale gelmesi anlamında kullanılır.
Hayal Gücü: Kişinin yaratıcılığını, hayallerini ve düşüncelerini ifade etme yeteneği anlamında kullanılır.
Hayat Kısa: Yaşamın sınırlı süreli olduğunu ve bu süre zarfında değerli olan şeylere odaklanmak gerektiğini vurgulayan bir ifade.
Hayalperest: Gerçeklerden uzak, hayallerle yaşayan kişi anlamında kullanılır; genellikle olumsuz bir bağlamda.
Hesap Vermek: Yaptıklarıyla ilgili olarak birine karşı sorumluluk taşımak, açıklama yapmak anlamında kullanılır.
Hesap Kitap Yapmak: Bir durumu, olayı ya da durumu detaylı bir şekilde değerlendirmek, planlamak anlamında kullanılır.
Hızlı Adımlarla İlerlemek: Bir hedefe hızlı bir şekilde ulaşmak için kararlı ve dinamik bir şekilde hareket etmek anlamında kullanılır.
Hüznü Paylaşmak: Bir başkasının üzüntüsünü anlamak ve onunla empati kurmak anlamında kullanılır.
İlk Yüzleşme: Bir durum ya da olayla karşılaşmanın başlangıcını ifade eder; genellikle heyecan verici ya da gergin bir durumu anlatır.
İlk İzlenim: Bir kişi veya durum hakkında alınan ilk düşünce ya da görüş; genellikle önemli bir etki bırakır.
İkili Oyun: Bir kişinin ya da grubun bir durumu iki farklı şekilde yönetmesi, farklı tarafları oynayarak avantaj elde etmesi anlamında kullanılır.
İkna Olmak: Birinin düşüncelerinin ya da inançlarının değişmesine neden olmak; genellikle bir tartışma ya da konuşma sonucunda gerçekleşir.
İnci Gibi: Çok değerli, özel ya da nadir bulunan bir şeyi tanımlamak için kullanılır; genellikle olumlu bir anlam taşır.
İnsan Olmak: İnsana özgü değerleri, erdemleri ve duyguları taşıyan bir birey olma durumunu ifade eder.
İnsanları Kendine Çekmek: Bir kişinin cazibesi ya da yetenekleriyle başkalarını etkilemesi anlamında kullanılır.
İçini Dökmek: Bir kişinin hislerini, düşüncelerini ya da dertlerini açıkça ifade etmesi; genellikle rahatlama anlamında kullanılır.
İçten Gelmek: Duyguların, düşüncelerin ve davranışların samimi bir şekilde ortaya konulması anlamında kullanılır.
İş Başında: Bir kişinin görevini yerine getirdiği ya da işte aktif olarak bulunduğu durumu ifade eder.
İşten Çıkmak: Bir kişi için bir işin sona ermesi ya da işten ayrılması anlamında kullanılır.
İşten Dönmek: Bir işin ya da görevin başlangıcına geri dönmek; genellikle sürecin devam ettiğini gösterir.
İşler Sarpa Sarmak: Bir durumun ya da olayın karmaşıklaşması, zorlaşması anlamında kullanılır.
İşler Yolunda Gitmemek: Beklenen durumların ya da süreçlerin iyi gitmemesi anlamında kullanılır.
İşler Çığırından Çıkmak: Bir durumun kontrolden çıkması, kötüleşmesi anlamında kullanılır.
İşleri Karıştırmak: Bir durumu karmaşık hale getirmek ya da işleri zorlaştırmak anlamında kullanılır.
İşleri Yoluna Koymak: Bir durumu düzeltmek, sorunları çözmek anlamında kullanılır.
İşler İyi Gitmek: Bir durumun ya da olayın beklentiler doğrultusunda olumlu bir şekilde ilerlemesi anlamında kullanılır.
İşlerin Başını Almak: Bir durumu kontrol altına almak, yönetmek anlamında kullanılır.
İşlerin İçiçe Geçmesi: Farklı olayların ya da durumların birbirine karışması, karmaşık bir hale gelmesi anlamında kullanılır.
İşin Sonu: Bir durumun ya da olayın son aşaması, bitişi anlamında kullanılır.
İşlerin Kolaylaşması: Bir durumun ya da olayın daha basit hale gelmesi, işlerliğin artması anlamında kullanılır.
İşlerin Karmakarışık Olması: Farklı durumların birbirine girmesi, karmaşık hale gelmesi anlamında kullanılır; genellikle sorunlu bir durumu ifade eder.
İşin İçine Girmek: Bir konuya derinlemesine dahil olmak, o konuda bilgi sahibi olmak anlamında kullanılır.
İşin Kendi Kendine Yapılması: Bir durumun ya da olayın dışarıdan yardım almadan kendi kendine ilerlemesi anlamında kullanılır.
İşin Kolayına Kaçmak: Zor bir durumu ya da görevi kolay bir şekilde halletmek için çaba sarf etmemek anlamında kullanılır.
İşin Uzun Sürmesi: Bir durumun ya da olayın beklenenden daha fazla zaman alması anlamında kullanılır.
İşin Üzerine Gitmek: Bir durumu, sorunu ya da görevi dikkatle takip etmek, çözüm bulmaya çalışmak anlamında kullanılır.
İşlek Olmak: Bir yerin ya da durumun hareketli, canlı olması; sıkça tercih edilmesi anlamında kullanılır.
İşlevini Yitirmek: Bir şeyin işlevini, görevini yerine getirememesi; genellikle bozulma ya da etkisizlik anlamında kullanılır.
İşlemlerini Tamamlamak: Bir sürecin, işlemin ya da görevin sona erdirilmesi anlamında kullanılır.
İşten Başka Bir İş: Bir kişi için asıl işinin yanı sıra başka bir iş yapmak; genellikle ek gelir sağlamak amacıyla kullanılır.
İşin Ağırlığı: Bir durumun, görevin zorluğu, getirdiği sorumluluk anlamında kullanılır.
İşin Büyüklüğü: Bir durumun, görevin ya da olayın önem derecesi; genellikle dikkat gerektiren konularda kullanılır.
İşin Geçmişi: Bir olayın ya da durumun daha önceki süreçleri, tarihi hakkında bilgi verme anlamında kullanılır.
İşin Sonucu: Bir durumun ya da olayın sonunda elde edilen sonuç; genellikle değerlendirme yapmak için kullanılır.
İşin Sırrı: Bir durumun ya da olayın ardında yatan gizli neden ya da yöntem anlamında kullanılır.
İşin Kuralı: Bir durumun ya da olayın nasıl işleyeceğine dair belirlenmiş kurallar; genellikle düzen sağlayan ilkeler anlamında kullanılır.
İşin Bittiği Yer: Bir durumun ya da olayın sona erdiği, sonuçlandığı noktayı ifade eder.
İşin Sırası: Bir işlemin ya da görevlerin hangi sırayla yapılması gerektiği anlamında kullanılır.
İşlerin Yavaş Yavaş İlerlemesi: Bir durumun ya da olayın beklenenden daha yavaş gelişmesi, ilerlemesi anlamında kullanılır.
İşleri Düzene Koymak: Dağınık ya da karmaşık bir durumu düzenlemek, planlamak anlamında kullanılır.
İşleri Yoluna Koymak: Sorunları çözmek ve işleri düzene sokmak anlamında kullanılır.
İşleri Geliştirmek: Bir durumu, projeyi ya da süreci daha iyi hale getirmek için çaba sarf etmek anlamında kullanılır.
İşin Ucunu Kaçırmak: Bir durumun ya da olayın kontrol dışına çıkması anlamında kullanılır.
İşin Şakası Olmaz: Bir durumun ciddiyetini vurgulamak için kullanılır; genellikle dikkat gerektiren konularda ifade edilir.
İşin Sonuçlarını Değerlendirmek: Bir durumun ya da olayın sonucunu incelemek, analiz yapmak anlamında kullanılır.
İşlerin İçine Çekilmek: Bir durumun ya da olayın, kişinin istemediği halde içine girmesi anlamında kullanılır.
Icığını cıcığını çıkarmak: Bir konuyu en ince detaylarına kadar araştırmak ve sorgulamak.
Ikınıp sıkınmak: Bir işi başarabilmek için kendini gereğinden fazla zorlamak ve sıkıntıya sokmak.
Isıtıp ısıtıp önüne koymak: Geçmişte yaşanmış olumsuzlukları sürekli olarak hatırlatmak ve gündeme getirmek.
Iska geçmek: Hedefe ulaşamamak, dikkati dağıtmak veya önemsiz bir konuya eğilmek.
Iskartaya çıkarmak: Bir şeyi veya düşünceyi değersiz görüp göz ardı etmek.
Işığı altında: Bir durum veya düşüncenin ışığında değerlendirilen bir mesele.
Işık tutmak: Birine rehberlik etmek, aydınlatmak veya destek olmak.
İbret almak: Olumsuz bir durumdan ders çıkarmak ve bunu bir öğretici deneyim olarak görmek.
İcabına bakmak: Gereken önlemleri almak veya gerekeni yapmak.
İç çekmek: Derin bir nefes alıp duygusal bir boşalma yaşamak.
İç etmek: Birine ait olan bir şeyi başkalarıyla paylaşmaktan kaçınmak ve onu gizli tutmak.
İç gıcıklamak: Birinin isteğini uyandırmaya çalışmak veya onu harekete geçirmek.
İçi açılmak: Zorluklardan kurtulup huzura kavuşmak.
İçi cız etmek: İçten içe büyük bir üzüntü yaşamak.
İçi çekmek: Bir şeye duyulan özlem veya istek.
İçi çıfıt çarşısı: Kötülük ve hile dolu biri.
İçi daralmak: Sıkıntı ve stres altında bunalmak.
İçi dışı bir: Göründüğü gibi olan, samimi bir kişi.
İçi dışına çıkmak: Kustuğu için kötü bir duruma düşen kimse.
İçi erimek: Derin bir üzüntü veya kaygı hissetmek.
İçi geçmek: Bir nedenden ötürü zayıf düşen, ilgisiz hale gelen kişi.
İçi gitmek: Yoğun bir arzu duymak.
İçi hop etmek: Ani bir heyecan yaşamak.
İçi içine sığmamak: Aşırı sevinçten duyduğu mutluluğu dışa vurmak.
İçi kabarmak: Duygusal bir durumdan ötürü ağlamak.
İçi kan ağlamak: İçten içe büyük bir üzüntü yaşamak.
İçi kazınmak: Aşırı acıkma hissi.
İçi parçalanmak: Birinin acısını derinden hissetmek.
İçi rahat etmek: Kaygı veren bir durumun ortadan kalkmasıyla rahatlamak.
İçi sızlamak: Üzüntü ve acı hissetmek.
İçi tez: Hızlı, aceleci bir kişilik.
İçi titremek: Büyük bir arzu veya istek duymak.
İçi yanmak: 1. Aşırı susamak. 2. Derin bir üzüntü yaşamak.
İçinden gülmek: Birine sezdirmeden içten içe gülümsemek veya mutlu olmak.
İçinden okumak: Ses çıkarmadan dudakları hareket ettirerek okumak.
İçinden pazarlıklı: Kötü niyetli olup, bunu gizli tutan biri.
İçine atmak: Üzüntü veya sıkıntıyı kimseyle paylaşmadan içinde tutmak.
İçine çekilmek: İnsanlardan uzaklaşıp yalnız kalmak.
İçine dert olmak: Çok istediği bir şeyi başaramadığı için endişe duymak.
İçine doğmak: Bir durumu sezmek veya hissetmek.
İçine işlemek: Bir sözün veya davranışın kişiyi derinden etkilemesi ve kalıcı izler bırakması.
İçine kapanmak: Duygularını açmayan, içe dönük biri olmak.
İçine kurt düşmek: Bir konuda şüphelenmek.
İçine sindirmek: Bir durumu tamamen kabullenmek.
İçine sinmemek: Bir şeyin tadına varamamak veya hoşnut olmamak.
İçine yedirememek: Bir durumu asla kabul edememek.
İçini açmak: Duygu veya sırlarını birine paylaşmak.
İçini bir kurt yemek: Sürekli kaygı ve huzursuzluk taşımak.
İçini boşaltmak: Dert ve sıkıntılarını birine anlatmak.
İçini dökmek: Üzüntü ve sıkıntıları paylaşmak.
İçini kemirmek: Bir üzüntüden dolayı rahatsızlık duymak.
İçler acısı: Son derece üzücü bir durum.
İçli dışlı olmak: Çok samimi ve yakın ilişkide olmak.
İçtikleri su ayrı gitmemek: Çok yakın arkadaşlık ilişkisi olan kişiler.
İdare etmek: 1. Bir yeri yönetmek. 2. Göz yummak, hoşgörmek.
İflahım kesmek: Tükenmek, çaresiz kalmak.
İfrata kaçmak: Aşırıya gitmek, bir konuda ölçüyü aşmak.
İfrit olmak: Büyük bir öfke ile kendini kaybetmek.
İğne atsan yere düşmez: Yoğun kalabalık bir ortam.
İğne ile kuyu kazmak: Yetersiz araç-gereçle zor bir işi başarmaya çalışmak.
İğne ipliğe dönmek: Çok zayıflamak, güçsüzleşmek.
İğneli söz: Kırıcı veya dokunaklı bir ifade.
İhtimam göstermek: Bir konuya özenle yaklaşmak.
İki arada bir derede kalmak: Zor bir durumla karşı karşıya kalmak.
İki ayağını bir pabuca sokmak: Bir işi yaparken çok zor bir duruma düşmek.
İki cihanda yüzü ak olmak: Hem dünyada hem de ahirette mutlu ve saygın bir yaşam sürmek.
İki çift laf etmek: Bir konu hakkında kısa bir konuşma yapmak.
İki dirhem bir çekirdek: Oldukça özenli ve şık giyinen kişi.
İki eli kanda olsa: En zor şartlarda bile mücadele eden biri.
İki eli yakasında olmak: Hesap sormak için birine yüklenmek.
İki gözü iki çeşme: Aşırı ağlamak, gözyaşına boğulmak.
İki paralık etmek: Birinin onurunu düşürmek veya alay etmek.
İki sözü bir araya getirememek: Duygu ve düşüncelerini ifade edememek.
İki yakası bir araya gelememek: Maddi zorluklar yaşamak.
İkide bir ikide birde: Sık sık tekrarlamak.
İkili oynamak: İki yüzlü davranarak her iki tarafa da hoş görünmek.
İleri geri konuşmak: Gereksiz ve yaralayıcı sözler söylemek.
İleri gitmek: Sınırları aşarak ölçüsüz davranmak.
İliğine kemiğine işlemek: Bir olaydan derin bir etki almak.
İliğini kurutmak: Birine sıkıntı vermek, canından bezdirmek.
İlk göz ağrısı: İlk aşk veya ilk çocuk.
İmam kayığı: Tabut.
İmana gelmek: Yanlış bir yoldan dönüp doğru yola girmek.
İmanı gevremek: Aşırı derecede yorgun düşmek veya sıkıntı çekmek.
İmiğine sarılmak: Birine zorla baskı yapmak.
İn cin top oynuyor: Tamamen ıssız bir yer.
İnce eleyip sık dokumak: En küçük ayrıntılara kadar dikkatlice incelemek.
İncir çekirdeğini doldurmaz: Önemsiz veya küçük bir şey.
İnme inmek: Vücudun bir kısmının işlevini yitirmesi.
İnsan eti yemek: Başkalarını sürekli eleştirmek veya gıybetini yapmak.
İnsan sarrafı: İnsanları iyi tanıyan, anlayan kişi.
İnsanlıktan çıkmak: İnsanlığa yakışmayan davranışlarda bulunmak.
İnzivaya çekilmek: Dünya işlerinden uzaklaşarak yalnız başına kalmak.
İz bırakmak: Kişinin etkisi altında kalmak veya izlenim oluşturmak.
İşin Fırtına Gibi Olması: Bir durumun çok hareketli, enerjik ve hızlı geliştiğini ifade eder; genellikle dikkat çekici olaylar için kullanılır.
İşlerin Elde Olması: Bir durumun ya da olayın beklenen ya da istenen sonuçlarla gerçekleşmesi anlamında kullanılır.
İşlerin Gelişmesi: Bir durumun, olayın ya da sürecin olumlu yönde ilerlemesi, büyümesi anlamında kullanılır.
İşlerin Yüzde Yüz Olması: Bir durumun ya da olayın tam anlamıyla, eksiksiz bir şekilde gerçekleşmesi anlamında kullanılır.
İşlerin Değişmesi: Bir durumun ya da olayın zamanla evrilmesi, dönüşmesi anlamında kullanılır; genellikle gelişim sürecini ifade eder.
İşlerin Sıkışması: Bir durumun ya da olayın tıkanması, ilerlememesi anlamında kullanılır.
İşlerin Arasında Kayıp Olmak: Bir durumun ya da olayın çözüm sürecinde unutulması, gözden kaçması anlamında kullanılır.
İşlerin Kolaylaşması: Bir durumun ya da olayın, zorluklarının azalması; genellikle olumlu gelişmeleri ifade eder.
İşlerin Tıkanması: Bir sürecin ya da durumun duraksaması, ilerlememesi anlamında kullanılır.
İşlerin Zorlaşması: Bir durumun ya da olayın beklenmedik şekilde zor hale gelmesi anlamında kullanılır.
İşlerin Yürütülmesi: Bir durumun ya da olayın yürütülmesi, yönetilmesi anlamında kullanılır.
O tarakta bezi olmamak: Bir şeyle hiçbir ilişkisi olmamak.
Ele geçen fırsatın değerlendirilmesi gereken en uygun zaman dilimi.
Tutum ve davranışların kararsız olması, bir konuda tutarlı bir duruş sergilememek.
Sabah olmadan, ani bir şekilde hayata veda etmek.
Sabaha kadar uyanık kalarak geceyi geçiren birini tanımlar.
Günün en erken saatinde, daha güneş doğmadan bir şeyler yapmak.
Büyük sıkıntılara karşı dayanıklılık gösteren bir birey.
Bir duruma daha fazla katlanamayarak sabır sınırlarını aşmak.
Bir işte uzun yıllar emek vermiş olmanın belirtisi.
Kadınların arasında sert tartışmaların meydana gelmesi.
Kişinin üst başının oldukça dağınık ve bakımsız bir durumda olduğunu ifade eder.
Yaşlanma sürecinin başladığını gösteren bir durum.
Yaşına uygun olmayan davranışlar sergileyen birey.
Aşırı üzüntü ve sıkıntı yaşayan bir kişinin durumunu ifade eder.
Büyük bir özveriyle çalışmak ve fedakarlık yapmak.
Anlamsız ve gereksiz ifadeler kullanmak.
Açlığı yatıştırmak için yalnızca az miktarda yemek tüketmek.
Birine karşı yanıltıcı davranmak, gerçek niyetini gizlemek.
Bir duruma aşırı titizlikle yaklaşmak, çok fazla korumacı olmak.
Ortamdan habersiz, çevresine ilgisiz kalmak.
Birinin ne söyleyeceği veya yapacağı hakkında belirsizlik yaşamak.
Bir olayın o kadar yaygın hale gelmiş olması ki, herkesin haberdar olması.
Güvenilir olmayan, sadık bir bireyi tanımlar.
Bir konuda tüm önlemleri alarak güvence sağlamak.
Bir kayıptan sonra yaşanan zararı hafifletmek için söylenen bir ifade.
Kendisinden sürekli kazanç sağlanan birini ifade eder.
Birinin himayesine girmek, ona bağımlı hale gelmek.
Birinin peşini bırakmamak, ona bağlı kalmak.
Bir şeyin veya kişinin uygun olduğuna dair tavsiye vermek.
Düzensiz ve dağınık bir durumu tanımlar.
Bir konuda net bir çözüm bulamamak, belirsizlikte kalmak.
Bir yönetimi elinde tutarak refah içinde yaşamak.
Bir şeyi gizlice ve fark ettirmeden yapmak.
Tatsız ve sıkıcı olan bir durumu ifade eder.
Kişiliği tam olarak oluşmamış, başıboş bir birey.
Birine alaycı bir şekilde yaklaşmak.
Kim olduğu ve nereden geldiği belirsiz birini ifade eder.
Birisiyle yakın bir şekilde kucaklaşmak.
Bir durumun karmaşık hale gelmesi.
Malını mülkünü ucuz bir fiyata elden çıkarmak.
Mevcut olan her şeyi tek tek ifade etmek.
Bolca dağıtmak ve paylaşmak.
Ayakta duramayacak kadar zayıf veya bitkin bir duruma gelmek.
Eldeki tüm kaynaklarla bir işe girişmek.
Küçük bir ilginin ardından büyük bir talepte bulunmak.
Bir ilişkide samimiyeti azaltmak veya bitirmek.
Bir işin sona erdiğini, artık ek bir şey yapılmaması gerektiğini ifade eder.
Bir durumu güvence altına almak, garantörlük yapmak.
Samimi ve içten bir ilişki kurmak.
Birini işten çıkarmak veya yanından uzaklaştırmak.
Sır saklama yeteneğine sahip olmak, ağız sıkılığı göstermek.
Rahatça ve serbest bir şekilde hareket etmek.
Bir işte tüm yatırımı kaybetmek.
Bir duruma itiraz etmemek, sessiz kalmak.
Hiçbir sesin duyulmaması, bir şeyin olduğu gibi kalması.
Bir çağrıya yanıt vermemek, sessiz kalmak.
Hiçbir şey söylememek, sessiz kalmak.
Birini susturmak, konuşturmaz hale getirmek.
Bir duruma karışmadan sadece izlemek.
Bir olayın hemen ardından, çok geç kalmadan.
Cana yakın ve samimi bir kişi.
Yakınlık ve samimiyet sergilemek.
Aşırı ıslanmak.
Birine karşı tiksinti hissetmek.
Tüm çabaların boşa gitmesi, hiçbir şeyin elde edilmemesi.
Hiçbir kaynağa dayanmadan yeniden bir işe girişmek.
Tüm varlığını kaybetmek.
Birini hazırlıksız yakalamak, zor durumda bırakmak.
Dayanıklılık ve güç göstererek metin bir duruş sergilemek.
Birbirine yakın, dostane ilişkiler.
Bir konu üzerinde ısrarcı olmak, önem vermek.
Kendini boşlukta hissetmek, ruhsal bir daralma yaşamak.
Zor koşullarda kalmak veya maddi zorluklar yaşamak.
Zor durumlarda kolayca pes etmek.
Birçok sırrı gizli tutabilen bir kişi.
Bir şeyin akıl ve mantıkla açıklanamayacak bir biçimde kaybolması.
Güçlü ve dayanıklı bir kişi.
Ortalıktan kaybolmak, nerede olduğu bilinmemek.
İş birliği içinde olmak, destek olmak.
Söz ve davranışlarıyla ceza almaya layık duruma gelmek.
Yenilgiye uğramamak, ayakta kalmak.
Birinin parasını sürekli olarak kullanarak yaşamak.
Güçlü birine güvenerek hareket etmek.
Rakibini yenmek, üstünlük sağlamak.
Bir durumun hesabını sormak, sonuçlandırmak.
Bir işi en baştan yeniden ele almak.
Her şeyi yok etmek, ortadan kaldırmak.
İş yapmayan, boş zaman geçiren biri.
Olmayacak şeylerden fayda sağlamaya çalışmak.
Bir durumu isteyerek kabullenmek.
Aşırı derecede sinirlenmek ve ne yapacağını bilememek.
Kendini kaybetmek, aşırı öfkelenmek.
İçsel olarak rahatsızlık duyup tepkilerini ortaya koymak.
Bir sırrı kimseye anlatmamak.
Kendini birine veya bir şeylere güvenerek hissetmek.
Hiçbir zaman kaybetmeyecek, her zaman kazanacak biri.
Şad olmak: Büyük bir mutluluk duymak, sevinç içinde olmak.
Şafak atmak: Korku ve endişeyle aklının başına gelmesi, gerçeği kavramaya başlaması.
Şafak sökmek: Karanlığın yerini aydınlık almaya başlaması, günün doğuşu.
Şaha kalkmak: Haksızlıklarla cesurca yüzleşmek, direnmek.
Şahken şahbaz olmak: Çirkinliği artan insanlar hakkında söylenen bir ifade.
Şaka gibi gelmek: Bir duruma inanmakta zorluk çekmek, gülünç bulmak.
Şaka götürmemek: Bir konunun ciddiyetini vurgulamak, hafife alınamayacak kadar önemli olduğunu belirtmek.
Şaka kaldırmak: Başkalarının yaptığı şakalara karşı tahammül gösterebilme, bunlara dayanabilme gücüne sahip olmak.
Şakası yok: Durumun ciddiyetini vurgulamak, dikkate alınması gereken bir mesele olduğunu ifade etmek.
Şakaya getirmek: Ciddi bir konuyu mizahi bir şekilde ele almak, sözünü dolaylı bir üslupla iletmek.
Şakaya vurmak: Önemli bir konuyu espriyle geçiştirmek, ciddiyetten uzaklaştırmak.
Şamar oğlanı: Sürekli olarak azarlanan, eleştirilen kişi.
Şamata koparmak: Gürültü, kargaşa ve karmaşa yaratmak.
Şansı yaver gitmek: Şansının iyi gitmesi, olumlu gelişmeler yaşamak.
Şansına küsmek: İşlerin kötü gitmesi nedeniyle şikayetçi olmak, karamsar bir tutum sergilemek.
Şapa oturmak: Beklentilerini karşılayamamak ve şaşkın bir duruma düşmek.
Şapka çıkarmak: Bir şeyin değerini kabul edip saygı duymak.
Şeddeli eşek: Çok yeteneksiz ve kaba bir kişiyi tanımlamak için kullanılan ifade.
Şeref vermek: Bir kişinin başarılarıyla bir yeri onurlandırması.
Şerefini korumak: Kişiliğini ve onurunu savunmak, kendini küçültmemek.
Şeşi beş görmek: Bir şeyin görünüşüne aldanmak, yanlış bir değerlendirme yapmak.
Şeyhin kerameti kendinden menkul: İşin gerçek yaratıcısını kanıtlayan hiçbir delil olmaması.
Şeytan dürtmek: Hiçbir neden yokken kötü bir davranış sergilemek.
Şeytan görsün yüzünü: Birisiyle bir daha asla görüşmek istememek, yollarını ayırmak.
Şeytan kulağına kurşun: Yapılan işin kötü niyetli müdahalelerden korunmasını dile getirmek.
Şeytana külahı ters giydirmek: Çok zeki ve becerikli bir kişiyi tanımlamak.
Şeytana uymak: Doğru yoldan sapmak, kötü şeyler yapmak.
Şeytanın art bacağı: Çok yaramaz, haylaz ve kurnaz bir çocuk.
Şeytanın bacağını kırmak: Yapılamayan bir işi başlatmak, gitmesi zor olan bir yere ulaşmak.
Şeytanın yattığı yeri bilmek: Çok dikkatli ve kurnaz olmak, çevresindekilerin durumunu iyi bilmek.
Şıp diye geçmek: Hızla, aniden bir şeyin gerçekleşmesi.
Şifayı bulmak (kapmak): Hastalık dönemini başlatmak, sağlık sorunuyla yüzleşmek.
Şimdiden tezi yok: Hızla, duraksamadan hemen harekete geçmek.
Şimşekleri üzerine çekmek: Davranışlarıyla çevresindekilerin tepkisini çekmek, rahatsızlık vermek.
Şirazesinden çıkmak: Düzenin bozulması, her şeyin çığırından çıkması.
Şom ağızlı: Sürekli olumsuz yorumlar yapan ve kötü şeyler olacağını söyleyen bir kişi.
Şöyle bir: Gelişigüzel bir şekilde, özen göstermeden.
Şöyle böyle: Ne iyi ne kötü, orta düzeyde bir durum için kullanılır; aşağı yukarı, yaklaşık anlamında.
Şunu bunu bilmemek: Bahanelere yer vermemek, söylediklerinin kesin olarak gerçekleşeceğini ifade etmek.
Şunun şurası: Bir şeyi küçümseyerek, onun zor olmadığını belirtmek için kullanılan bir ifade.
Şüphe kurdu: Sürekli içsel tedirginlik yaratan, insanı rahatsız eden bir kuşku durumu.
Taban tabana zıt: Birbirine tamamen ters olan.
Taban tepmek: Uzun süre yaya olarak gidip gelmek.
Tabana kuvvet: Yürüyerek bir yere gitmek.
Tabanları kaldırmak: Hızla kaçmaya başlamak.
Tabanları yağlamak: Uzak bir yere yürüyerek gitmek için hazırlık yapmak.
Taburcu olmak: Hastanın tedavi edilip hastaneden ayrılması.
Tadı damağında kalmak: Olumlu bir deneyimi unutamamak.
Tadı kaçmak: Bir şeyin hoş özelliklerinin kaybolması.
Tadı tuzu kalmamak: Bir şeyin eski zevkinin, güzelliğinin kaybolması.
Tadına doyum olmamak: Bir şeyin tadını çok beğenmek.
Tadına varmak: Bir şeyin ince güzelliklerini anlamak.
Tadına bakmak: Bir şeyin lezzetini denemek.
Tadını almak: Yediği ya da yaptığı bir şeyden tat almak.
Tadını çıkarmak: Bir şeyin sunduğu fırsatlardan yararlanmak.
Tadını kaçırmak: Zevkli bir şeyi aşırıya kaçırarak keyfini kaçırmak.
Tadında bırakmak: Güzel bir şeyi aşırıya kaçırmadan korumak.
Tahtalı köy: Mezarlık.
Tahtası eksik: Aklında bir eksiklik olan, deli kimse.
Takım taklavat: Bütün parçalarıyla eksiksiz.
Takıp takıştırmak: Özenerek süslenmek.
Takke düştü kel göründü: Bir ayıbın gizlendiği şeyin ortaya çıkması.
Takla attırmak: Birine istediğini yaptırmak.
Tam adamını bulmak: En uygun kişiyi keşfetmek.
Tam takır kuru bakır: İçi tamamen boş olan.
Tam üstüne basmak: Kastedileni tam olarak ifade etmek.
Talih kuşu: İyi şans.
Tarihe geçmek: Unutulmayacak bir önem kazanmak.
Tarihe karışmak: Unutulmak, hatırlanmaz olmak.
Taş atmak: Birine incitici sözler söylemek.
Taş çatlasa: Hiçbir şekilde mümkün değil.
Taş çıkartmak: Birinin diğerlerinden nitelik açısından üstün olduğunu belirtmek.
Taş kesilmek: Şaşırıp ne yapacağını bilememek.
Taşa tutmak: Sürekli olarak saldırmak.
Tası tarağı toplamak: Gitmek için aceleyle hazırlanmak.
Taşı gediğine koymak: Bir sözü en uygun zamanda söylemek.
Taşı sıksa suyunu çıkarmak: Beden gücüyle çalışıp geçimini sağlamak.
Taş taş üstünde bırakmamak: Mevcut durumu yerle bir etmek.
Taş yürekli: Hiçbir şeyden etkilenmeyen, acımasız kişi.
Tatlı su firengi: Batılı gibi davranan Doğulu kişi.
Tatlıya bağlamak: Bir sorunu çözmek, tarafları mutlu etmek.
Tava gelmek: Yumuşamak, kanmak.
Tava getirmek: Yeterince ısıtmak.
Tavır almak: Bir durum karşısında nasıl davranacağına karar vermek.
Taviz vermek: Bazı isteklerden feragat etmek.
Tavşan uykusu: Hafif ve kuşkulu bir uyku.
Tavına getirmek: Bir şeyi en uygun hale getirmek.
Tavşana kaç tazıya tut: İki tarafı çatışmaya kışkırtmak.
Tavşanın suyunu suyu: İki şey arasında çok az bağlantı olduğunu anlatmak.
Tavşan yürekli: Çekingen, korkak kişi.
Tazıya dönmek: Çok fazla zayıflamak.
Tebdil gezmek: Tanınmamak için farklı kıyafetlerle dolaşmak.
Tebelleş olmak: Birine istediğini yaptırana kadar peşini bırakmamak.
Tefe koymak: Bir kişi hakkında alaycı dedikodu yapmak.
Tekeline almak: Bir şeye tek başına sahip olmak.
Tekelinde olmak: Bir şeyi elinde tutmak.
Tekerine çomak sokmak: Birinin işini engellemek.
Tekin değil: Olağanüstü özelliklere sahip kabul edilen kişi.
Tek tük: Seyrek olarak.
Telaşa düşmek: Aceleye getirmek, heyecanlanmak.
Telleyip pullanmak: Farklı şeylerle süslenmek.
Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp sürmek: Bir işi sürekli olarak tekrar etmek.
Temel atmak: Bir işin en önemli kısmını yapmak.
Temel taşı: Bir şeyin en önemli unsuru.
Temize çekmek: Düzensiz bir yazıyı okunabilir hale getirmek.
Temize çıkmak: Masumiyetinin anlaşılması.
Temiz para: Helal ve emekle kazanılan para.
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş: İkisi de işe yaramayan, kötü kişiler.
Tencere dibin kara seninki benden kara: Kötülükte birbirine benzer durumlar.
Tencerede pişirip kapağında yemek: Geçimini zor şartlarda sağlamak.
Teneşir horozu: Zayıf, çelimsiz kişi.
Tepeden bakmak: Birini küçümsemek.
Tepeden tırnağa: Tamamen, baştan aşağı.
Tepeden tırnağa süzmek: Dikkatle uzun uzun bakmak.
Tepesi atmak: Birden öfkelenmek.
Tepesine binmek: Güçsüz olanlar üzerinde baskı kurmak.
Tepesine çıkarmak: Birini aşırı şımartmak.
Tepesine dikilmek: Birine rahatsızlık vermek.
Tepesinin tası atmak: Aniden öfkelenmek, ne yapacağını bilememek.
Tepetaklak gitmek: Durumun hızla kötüleşmesi.
Teraziye vurmak: Bir şeyi iyice düşünmek.
Ter dökmek: Çok çaba harcamak.
Tere yağından kıl çeker gibi: Kolayca, sorun yaşamadan.
Teslim bayrağı çekmek: Teslim olmak ya da yenilgiyi kabul etmek.
Tepeden inme: Üst düzeyden gelen emir.
Tepesinde havan dövmek: Alt katları gürültüyle rahatsız etmek.
Tepe tepe kullanmak: Dikkatsizce kullanmak.
Tercüman olmak: Başkasının duygularını anlatmak.
Tereciye tere satmak: Birine çok iyi bildiği bir konuda bilgi vermeye çalışmak.
Ters tarafından kalkmak: Alışılmışın dışında davranmak.
Ters yüz etmek: Bir şeyi alt üst etmek.
Ters yüz geri dönmek: İstediğini almadan geri dönmek.
Teselli etmek: Birini rahatlatmaya çalışmak.
Teselli bulmak: Kendini avutmak.
Teslim olmak: Mücadele etmekten vazgeçmek.
Teşrif etmek: Bir yeri onurlandırmak.
Tetikte olmak: Her an bir şey oluyormuş gibi hazır beklemek.
Tez canlı: Aceleci, sabırsız kimse.
Tez elden: Hemen, bir an önce.
Tezgâhı kurmak: İşe başlamak için gerekli araçları hazırlamak.
Tezkeresini eline vermek: Birinin işten çıkarılması.
Tıka basa doldurmak: Boş yer bırakmayacak şekilde doldurmak.
Tıka basa yemek: Rahatsız olacak kadar yemek.
Tıkır tıkır: Düzenli bir şekilde, aksaksız.
Tımarhane kaçkını: Akla sığmayan işler yapan kişi.
Tıngır mıngır: Yavaş ve düzenli bir şekilde.
Tıpış tıpış gitmek: Gitmesi zorunlu olan.
Tıpış tıpış yürümek: Gidilmesi gereken bir yere zorla gitmek.
Tıraş etmek: Usandırıcı uzun ve gereksiz konuşmalar yapmak.
Tırnak göstermek: Korkutmak, gözdağı vermek.
Tırpan atmak: İstenmeyen kişilerin görevlerine son vermek.
Tırnak kadar: Çok küçük.
Tıs yok: Sesin olmaması, sessizlik.
Tilki uykusuna yatmak: Uyuyormuş gibi yapıp fırsat kollamak.
Tiye almak: Birisiyle alay etmek.
Tohuma kaçmak: Evlenme dönemini geçirmiş olmak.
Tok evin aç kedisi: Gözü aç, her şeyi almak isteyen.
Ucu bucağı olmamak: Çok geniş bir alanın varlığını ifade eden, sonu gelmeyen bir durum.
Ucu dokunmak: Söylenen bir sözün birine doğrudan etki etmesi ya da bir zararın kişiyi de etkilemesi.
Ucu ortası belli olmamak: Bir işin nereden başlayacağına dair belirsizlik.
Ucu ucuna: Zor da olsa bir şeyin yetiştirilmesi ya da bir duruma denk gelinmesi.
Ucuz atlatmak: Tehlikeli bir durumu en az zararla geçiştirmek.
Ucunda bir şey olmak: Bir olayın altında gizli bir amaç bulunması.
Ucunu kaçırmak: Bir durumun kontrolünü kaybetmek veya çıkmaza girmek.
Uç vermek: Bir olayın belirtilerinin zamanla görünmeye başlaması.
Uçan kuşa borçlu olmak: Birden fazla kişiye borçlu olmak durumu.
Uçan kuştan medet ummak: Umutsuz bir durumda imkânsız yardım beklemek.
Uçkuruna sağlam: Namusuna bağlı ve iffetli olan biri.
Uçsuz bucaksız: Geniş ve sonu gelmeyen bir alan.
Ulu orta söz söylemek: Düşünmeden ve yeterince bilgi sahibi olmadan konuşmak.
Uma uma döndük muma: Umut besleyip de başarısızlıkla sonuçlanan bir durumdan güçsüz düşmek.
Umurunda olmamak: Bir duruma kayıtsız kalmak, önemsememek.
Ununu elemiş, eleğini asmış: Hayatının geri kalanında önemli bir iş yapmayacak duruma gelmek.
Utancından yere geçmek: Şiddetli bir utanç hissi ile ortalıklarda görünmekten kaçınmak.
Uyku bastırmak: Aşırı derecede uyku hissi yaşamak.
Uyku çekmek: İyice derin bir uykuya dalmak.
Uyku gözünden akmak: Çok uykusunun gelmesi.
Uyku tulumu: Sürekli uyuyan, uykuya düşkün kimse.
Uyku tutmamak: Uyumakta zorluk çekmek.
Uykusu kaçmak: Uyuması gereken bir anda bir sebeple uyuyamamak.
Uykusunu almak: Yeterince uyuyup dinlenmek.
Uykuya dalmak: Derin ve huzurlu bir şekilde uykuya geçmek.
Uyur uyanık: Yarı uyanık bir halde olmak.
Uzağı görmek: Geleceği önceden tahmin edebilmek.
Uzaktan uzağa: Uzak mesafeden, ilgisiz bir biçimde.
Uzun etmek: Bir duruma direnmek veya bir şeyin süresini uzatmak.
Uzun hikâye: Detaylı ve anlatılması uzun sürecek bir meseleyi tanımlamak.
Uzun lafın kısası: Kısaca ifade etmek gerekirse.
Uzun uzadıya: En ince ayrıntısına kadar detaylı bir şekilde.
Üç aşağı beş yukarı: Yaklaşık bir tahmin, çok az bir farkla.
Üç buçuk atmak: Olumsuz bir durumun gerçekleşme endişesiyle aşırı korkmak.
Üç otuzluk: Yaşı ilerlemiş, ihtiyar bir kimse.
Üçe beşe bakmamak: Fiyat konusunda fazla tereddüt etmemek.
Ümidini kesmek: Bir şeyin gerçekleşmeyeceğine inanmak ve buna karar vermek.
Ümitsizliğe düşmek: Bir olayın gerçekleşeceğine dair inancı yitirmek.
Ün kazanmak: Adının duyulması, şöhret kazanmak.
Üst perdeden konuşmak: Yüksek sesle ve kibirli bir tavırla konuşmak.
Üste çıkmak: Suçlu olduğu halde davacı gibi görünmek.
Üste vermek: Gereğinden fazla para ödemek.
Üstesinden gelmek: Üzerine aldığı bir işi başarıyla tamamlamak.
Üstü başı dökülmek: Kıyafetlerinin oldukça eski ve kullanılamaz hale gelmesi.
Üstü kapalı konuşmak: Belirsiz ve dolaylı bir dil kullanarak bir konuyu anlatmak.
Üstünde durmak: Gereğinden fazla ilgi göstermek veya önem vermek.
Üstünden atmak: Bir durumu kabul etmeyerek uzaklaşmak.
Üstünden dökülmek: Uygun olmayan giysilerin birinin üzerinde durması.
Üstünden geçmek: Belirli bir zamanın geçmiş olması.
Üstüne almak: Söylenenlerin kendisini ilgilendirdiğini düşünmek ve kaygılanmak.
Üstüne atmak: Bir sorunu başkasının üzerine yıkmaya çalışmak.
Üstüne basmak: Tam isabet etmek anlamında.
Üstüne bir bardak soğuk su içmek: Umutlarını kaybetmek ya da eline geçiremeyeceği bir şeyi elde etme umudunu yitirmek.
Üstüne düşmek: Bir işin gerçekleşmesi için aşırı ilgi göstermek.
Üstüne fenalık gelmek: Aşırı sıkılma veya bunalma durumu.
Üstüne geçirmek: Bir şeyin kaydını kendisine almak, kendi adına kaydetmek.
Üstüne gelmek: Bir durumun gerçekleştiği esnada orada belirmek.
Üstüne gül koklamamak: Sadece sevdiklerine odaklanmak, başkalarına ilgi göstermemek.
Üstüne üstüne gitmek: Bir kişiye sürekli baskı yaparak ısrarcı olmak.
Üstüne titremek: Birine ya da bir şeye zarar gelmemesi için dikkatli olmak.
Üstüne toz kondurmamak: Bir şeyi ya da kişiyi kusursuz görmek, onun hatalarını kabul etmemek.
Üstüne tuz biber ekmek: Olumsuz bir durumu daha da kötüleştirmek.
Üstüne yatmak: Hakkı olmadığı halde başkasına ait olan bir şeyi sahiplenmek.
Üstüne yürümek: Birine baskı yapma niyetiyle saldırmak veya öyle görünmek.
Üvey evlât gibi tutmak: Birine haksızlık yapmak ya da küçümsemek.
Üzüm üzüm üzülmek: Gereğinden fazla hüzünlenmek.
Ya devlet başa, ya kuzgun leşe: Girişilen işin sonucunun ya büyük bir başarı ile sonuçlanacağı ya da felaketle biteceğini ifade eder. Bu deyim, kararlılık ve cesaretle harekete geçmeyi vurgular.
Ya herrü ya merrü: Tüm riskleri göze alarak ya başarı kazanmayı ya da tamamen başarısız olmayı kabul etmek anlamında kullanılır.
Ya sabır çekmek: Karşılaşılan olumsuz durumlara karşı sessiz kalmak ve dayanmak, tepkisiz kalmayı ifade eder.
Yabana atmak: Bir şeyi önemsiz ya da değersiz olarak değerlendirmek anlamına gelir.
Yabancılık çekmek: Yeni bir ortamda kendini garip hissetmek, o yere alışmakta zorlanmak anlamındadır.
Yâd etmek: Birisini anmak, hatırlamak ve o kişi hakkında düşünmek anlamına gelir.
Yağ bal olsun: Yenilen içilen şeylerin helal olması ve sağlıklı bir şekilde tüketilmesi dileğinde bulunmak için söylenir.
Yağ döksen yalanır: Çok temiz ve titiz bir yerin ifadesidir.
Yağ tulumu: Oldukça şişman birini tanımlamak için kullanılan bir ifadedir.
Yağcılık etmek: Birine hoş görünmek, o kişiyi gereğinden fazla övmek veya dalkavukluk yapmak anlamında kullanılır.
Yağlı ballı olmak: Arası çok iyi olan, samimi ilişkiler kurmuş kişiler için kullanılır.
Yağlı kapı: Çalışanlarına yüksek kazanç sağlayan yer veya kişi anlamına gelir.
Yağlı kuyruk: Kolayca faydalanılabilecek kaynakları ifade eder.
Yağlı müşteri: Alışverişte oldukça cömert davranan, çok para bırakan müşteridir.
Yağma Hasan’ın böreği: Hakkı olmayan herkesin yararlandığı, kimsenin korumadığı kaynak anlamında kullanılır.
Yağma gitmek: Çok kolay müşteri bulmak anlamına gelir.
Yağmur yağarken küpünü doldurmak: Fırsatlar varken bu fırsatlardan yararlanmak, mal ya da para kazanmak için yapılan bir eylemdir.
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak: Zor bir durumdan kaçmaya çalışırken daha kötü bir duruma düşmek anlamına gelir.
Yahudi pazarlığı: Çekişmeli bir pazarlık sürecinde iki tarafın da menfaatleri için sonuna kadar mücadele etmesi durumudur.
Yaka paça: Kaba kuvvetle birini zorla bir yere götürmek anlamında kullanılır.
Yaka silkmek: Birinden bıkmak ve onunla ilişkiyi kesmek anlamında ifade edilir.
Yakadan atmak: Birini başından uzaklaştırmak, ilişkiyi kesmek anlamına gelir.
Yakasına sarılmak: İstenilen bir şeyi elde etmek için birini zorlamak, baskı yapmak anlamında kullanılır.
Yakasına yapışmak: Birine hesap sormak, onu bırakmamak, peşini bırakmamak anlamına gelir.
Yakasını bırakmamak: İstediğini elde edene kadar birinin peşini bırakmamak anlamında kullanılır.
Yakasını kaptırmak: Kendini bir durumdan kurtaramamak, zor durumda kalmak anlamında kullanılır.
Yakayı ele vermek: Yakalanmak, durumun ortaya çıkması anlamında kullanılır.
Yakayı kurtarmak: Olumsuz bir durumdan, hoşlanmadığı bir şeyden kurtulmak anlamına gelir.
Yakayı sıyırmak: Kaçmak ya da zor bir durumdan kurtulmak için bir fırsat elde etmek anlamındadır.
Yakınlık duymak: Birine karşı sıcak, samimi duygular beslemek anlamında kullanılır.
Yakışık almak: Bir duruma uygun düşmek anlamındadır.
Yakışık almamak: Uygun olmayan, yerinde olmayan bir davranış ya da söz anlamına gelir.
Yalan dolan: Hile ve düzenbazlık, kandırma anlamında kullanılır.
Yalancı pehlivan: Palavracı, yapamayacağı işleri yapıyormuş gibi gösteren kişi anlamında kullanılır.
Yalancısı olmak: Doğru olmayan bir bilgiyi başkalarına yaymak anlamında kullanılır.
Yalayıp yutmak: Olumsuz bir duruma karşı ses çıkarmamak, durumu kabullenmek anlamında kullanılır.
Yalpa vurmak: Sağa sola sallanarak yürümek anlamındadır.
Yalvar yakar olmak: Bir şey istemek için birine ısrarla yalvarmak, çok fazla rica etmek anlamına gelir.
Yalvarıp yakarmak: Yoğun bir şekilde yalvarmak anlamında kullanılır.
Yan bakmak: Düşmanca, art niyetle birine bakmak anlamındadır.
Yan basmak: Dürüst davranmamak, kaypaklık yapmak anlamına gelir.
Yan çizmek: Bir işi yapmaktan kaçınmak, sorumluluktan uzaklaşmak anlamındadır.
Yan gelip yatmak: Yapılması gereken işleri yapmayıp tembellik etmek anlamına gelir.
Yan gözle bakmak: Kötü niyetle, düşmanca bir bakış atmak anlamına gelir.
Yan tutmak: Taraflı olmak, taraflardan birini desteklemek anlamındadır.
Yan yan bakmak: Kötü niyetle birine bakmak anlamında kullanılır.
Yangına körükle gitmek: Olumsuz bir durumu daha da kötüleştirmek anlamındadır.
Yangından mal kaçırır gibi: Gereksiz bir telaş ve aceleyle hareket etmek anlamında kullanılır.
Yanıp tutuşmak: Birini derin bir sevgiyle arzulamak anlamına gelir.
Yanıp yakılmak: Bir şey hakkında sürekli şikayette bulunmak anlamındadır.
Yanına bırakmamak: Yapılan kötülüklere karşı intikam almak anlamında kullanılır.
Yanına kâr kalmak: Yapılan kötülüğün cezasız kalması anlamında kullanılır.
Yanına salâvatla varılır: Kızgın, öfkeli biri için kullanılan bir ifadedir.
Yanından bile geçmemiş: En ufak bir benzerliğin bile olmaması anlamında kullanılır.
Yanlış ata oynamak: Başarı elde etmek için yanlış bir yol seçmek anlamına gelir.
Yanlış kapı çalmak: Yanlış bir adrese gitmek anlamında kullanılır.
Yapmadığını bırakmamak: Birine her türlü eziyeti yapmaktan kaçınmamak anlamına gelir.
Yara açmak: Büyük bir acıya ya da sıkıntıya neden olmak anlamında kullanılır.
Yaraya merhem olmak: Sorunlara çözüm bulmak anlamındadır.
Yaraya tuz biber ekmek: Sıkıntıyı daha da artıran davranışlar sergilemek anlamına gelir.
Yarı yolda bırakmak: Bir desteği, yardımı yarıda kesmek anlamında kullanılır.
Yarım adam: Normal standartların altında, güçsüz ya da sakat biri anlamındadır.
Yarım ağızlı: Gönülsüzce bir şey yapmak ya da söylemek anlamına gelir.
Yarım yamalak: Eksik ya da özensiz yapılan bir şeyi ifade eder.
Yarından tezi yok: En kısa sürede, hemen anlamında kullanılır.
Yaş dökmek: Ağlamak, duygu durumu olarak gözyaşı dökmek anlamındadır.
Yaş tahtaya basmak: Aldatılmak ya da kandırılmak anlamında kullanılır.
Yaşını başını almış olmak: Olgunlaşmış, yaşı ilerlemiş kişi için kullanılan bir ifadedir.
Yaşını içine akıtmak: Üzüntü ve acıyı içe atarak göstermek, ağlamamak için kendini tutmak anlamına gelir.
Yatağa düşmek: Hastalanmak ya da iyileşmek için uzun süre yatmak zorunda kalmak anlamında kullanılır.
Yatak yorgan yatmak: Çok hasta olmak anlamında ifade edilir.
Yataklık etmek: Suç işleyenlere yardım etmek ya da onlara gizlice destek sağlamak anlamındadır.
Yatırım yapmak: Gelecekte kazanç sağlamak amacıyla bir yere varlık yatırmak anlamına gelir.
Yaya kalmak: Taşıt kullanmadan yürümek zorunda kalmak anlamındadır.
Yayan yapıldak: Çıplak ayakla yürümek anlamında kullanılır.
Yaygarayı basmak: Bağırıp çağırarak dikkat çekmek anlamındadır.
Yaz boz tahtasına çevirmek: Sürekli değişiklik yaparak kararsız kalmak anlamına gelir.
Ye kürküm ye: Birine saygı göstermek amacıyla giyimine göre değer vermek anlamında kullanılır.
Yedi canlı: Birden fazla ölüm tehlikesi atlatıp hayatta kalan kişi anlamına gelir.
Yedi düvel: Tüm insanlar ve dünya genelindeki herkes.
Yedi iklim dört bucak: Dünya üzerindeki her yer, her bölge.
Yedi kat yabancı: Hiç tanımadığın veya akrabalığın olmayan birisi.
Yediden yetmişe: En büyüğünden en küçüğüne kadar, herkes.
Yeğ tutmak: Seçenekler arasında birini tercih etmek veya ona yönelmek.
Yel yeperek yelken kürek: Aceleci ve heyecan dolu bir tavır içinde olmak.
Yele vermek: Gereksiz yere bir şeyi harcamak veya dağıtmak.
Yelkenleri suya indirmek: Mücadele etmekten vazgeçip, anlayışlı olmaya başlamak.
Yeme de yanında yat: İnanılmaz lezzetli yemekleri tarif etmek için kullanılır.
Yemeden içmeden kesilmek: Bir sıkıntıdan dolayı iştahsızlık yaşamak, yiyecekten veya içecekten uzak durmak.
Yenilir yutulur gibi değil: Kabul edilemeyecek veya tahammül edilemeyecek bir durum.
Yer cücesi: Kurnaz ve fitneci, aynı zamanda küçük boyutlu bir kişi.
Yer demir, gök bakır: Hiçbir destek ya da yardım almadan çaresiz kalmak.
Yer kabul etmez: Birçok günahı olan kişi.
Yer vermek: Bir konunun önemini kabul etmek ve ondan söz etmek.
Yer yarılıp içine girmek: Utanç nedeniyle bir durumdan kaçmak ya da içine girmek isteği.
Yer yerinden oynamak: Toplumda büyük bir heyecan, karmaşa veya gürültü yaratmak.
Yerden yere çalmak: Birisini ağır şekilde eleştirmek ya da zor durumda bırakmak.
Yere bakan yürek yakan: Sessiz görünen fakat gizlice kötü işler yapan kişi.
Yere göğe sığdıramamak: Birine aşırı değer verip sürekli ondan bahsetmek.
Yeri göğü birbirine katmak: Büyük bir heyecan veya korkuya neden olmak.
Yeri yurdu belirsiz: Nerede yaşadığı, kimlerle vakit geçirdiği bilinmeyen serseri.
Yerin dibine geçmek: Aşırı utanç duymak.
Yerinde duramamak: Sürekli hareket eden ve bir şeyler yapma isteği duyan kişi.
Yerinde saymak: Gelişme kaydetmemek, statükoda kalmak.
Yerinde yeller esmek: Yok olmak veya kaybolmak.
Yerinden oynatmak: Birini yerinden veya görevinden etmek.
Yerini doldurmak: Görevden ayrılan birinin yerini alacak kişinin aynı başarıyı göstermesi.
Yerle bir etmek: Bir yeri tamamen tahrip etmek ya da yok etmek.
Yerli yersiz: Duruma uygun olup olmadığına bakılmaksızın.
Yeşil ışık yakmak: Bir şeye izin vermek veya desteklemek.
Yılan hikâyesi: Çözülmeyen, karmaşık bir durum veya mesele.
Yılanın kuyruğuna basmak: Birine zarar verecek birine dokunmak veya onu harekete geçirmek.
Yıldırımla vurulmuşa dönmek: Aniden ortaya çıkan bir durum karşısında şaşırmak.
Yıldızı barışmamak: Sürekli anlaşmazlık içinde olmak.
Yıldızı parlamak: Ün kazanmak ve tanınmak.
Yıldızı sönmek: İtibarını kaybetmek.
Yıldızları barışık olmak: Birbirleriyle iyi geçinmek.
Yiyip bitirmek: Birini sürekli tedirgin etmek ve rahatsız etmek.
Yok pahasına: Son derece ucuz bir fiyata.
Yol açmak: Bir olayın veya durumun başlamasına neden olmak.
Yol almak: Belirli bir mesafeyi kat etmek.
Yol aramak: Bir probleme çözüm bulmaya çalışmak.
Yol bulmak: Bir sorunun çözümünü keşfetmek.
Yol geçen hanı: Sıklıkla ziyaret edilen bir yer.
Yol göstermek: Birine rehberlik etmek ve ne yapması gerektiğini öğretmek.
Yol iz bilmemek: Yabancı bir yerde yönünü kaybetmek.
Yol kesmek: Başkasının geçişine engel olmak ya da soygun yapmak.
Yol tepmek: Uzun süre yürümek.
Yol tutmak: Doğru bildiği yolda ilerlemek.
Yol yordam: Davranış kuralları ve doğru hareket etme yöntemleri.
Yola çıkmak: Hedefe ulaşmak için hareket etmek.
Yola düşmek: Zorunluluk nedeniyle yola çıkmak.
Yola düzülmek: Yola çıkıp yürümeye başlamak.
Yola gelmek: Akla uygun davranmaya başlamak.
Yola getirmek: Birinin yanlış tutumunu düzeltmek.
Yoldan çıkmak: Doğru yoldan ayrılmak.
Yoldan kalmak: Yolculuğa çıkma niyetindeyken engellerle karşılaşmak.
Yollara dökülmek: Kalabalık bir şekilde yolda olmak.
Yoluna koymak: Bir işe olumlu bir yön vermek.
Yolunu beklemek: Birinin gelmesini sabırsızca beklemek.
Yolunu bulmak: Sorunları çözümleyerek ilerlemek.
Yolunu kaybetmek: Gideceği yolu şaşırmak veya kararsız kalmak.
Yolunu sapıtmak: Doğru yoldan ayrılmak.
Yorgan gitti, kavga bitti: Sorun yaratan anlaşmazlık sona erdiğinde kargaşanın da sonlanması.
Yorgunluğunu almak: Yorgun birinin dinlenmeye çalışması.
Yorgunluğunu çıkarmak: Bir işin sonucunda elde edilen huzurun tadını çıkarmak.
Yörüngesine oturtmak: Bir işi düzene sokmak.
Yufka yürekli: Acıklı durumlara dayanamayan, oldukça duygusal kişiler.
Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal: Her iki seçimde de bir şeylerin olumsuz etkileneceği durumlar arasında kalmak.
Yukarıdan aşağı süzmek: Birine dikkatlice ve analiz edici bir bakışla bakmak.
Yuları eksik: Kaba ve görgüsüz biri.
Yuları ele vermek: Başkasının kontrolüne girmek.
Yumruk kadar: Oldukça küçük biri.
Yumurta kapıya gelmek: Yapılması gereken bir işin son anına yaklaşmak.
Yumurtaya kulp takmak: Hiçbir şeyi beğenmemek ve her şeyde kusur bulmak.
Yumuşak yüzlü: Kimseyi kırmayan, hayır diyemeyen biri.
Yuva kurmak: Evlilik yoluyla bir aile kurmak.
Yuvarlak hesap: Küçük miktarların düşülmesinden sonra kalan net hesap.
Yuvarlak konuşmak: Gerekeni tam olarak söylememek ve belirsiz ifadeler kullanmak.
Yuvarlanıp gitmek: Mevcut şartlarla hayatını sürdürmek.
Yuvasını bozmak: Birinin aile düzenini bozmak veya mutluluğunu sona erdirmek.
Yuvasını yıkmak: Birinin evliliğinin sonlanmasına neden olmak.
Yük altına girmek: Ağır bir sorumluluğu kabul etmek.
Yük olmak: Başkalarına ek bir sorumluluk yüklemek.
Yüksek perdeden konuşmak: Sert bir üslupla başkalarına meydan okumak.
Yükseklerde dolaşmak: Ulaşılması zor ve çok büyük hayaller peşinde koşmak.
Yüksekten atmak: Gücünün üstündeki işleri yapabileceğini iddia etmek.
Yüksekten uçmak: Elde edilmesi zor şeyleri istemek.
Yükte hafif pahada ağır: Taşınması kolay fakat değerli olan eşyalar.
Yükünü tutmak: Zengin bir hayat sürmek.
Yüreği ağzına gelmek: Aniden çok korkmak veya aşırı telaşlanmak.
Yüreği cız etmek: Birine acıma duymak, içinin sızlaması.
Yüreği çarpmak: Merak duygusundan tedirgin olmak.
Yüreği ezilmek: Büyük bir acı hissetmek ya da derin bir üzüntü yaşamak.
Yüreği ferahlamak: İçinde taşıdığı sıkıntı ve kaygılardan kurtulmak, ruh halinin hafiflemesi.
Yüreği hop etmek: Ani bir korku ya da heyecanla birlikte kalbinin hızla atması.
Yüreği oynamak: Yoğun bir korku duymak, adeta yüreğinin yerinden fırlayacak gibi hissetmesi.
Yüreği kabarmak: Sıkıntıdan kurtulma ihtiyacı hissetmek, rahat bir nefes almak.
Yüreği kalkmak: Heyecanın doruk noktasına ulaşması, çok fazla uyanıklık hali.
Yüreği kararmak: İyimser düşüncelerin yerini karamsarlığa ve endişeye bırakması.
Yüreği katı: Başkalarına karşı acıma duygusundan yoksun olan bir kişi.
Yüreği küt küt atmak: Heyecan, korku veya endişeden kaynaklanan kalp çarpıntısının artması.
Yüreği parçalanmak: Bir olaydan dolayı aşırı bir üzüntü ve acı hissetmek.
Yüreği pek: Cesur, gözü pek ve yürekli bir birey.
Yüreği yanmak: Gereğinden fazla bir acı duyma ya da felaket bir durumu yaşama.
Yüreğine inmek: Beklenmedik bir üzüntüyle karşılaşmak, sanki hayat sonlanacakmış gibi hissetmek.
Yüreğine işlemek: Derin bir acı deneyimlemek; yaşanan acının kalpte büyük bir iz bırakması.
Yüreğine od düşmek: Yüreğinin yanması, aşırı bir üzüntü hissetmek.
Yüreğine su serpilmek: Duyduğu bir haberle birlikte kaygılarının azalması.
Yürürlüğe girmek: Bir şeyin hayata geçmesi, uygulama aşamasına ulaşması.
Yüz bulmak: Birinin aşırı sevgisi ya da hoşgörüsünden dolayı kendini şımartmak, nahoş davranışlar sergilemek.
Yüz çevirmek: Birine karşı gösterdiği ilgiyi sona erdirmek.
Yüz dökmek: Utanmayı göze alarak bir şey talep etmek veya ricada bulunmak.
Yüz görümlüğü: Gelinin duvağını açan damadın verdiği geleneksel hediye.
Yüz göz olmak: Biriyle yakınlaşmak, samimi bir ilişki geliştirmek.
Yüz karası: Ailesine ya da çevresine utanç verici işler yapmış olan kişi.
Yüz kızartıcı: Kişiyi utandıracak, küçük düşürecek eylemler.
Yüz tutmak: Bir şeyin gerçekleşme aşamasına gelmesi.
Yüz vermek: Bir kişiyi aşırı şekilde şımartmak.
Yüz yüze gelmek: Karşılaşmak.
Yüzde kalmak: Bir konunun yüzeysel bir şekilde ele alınması.
Yüze gülmek: Yapay bir gülümseme ile yüz göstermekte bulunmak.
Yüze yüze kuyruğuna gelmek: Bir işin zorlu kısmını aşarak sona yaklaşmak.
Yüzü ak: Suç veya utanılacak bir durumdan uzak olmak.
Yüzü görmemek: Bir şeyi yaşamı boyunca hiç deneyimlememek.
Yüzü gözü açılmak: Gerçekleri anlamaya başlamak, doğru ile yanlışı ayırt edebilmek.
Yüzü gülmek: Rahatlamak, sorun ve sıkıntılardan kurtulmak.
Yüzü kalmamak: Borçlu olduğu kişiye karşı istekte bulunamaz hale gelmek.
Yüzü kara: Utanç verici işler yapmış, toplumda kötü bir üne sahip olan kimse.
Yüzü kasap süngeri ile silinmiş: Utanmaz, her şeyden kayıtsız bir kimse.
Yüzü sirke satmak: Sürekli asık suratlı ve mutsuz görünen kişi.
Yüzü soğuk: Samimiyetten uzak, soğuk bir tutum sergileyen kişi.
Yüzü suyu hürmetine: Bir kimsenin hatırı için, ona büyük değer vererek hareket etmek.
Yüzü tutmamak: Bir şey istemeye ya da söylemeye cesaret edememek, utanmak.
Yüzü yerde: Alçak gönüllü, kibirden uzak bir kişilik sergileyen.
Yüzü yok: Yaptığı hatalardan dolayı bir talepte bulunmaya yüz bulamayan.
Yüzünden düşen bin parça olmak: Sorunları, öfkeyi ve sıkıntıyı yüz ifadesinden belli etmek.
Yüzünden okumak: Bir kişinin duygularını yüz ifadesiyle dışa vurması.
Yüzüne bir daha bakmamak: Bir kişinin saygınlığını yitirmesi.
Yüzüne kan gelmek: Yüz ifadesinin normale dönmesi, sağlıklı bir görünüm kazanması.
Yüzüne vurmak: Birinin hatasını açıkça dile getirmek, ayıplamak.
Yüzünü ağartmak: Övünebileceği bir başarı elde etmek.
Yüzünü ekşitmek: Memnuniyetsizliğini yüz ifadesiyle belli etmek.
Yüzünü gören cennetlik: Uzun süre ortadan kaybolmuş kişilere atıfta bulunmak.
Yüzünü görmemek: Uzun zamandır birini görmemiş olmak.
Yüzünü kara çıkarmak: Bir kişinin davranışıyla başkalarını mahcup etmek.
Yüzünü şeytan görsün: Sevilmeyen birine duyulan derin nefret.
Yüzünün akıyla çıkmak: Yaptığı işi en iyi şekilde başarıyla tamamlamak.
Yüzüstü bırakmak: Birini zor bir durumda yalnız bırakmak.
Zahmet çekmek: Zorluklara, sıkıntılara ve eziyetlere katlanmak zorunda kalmak.
Zahmete sokmak: Başkalarına zorluk ve sıkıntı yaratmak; onları masraflara sokmak.
Zaman kazanmak: Birilerini oyalayarak gerekli zamanı elde etmeye çalışmak.
Zaman kollamak: Bir şeyin gerçekleşmesi için uygun fırsatları beklemek.
Zaman öldürmek: Boş ve gereksiz faaliyetlerle vakit harcamak; gerekli işleri ertelemek.
Zaman vermek: Bir işin gerçekleşmesi için birine belli bir süre tanımak.
Zaman zaman: Belirli aralıklarla, ara sıra gerçekleşen durumlar.
Zamana uymak: Zamanın gerekliliklerine uygun bir yaşam sürmek.
Zamane çocuğu: Saygıyı ve düzeni gözetmeyen, her şeyi bildiğini sanan genç.
Zar tutmak: Tavla oyununda istenilen sayıyı elde etmek için zarlara özel bir biçim vermek.
Zar zor: Büyük güçlükle, zorlukla elde edilen durumlar.
Zarar görmek: Bir olumsuzluk ya da kötülükle karşılaşmak.
Zart zurt etmek: Kaba kuvvet kullanmak, otorite gösterisinde bulunmak.
Zehir etmek: İyi giden bir durumu bozmak veya mahvetmek.
Zehir gibi: Çok acı ve keskin, insanı perişan eden.
Zehir zemberek: Kişiyi derinden etkileyen ağır sözler.
Zembereği boşanmak: Kendini tutamayıp uzun uzun gülmek.
Zemheri zürafası gibi: Kışın soğuk günlerinde ince giysiler giymiş olanlar için kullanılan bir ifade.
Zemin hazırlamak: Bir işin gerçekleşmesi için uygun bir ortam yaratmak.
Zemzemle yıkanmış olmak: Çok iyi bir duruma gelmek, saf ve temiz olmak.
Zerre kadar: Çok az, en ufak bir miktar.
Zevahiri kurtarmak: Bir şeyin hakkını tam vermemek, yüzeysel ve özensiz bir şekilde tamamlamak.
Zeval bulmak: Nihayet bulmak, sona ermek veya yok olmak.
Zeval vermemek: Koruma sağlamak, kötü durumlardan kaçınmak.
Zevkine varmak: Bir şeyin tadını çıkarmak, onu hissederek yaşamak.
Zevkini çıkarmak: Bir şeyden her yönüyle faydalanmak, zevk almak.
Zevkten dört köşe olmak: Aşırı mutluluk duymak, tarifsiz bir sevinç yaşamak.
Zeytinyağı gibi üste çıkmak: Suçlu olduğu halde kendini haklı göstermek.
Zıddına gitmek: Birini kızdıracak şekilde, tersini yapmak.
Zılgıt yemek: Başkaları tarafından azar işitmek, eleştirilmek.
Zınk diye durmak: Aniden durmak, beklenmedik bir şekilde duraksamak.
Zırnık bile vermemek: En ufak bir şey dahi vermemek, çok cüzi miktar.
Zıvanadan çıkmak: Durumun kontrol edilemez hale gelmesi ya da birinin aşırı derecede taşkınlık göstermesi.
Zifiri karanlık: Tamamen karanlık, göz gözü görmeyen bir ortam.
Zihin açıklığı: Sağlıklı ve net bir düşünme yeteneği.
Zihni bulanmak: Kafanın karışması, karar verememe durumu.
Zihnini bulandırmak: Birini düşünemez hale getirmek, kafa karışıklığına yol açmak.
Zihnini çelmek: Birini yanıltmak veya baştan çıkarmak.
Zihnini kurcalamak: Bir şeyi sürekli düşünmek, akıldan çıkmayan rahatsız edici düşünceler.
Zil takıp oynamak: Aşırı sevinç yaşamak, coşku içinde olmak.
Zimmetine geçirmek: Başkasına ait olanı kendi malı gibi göstermek.
Zincire vurmak: Mahkumiyet durumu; cezaevindeki kişilere atıfta bulunmak.
Zindan kesilmek: Yaşanılacak bir yer olmaktan çıkmak, bunaltıcı hale gelmek.
Ziyafet çekmek: Misafirlere yemek ikram etmek, onları ağırlamak.
Ziyan etmek: Gereksiz yere bir şeyi harcamak, boşuna sarf etmek.
Ziyanı yok: Hiç önemli bir şey değil, önemsiz anlamında.
Zokayı yutmak: Başkaları tarafından aldatılarak zarara uğramak.
Zom olmak: Aşırı derecede sarhoş olmak.
Zora binmek: Bir durumun ancak güç kullanarak çözülebileceği hale gelmesi.
Zora gelmemek: Güçlüklere dayanamamak, sabredememek.
Zoru olmak: Kişiyi üzen veya mutsuz eden bir sorunun varlığı.
Zorun ne: “Amacın ne, ne istiyorsun?” anlamında bir soru.
Zula etmek: Birine saldırmak, çatmak.
Zula olmak: Saklanmak, gizlenmek.
Zurna gibi: Gereğinden fazla dar olan, sıkışık bir durum.
Zurnacının karşısında limon yemek: Bir kişinin dikkatini dağıtarak onu iş yapamayacak hale getirmek.
Zurnanın son deliği: Saygınlığı olmayan, önemsiz bir mevkide bulunan kimse.
Zurnanın zırt dediği yer: Bir işin en kritik, hassas noktası.
Züğürt tesellisi: Kişinin kendini avutma durumu; geçici bir sevinç ve avunma hali.
Zülfüyâra dokunmak: Birini en hassas noktalarından yaralayacak söz ve davranışlar sergilemek.
fahiş faize batakçı müşteri: Çok yüksek faiz ödemek zorunda kalan müşteri .
Kredi kartı borcunu ödeyemeyenler, fahiş faize batakçı müşteri gibi büyük sıkıntı içinde.
fahrettin kerim: Bir kişinin adını vermek yerine yaygın bir ad kullanılarak genel bir örnekleme yapılması .
Bu tür işlerde hep Fahrettin Kerim gibi bir isim geçiyor.
fais ce que je dis, pas ce que je fais: “Söylediğimi yap, yaptığımı yapma” anlamında, birinin sözlerinin eylemlerle uyuşmaması durumunu ifade eder.
Patron sürekli bu kurallara uymamız gerektiğini söylüyor ama kendisi fais ce que je dis, pas ce que je fais.
falcı değilim ya: Geleceği tahmin edememek .
Yarın yağmur yağıp yağmayacağını bilmiyorum, falcı değilim ya.
fanfin etmek: Küçük bir konuya gereğinden fazla önem vermek .
Üzerinde bu kadar durmaya gerek yok, sadece fanfin etmek gibi bir şey.
fare düşse başı yarılır: Çok dikkatli ve ihtiyatlı olmak .
O kadar dikkatli çalışıyor ki, fare düşse başı yarılır.
fare l’avvocato del diavolo: Şeytanın avukluğunu yapmak, kötüyü savunmak .
Bu durumda fare l’avvocato del diavolo gibi davranarak karşı tarafı savunmak zorundayım.
farkmaz: Önemli olmadığını belirtir.
Saat kaç olduğu farkmaz, önemli olan toplantıya zamanında gitmek.
farları yakmak: Gece yol alırken aracın farlarını açmak .
Gece yolculuk yaparken farları yakmayı unutma.
feleğin çemberinden geçmek: Zorlu deneyimlerden geçmek .
Bu kadar zor işlerle uğraştıktan sonra feleğin çemberinden geçti.
feleğin sillesini yemek: Kötü şansa veya zorluğa düşmek .
İş yerinde yaşadığı olaylarla feleğin sillesini yedi.
felekten bir gün çalmak: Hayatın tadını çıkarmak veya geçici bir rahatlama yaşamak .
Bu hafta sonu felekten bir gün çalacağız ve tatilin keyfini çıkaracağız.
fellik fellik: Her tarafta dolaşmak veya aramak .
Kaybolan cüzdanı fellik fellik aradık ama bulamadık.
fena gözle bakmak: Kötü gözle bakmak, olumsuz düşünmek .
Yeni projeye fena gözle bakma, daha iyimser olmalısın.
fenersiz yakalamak: Beklenmedik bir duruma hazırlıksız yakalanmak .
Karşılaşma sırasında fenersiz yakalandım ve ne yapacağımı bilemedim.
feriştahı gelse: En yetenekli veya en iyi kişi bile bu sorunu çözemez .
Bu sorun o kadar karmaşık ki, feriştahı gelse çözemeyiz.
ferman çıkmak: Bir emir veya talimat almak .
Yeni yönetimden ferman çıkmadıkça bu düzen değişmeyecek.
ferman dinlemek: Birinin emrine uymak veya talimatı yerine getirmek .
Üstlerin fermanını dinleyerek tüm değişiklikleri uyguladık.
ferteği çekmek: Çekişme, tartışma .
İki taraf arasında sürekli ferteği çekiliyor, bu yüzden ilerleme sağlanamıyor.
fesat kumkuması: Kötü niyetli ve karışıklık yaratan kişi .
O her ortamda fesat kumkuması gibi davranıyor, işleri zorlaştırıyor.
fıçı gibi: Şişkin veya iri görünmek .
Spor yapmadığı için fıçı gibi olmuş, forma girmesi lazım.
fıkırdamak: Bir şeyin içinde veya üzerinde hareket etmek .
Çocuklar odada fıkırdıyor, sessiz olmalarını sağla.
fıldır fıldır aramak: Her yeri dikkatli bir şekilde aramak .
Kaybolan anahtarı fıldır fıldır aradık ama bulamadık.
fındık kırmak: Küçük, basit işler yapmak .
İşte fındık kırar gibi çalışıyor, daha ciddi işlere yönelmesi gerek.
fırın süpürgesi: Yaşlı veya çok kullanılmış bir eşya .
O eski araba fırın süpürgesi gibi, artık yenilenmesi lazım.
Fil dişi kuleden bakmak: Uzak bir mesafeden bir şeyi izlemek .
Yatırım fırsatlarını Fil dişi kuleden bakmak gibi değerlendiriyorsun, daha yakından incelemelisin.
fincancı katırlarını ürkütmek: Önemli veya hassas bir konuyu gereksiz yere gündeme getirmek .
Bu kadar kritik bir konuda fincancı katırlarını ürkütmek gibi davranma.
fitil almak: Kızgınlık veya öfke yaşamak .
Bu duruma fitil almak zorunda kaldı, oldukça sinirlendi.
fitil fitil burnundan getirmek: Birini çok sinirlendirmek .
Her tartışmada fitil fitil burnundan getirdi ve ilişkileri bozdu.
fiyat kırmak: Ürünün veya hizmetin fiyatını indirmek .
Rekabet nedeniyle fiyat kırmak zorundayız, aksi takdirde müşteri kaybederiz.
formunda olmak: İyi durumda veya başarılı olmak .
İşteki performansıyla her zamanki gibi formunda.
forsu kırılmak: Prestij veya güç kaybetmek .
Son yaşanan skandal, şirketin forsunu kırdı.
forsu olmak: Güçlü ve etkili olmak .
Yeni projeyle sektörde forsu olan bir firma haline geldik.
forsunu yitirmek: Güç ve prestij kaybetmek .
Şirket son yıllarda forsunu yitirdi ve rakipleri öne geçti.
foyası meydana çıkmak: Bir kişinin gerçek karakterinin ortaya çıkması .
İşten ayrıldıktan sonra gerçek foyası meydana çıktı, herkes şaşırdı.
fukara babası: Fakir ve yardımsever kişi .
Yoksul insanlara yardım edenler fukara babası gibi davranıyorlar.
fütur getirmek: Yorgunluk veya bezginlik .
Uzun bir çalışmanın ardından fütur getirdi, dinlenmeye ihtiyacı var.
gafil baş düşmana eş: Dikkatsiz ve hazırlıksız olmak, büyük bir tehlike yaratmak .
Önemli projede gafil baş düşmana eş gibi davrandı, büyük bir hata yaptı.
gaflete düşmek: Dikkatsizlik veya aldanma .
İşteki bazı hatalar gaflete düşmenin sonucu.
gagayı ıslatmak: İçki veya başka bir şeyle eğlenmek .
Gece dışarı çıkıp biraz gagayı ıslatmak istiyorum.
garaz bağlamak: Önyargı ile yaklaşmak .
İşe başlamadan garaz bağlamış gibi davranma, herkese eşit yaklaş.
garazı olmak: Kişisel bir düşmanlık veya önyargı taşımak .
O kişide garazı olan biriyle çalışmak zorunda kaldık.
gavur ölüsü: Hiçbir şekilde değer vermediğiniz veya umursamadığınız şey .
Bu eşyayı gavur ölüsü gibi bırakmışsın, değer vermedin bile.
gavura kızıp oruç bozmak: Sinirlenmek ve öfkeyle kontrolü kaybetmek .
Yine sinirlenip gavura kızıp oruç bozmak gibi davranıyor, kendini kontrol etmeli.
gazali rana: Kısmi veya geçici bir çözüm bulmak .
Sorunu çözmek için gazali rana gibi geçici bir çözüm bulduk.
gazel okumak: Duygusal veya sanatla ilgili bir şey ifade etmek .
Akşamları gazel okumak ruhunu dinlendiriyor.
gebe olmak: Hamile olmak .
Kardeşim şu anda gebe, bebek heyecanı içinde.
geçmişi kandilli: Eski ve tarihe karışmış bir şey .
O hikaye geçmişi kandilli, artık modası geçti.
geçmişi olmak: Geçmişte yaşanmış olayların etkisini taşımak .
O kişinin geçmişi öyle karışıktı ki, hala etkilerini taşıyor.
geçmişini kurcalamak: Geçmişte yaşananları araştırmak veya sorgulamak .
Geçmişini kurcalama, geçmişte yaşananlar artık değişmez.
geçmişlerini karıştırmak: Farklı geçmişleri birbirine karıştırmak .
Geçmişlerini karıştırma, her kişinin kendi hikayesi var.
gedik kapamak: Açık veya eksik bir şeyi kapatmak, düzeltmek .
Proje üzerindeki gedikleri kapatmamız gerekiyor.
gelip çatmak: Bir yere veya duruma aniden gelmek .
Üzerimize gelmek için aniden çatmadan önce plan yapmalısın.
gem almamak: Bir şeyi kabul etmemek veya geri adım atmamak .
Sonuçlardan memnun değilim, gem almamakta ısrarcıyım.
gemi aslanı: Zorlu ve tecrübeli bir kişi .
O işte gemi aslanı gibi, uzun yıllardır deneyimi var.
gemini kısmak: Sıkı durmak veya tasarruf yapmak .
Bu ekonomik kriz döneminde bütçeyi kısarak gemini kısmamız gerekiyor.
gemisini yürütmek: İşlerini iyi bir şekilde yürütmek .
İşlerini çok iyi organize ediyor ve gemisini yürütüyor.
geniş bir nefes almak: Rahatlamak veya gevşemek .
Yoğun çalışmadan sonra geniş bir nefes alıp biraz dinlenmeliyim.
gerdan süpürgesi: Şişman veya iri bir kişi .
Spor yapmadığı için biraz gerdan süpürgesi gibi oldu.
geri basmak: Geriye çekilmek veya kaçınmak .
Bu zor durumda geri basmak yerine sorunu çözmeye çalışmalıyız.
geri tepmek: Yapılan bir eylemin istenmeyen bir sonuç doğurması .
Planlarımız geri tepti ve istediğimiz sonuca ulaşamadık.
geyik etine girmek: Bir konuyu gereksiz yere uzatmak veya detaylandırmak .
Toplantıda yine geyik etine girdik, zaman kaybı yaşadık.
gık dememek: Hiç ses çıkarmamak veya itiraz etmemek .
O kadar ağır bir iş yaptık ki, gık dememek zorunda kaldık.
gır gıra almak: Alaycı bir şekilde konuşmak veya davranmak .
Herkesin önünde gır gıra alıyorsun, bu şekilde davranmamalısın.
gırgır geçmek: Bir konuyu ciddiye almadan şaka veya alayla geçiştirmek .
O ciddi konuyu gırgır geçmek yerine çözmeliyiz.
gırtlağından kesmek: Birini zor durumda bırakmak .
İşten çıkarılınca tüm hayatı gırtlağından kesilmiş gibi oldu.
giderayak: Bir şeyin sonunda, son dakikada .
Giderayak bu işi de tamamlayalım, başka şansımız kalmadı.
gidişini beğenmemek: Bir şeyin veya birinin durumu veya geleceği hakkında memnun olmamak .
Projenin gidişini beğenmemek ve revize etmek gerekiyor.
girecek delik aramak: Çıkış yolu aramak veya kaçış planı yapmak .
Hatalarını fark edince girecek delik aramaya başladı.
girye bana hande sana: Herkesin kendi payını alacağı .
Bu durumda girye bana hande sana, herkes payını alacak.
göbeği beraber kesilmiş: Uzun süre birlikte olan, iyi tanıyan kişiler .
Bu takım gerçekten göbeği beraber kesilmiş gibi uyum içinde çalışıyor.
göbeği birlikte kesilmiş: Yakın arkadaşlık veya uzun süreli ilişki .
Çocukluk arkadaşları göbeği birlikte kesilmiş gibi yakınlar.
göbeği sokakta kesilmiş: Maddi zorluk veya fakirlik içinde olan kişi .
Çocukluk arkadaşımın durumu göbeği sokakta kesilmiş gibi.
göbek bağlamak: Doğumdan sonra göbek kordonunu bağlamak .
Yeni doğan bebeğin göbek bağını bağladıktan sonra hastaneden çıktık.
göbek çalkamak: Eğlenmek veya şarkı türü dans etmek .
Davette göbek çalkalayıp eğlenmek istiyorum.
göbek salıvermek: Rahatlamak, gevşemek .
Yoğun bir günün ardından göbek salıverip dinlenelim.
göbek salmak: Fazla kilolu olmak .
Spor yapmadığı için göbek salmış, zayıflaması gerekiyor.
göçüp gitmek: Ölmüş olmak .
Eski arkadaşımız göçüp gitmiş, haberini almak bizi üzdü.
gök demir, yer bakır: Her şeyin yerli yerinde olduğunu belirtir.
Her şey yolunda, gök demir, yer bakır.
gökten zembille inmek: Beklenmedik veya ani bir şekilde ortaya çıkmak .
Gökten zembille inmiş gibi olan bu iş teklifi beni şaşırttı.
gölgede bırakmak: Bir şeyi ya da birini arka planda bırakmak .
Yeni proje eski başarıları gölgede bırakacak.
gölgede kalmak: Bir şeyin veya birinin dikkat çekmemesi .
Bu yeni ürün, önceki modellerin gölgede kalmasına neden oldu.
gölgesinden korkmak: Bir şeyi aşırı şekilde dikkatli veya temkinli yapmak .
O kadar titiz ki, gölgesinden korkar hale geldi.
gömleğinden geçirmek: Çoğu kez üstünden geçmek .
Bu problemleri gömleğinden geçirmek gibi davranma, çözüm bulmalıyız.
gömlek değiştirir gibi değiştirmek: Çok sık veya hızlı bir şekilde değiştirmek .
Kıyafetlerini gömlek değiştirir gibi değiştiriyor.
gömlekten geçirmek: Bir şeyin üstünden geçmek .
Projeyi gömlekten geçirmeden önce detayları iyi bir şekilde incelemeliyiz.
gönlü gani: Çok cömert veya hoş görülen bir kişi .
O, gönlü gani bir insandır, her zaman yardım etmeye hazır.
gönlünde yatmak: Bir şeyin çok arzulanan veya istenen bir şey olduğunu belirtir.
Bu iş benim gönlümde yatıyor, çok isterim.
gönlünü çelmek: Birinin dikkatini veya sevgisini kazanmak .
Güzel sözlerle gönlünü çeldi ve yardım teklif etti.
gönlünü kapmak: Bir kişiyi ya da durumu iyi veya kötü yönde etkilemek .
Bu teklif, şirketin gönlünü kapmak için iyi bir fırsat olabilir.
gönlünü karartmak: Morali bozulmak veya umudu kalmamak .
Son haberler gönlünü kararttı, ama her zaman umut var.
gönül almak: Birinin gönlünü kazanmak veya kendisini iyi hissettirmek .
Onun gönlünü almak için biraz hediye aldım.
gönül eğlendirmek: Rahatlamak veya kendini iyi hissettirmek .
Tatilde gönül eğlendirmek için deniz kenarına gittik.
gönül gezdirmek: Gönül rahatlığı ile dolaşmak veya gezmek .
Gönül gezdirmek için şehir dışında bir kaçamak yaptık.
gönül kaptırmak: Bir kişiye aşık olmak veya çok sevmek .
Gönül kaptırmış bir insan gibi sürekli onun hakkında düşünüyor.
gönül koymak: Bir kişiye veya duruma kırılmak .
Onun hareketlerine gönül koydum, çok üzdü beni.
gönül telini titretmek: Derinden etkilemek veya duygulandırmak .
O müzik parçası gönül telimi titretmeye yetti.
gönül yıkmak: Birinin moralini bozmak veya üzüntüye neden olmak .
Yaptığın bu hareket gönül yıkmak gibi, üzgünüm.
gönülden çıkarmak: Birini veya bir şeyi unutmak .
Geçmişte olanları gönülden çıkarmak zorundayız.
gönülden ırak olmak: Birinin çok uzak, hem fiziksel hem duygusal olarak uzak olması .
O şehir şimdi gönülden ırak, burada yaşamaya alışmalıyız.
gördüğüne aşık, görmediğine bulaşık: İlgi duyulan şeyin belirgin, bilinmeyenin ise belirsiz olması .
Gördüğüne aşık, görmediğine bulaşık gibi davranma, her şeye dikkat et.
görümcelik yapmak: Kısas almak veya haklı olarak birini eleştirmek .
Görümcelik yapmak yerine sorunları açıkça konuşmalıyız.
göründü Sivas’ın bağları: Bir şeyin netleştiği veya belirgin olduğu .
Proje bitti, göründü Sivas’ın bağları, sonuç açık.
göt atmak: Özen göstermemek veya dikkatsizlik .
Ödevini yaparken göt atmak yerine daha dikkatli olmalısın.
götünün kılı ağarmak: Çok yaşlı veya çok uzun süre yaşamış olmak .
O kişi yaşının götünün kılı ağarmış gibi.
göz açamamak: Yoğun bir durumda çok yorulmak veya rahat edememek .
İşlerin yoğunluğundan göz açamıyoruz, çok yorgunum.
göz alıcı güzellik: Çok etkileyici veya göz kamaştırıcı güzellik .
O mücevher gerçekten göz alıcı güzellikte.
göz göze gelmek: Doğrudan bakışmak veya karşı karşıya gelmek .
Yolda onu görünce göz göze geldik.
göz kırpmak: Hafif bir şekilde dikkat çekmek veya işaret vermek .
O size göz kırptı, yardım edeceğini belirtti.
göz kulak olmak: Bir şeyi dikkatle izlemek veya korumak .
Çocuklar parkta oynarken göz kulak olmamız gerekiyor.
göz nuru dökmek: Bir şeye çok emek ve özen göstermek .
Evin dekorasyonuna göz nuru döktü, her şey mükemmel.
göz önünde tutmak: Bir şeyi dikkatle değerlendirmek veya göz önünde bulundurmak .
Herhangi bir değişiklik yapmadan önce göz önünde tutmalıyız.
göz süzmek: Bir kişiye ilgi veya hayranlıkla bakmak .
O genç adama göz süzüyordu, çok beğendi.
gözaydın etmek: Birine iyi dileklerde bulunmak veya başarı dilemek .
Yeni işin için gözaydın ediyorum, başarılar!
gözaydına gelmek: Yatıştırıcı bir etki yaşamak .
Çalışmaların sonunda gözaydına geldik, rahatladık.
gözaydına gitmek: Bir durumda veya başarıda rahatlama ve huzur bulmak .
Zorlu sınavı geçtikten sonra gözaydına gittik.
gözden gönülden çıkarmak: Unutmak veya bir şeyi önemsememek .
Geçmişteki sorunları gözden gönülden çıkarmamız gerekiyor.
gözden ırak tutmak: Görmemek veya unutmak .
Bu hatayı gözden ırak tutarak yeni bir başlangıç yapalım.
gözden kaybetmek: Bir şeyi ya da kişiyi görmekten uzaklaşmak .
O eski arkadaşımı uzun zamandır gözden kaybettim.
göze görünmemek: Görünmemek veya fark edilmemek .
O kadar sessizdi ki, göze görünmemeyi başardı.
gözleri açılmak: Bir şeyin farkına varmak veya yeni bir bilgi edinmek .
O toplantıdan sonra gözleri açıldı ve projeyi daha iyi anladı.
gözleri buğulanmak: Duygusal olarak etkilenmek veya yaşarmak .
O duygusal hikayeyi dinlerken gözleri buğulandı.
gözleri çakmak çakmak olmak: Heyecan veya mutlulukla parlamak .
Konuşmayı dinlerken gözleri çakmak çakmak oldu.
gözleri dolu dolu olmak: Duygusal olarak gözleri yaşarmak .
O manzarayı görünce gözleri dolu dolu oldu.
gözleri fıldır fıldır etmek: Heyecan veya dikkatle bakmak .
Yarış başlarken gözleri fıldır fıldır oldu.
gözleri yollarda kalmak: Birini beklemek .
Geç kaldığın için gözleri yollarda kaldı.
gözleri yuvalarından fırlamak: Şaşkınlık veya korku nedeniyle gözleri genişlemek anlamında gözlerinde şimşekler çakmak: Öfke veya güçlü bir duygu ifadesi .
Kavga sırasında gözlerinde şimşekler çakıyordu.
gözlerine fer gelmek: Gözlerin parlaması veya canlılık kazanması .
Tatilde gözlerine fer geldi, çok mutlu oldun.
gözlerine inanamamak: Şaşkınlık veya hayretle bakmak .
O manzarayı görünce gözlerine inanamıyordum.
gözlerinin feri sönmek: Canlılık ve enerjinin azalması .
O yoğun iş gününden sonra gözlerinin feri söndü.
gözyaşı dökmek: Üzülmek veya duygusal olmak .
O filmi izlerken gözyaşı döktü, çok etkileyici buldu.
gözyaşı dökmek: Üzülmek veya duygusal bir tepki göstermek .
O haber karşısında gözyaşı dökmekten kendini alıkoyamadı.
gözyaşı silmek: Üzüntüyü veya gözyaşını temizlemek .
Tüm gözyaşlarını silip kendini toparlamalı.
güzele bakmak sevaptır: Güzel olanı görmek ve değerlendirmek iyi bir şeydir .
O manzarayı görmek, güzele bakmak sevaptır.
güzel bir fikir: Yaratıcı ve iyi düşünülmüş bir öneri .
O proje için önerdiğin tasarım güzel bir fikir.
güzel gözlü: Gözleri çekici veya etkileyici olan kişi .
O güzel gözlü kız çok beğeniliyor.
güzel sözler söylemek: Kibar veya etkileyici sözler kullanmak .
Her zaman güzel sözler söyleyerek insanları mutlu ediyor.
güzel yüzlü: Çekici veya hoş görünümlü bir yüz .
Güzel yüzlü bir model arıyoruz, bu kriterlere uyuyor.
güzelim bakışı: İlgi çekici veya etkileyici bakış .
O güzelim bakışı sayesinde herkesi etkiledi.
güzelim sözleri: Hoş veya etkileyici sözler .
Konuşma sırasında söylediği güzelim sözleri unutamıyorum.
güzelliğiyle göz kamaştırmak: Görünüşü ile dikkat çekici ve etkileyici olmak .
O gece güzelliğiyle göz kamaştırdı.
güzelim gözleri: Çok çekici ve etkileyici gözler .
Güzelim gözleriyle herkesi kendine hayran bırakıyor.
güzelim giyinmek: Şık veya güzel bir şekilde giyinmek .
Özel günlerde güzelim giyinmeyi seviyor.
güzellik, başı dertte: Çekici bir özellik bazen sorun oluşturabilir .
Güzellik, başı dertte olabilir, dikkatli olmalı.
güzel kalmak: İçsel ve dışsal olarak iyi ve hoş olmak .
Yaş ilerlese de güzel kalmak için sağlığına dikkat etmeli.
kullanılır.
Şok edici haber karşısında gözleri yuvalarından fırladı.
gözleri yuvasından fırlamak: Şaşkınlık, korku veya endişe nedeniyle gözlerin büyük açılması .
Kazayı görünce gözleri yuvasından fırladı.
gözlerinde şimşekler çakmak: Öfke veya güçlü bir duygu ifadesi .
Kavga sırasında gözlerinde şimşekler çakıyordu.
gözlerine fer gelmek: Gözlerin parlaması veya canlılık kazanması .
Tatilde gözlerine fer geldi, çok mutlu oldun.
gözlerine inanamamak: Şaşkınlık veya hayretle bakmak .
O manzarayı görünce gözlerine inanamıyordum.
gözlerinin feri sönmek: Canlılık ve enerjinin azalması .
O yoğun iş gününden sonra gözlerinin feri söndü.
gözyaşı dökmek: Üzülmek veya duygusal olmak .
O filmi izlerken gözyaşı döktü, çok etkileyici buldu.
gözyaşı dökmek: Üzülmek veya duygusal bir tepki göstermek .
O haber karşısında gözyaşı dökmekten kendini alıkoyamadı.
gözyaşı silmek: Üzüntüyü veya gözyaşını temizlemek .
Tüm gözyaşlarını silip kendini toparlamalı.
güzele bakmak sevaptır: Güzel olanı görmek ve değerlendirmek iyi bir şeydir .
O manzarayı görmek, güzele bakmak sevaptır.
güzel bir fikir: Yaratıcı ve iyi düşünülmüş bir öneri .
O proje için önerdiğin tasarım güzel bir fikir.
güzel gözlü: Gözleri çekici veya etkileyici olan kişi .
O güzel gözlü kız çok beğeniliyor.
güzel sözler söylemek: Kibar veya etkileyici sözler kullanmak .
Her zaman güzel sözler söyleyerek insanları mutlu ediyor.
güzel yüzlü: Çekici veya hoş görünümlü bir yüz .
Güzel yüzlü bir model arıyoruz, bu kriterlere uyuyor.
güzelim bakışı: İlgi çekici veya etkileyici bakış .
O güzelim bakışı sayesinde herkesi etkiledi.
güzelim sözleri: Hoş veya etkileyici sözler .
Konuşma sırasında söylediği güzelim sözleri unutamıyorum.
güzelliğiyle göz kamaştırmak: Görünüşü ile dikkat çekici ve etkileyici olmak .
O gece güzelliğiyle göz kamaştırdı.
güzelim gözleri: Çok çekici ve etkileyici gözler .
Güzelim gözleriyle herkesi kendine hayran bırakıyor.
güzelim giyinmek: Şık veya güzel bir şekilde giyinmek .
Özel günlerde güzelim giyinmeyi seviyor.
güzellik, başı dertte: Çekici bir özellik bazen sorun oluşturabilir .
Güzellik, başı dertte olabilir, dikkatli olmalı.
güzel kalmak: İçsel ve dışsal olarak iyi ve hoş olmak .
Yaş ilerlese de güzel kalmak için sağlığına dikkat etmeli.
gücü gücü yetene: Bir işin yapılmasına ya da bir görevin üstesinden gelinmesine yetkisi ve gücü olan kişi .
Bu projeyi başarıyla tamamlamak, gücü gücü yetene birinin işidir.
güdük kalmak: Yetersiz, eksik veya etkisiz bir durumda kalmak .
Her şeyin eksik olduğu o sistem, gerçekten güdük kalıyor.
gül gibi bakmak: Tatlı, sevgi dolu veya nazlı bir şekilde bakmak .
Çocuk, annesine gül gibi bakarak onun ilgisini çekmeye çalıştı.
günahına girmek: Birinin yaptığı hatalardan dolayı suçlamak, eleştirmek .
Arkadaşının hatalarını sürekli yüzüne vurmak, günahına girmektir.
gününü doldurmak: Yaşını ya da ömrünü tamamlamak, bir şeyin süresini bitirmek .
Yaşlı adam sonunda gününü doldurdu ve bu dünyadan ayrıldı.
gürültüye getirmek: Ortamda yüksek ses çıkarmak veya karışıklığa neden olmak .
Toplantıyı gürültüye getiren tartışmalar, ilerlemeyi engelledi.
gürültüye pabuç bırakmamak: Gürültü, tartışma ya da eleştirilere karşı sessiz kalmamak, tepki vermek .
O, gürültüye pabuç bırakmamakla ünlüdür; her zaman karşılık verir.
güven beslemek: Bir kişiye, duruma veya şeye güven duymak .
Proje yöneticisi, ekibine büyük bir güven besliyor.
güvendiği dağlara kar yağmak: Birinin tamamen güvendiği veya umut bağladığı şeyin başarısız olması .
İş yerindeki terfi beklentisi, güvendiği dağlara kar yağmak oldu; sonuç hayal kırıklığı yarattı.
güvendiği dal elinde kalmak: Güvendiği veya dayandığı şeyin ya da kişinin kendisini desteklememesi .
O önemli projede güvendiği dal elinde kaldı ve büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.
haddeden geçmek: Sınırları aşmak, normalin ötesine geçmek .
Sonunda işin haddeden geçti; bu kadarına da pes dedim.
hafızayı tazelemek: Unutulan bilgileri ya da hatıraları yeniden hatırlamak, gözden geçirmek .
Test öncesi çalışmayı yaparak hafızayı tazelemek iyi bir fikir olabilir.
hafife almak: Bir şeyi önemsememek veya küçümsemek .
O sorunu hafife almak, ciddi sonuçlara yol açabilir.
hak deliği: Adaletin, hakkın ve hukukun sağlanması gereken yer .
İşin sonunda hak deliği bulmak, adaleti sağlamak için kritik öneme sahip.
hak getire: Çok zor, neredeyse imkânsız bir durumu ifade eder.
Öyle bir iş bulmak mı? Hak getire!
Hakk’ın rahmetine kavuşmak: Ölmek ; kişinin hayatını kaybetmesi.
Yaşlı adam, Hakk’ın rahmetine kavuştu ve geride anıları kaldı.
hakkını helal etmek: Birinin size yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür etmesi ve herhangi bir borcunun kalmadığını belirtmesi .
Senin bu kadar yardımların için hakkını helal et, çok teşekkür ederim.
hakkını helal etmemek: Birine yapılan bir iyiliğe ya da yardımına karşılık olarak borçlu kalmak ve teşekkür etmemek .
Yaptığın iyilikler için hakkını helal etmem; her zaman minnettar kalacağım.
Halep ordaysa arşın burada: İki yerin veya şeyin eşit olduğunu ifade eder; aynı kalitede ya da aynı derecede önemli olduğunu belirtir.
Her iki ürün de birbirine çok benziyor, Halep ordaysa arşın burada.
Halep yolunda deve izi aramak: Zor ve imkânsız bir şey için çaba göstermek .
İşlerin bu kadar karmaşık olduğu durumda, Halep yolunda deve izi aramak gibi bir şey.
haline bakmaz Hasan Dağı’na oduna gider: Kişinin durumuna bakmaksızın, her türlü zorluğu göze alarak bir işi yapma azmini ifade eder.
O kadar sorun yaşamasına rağmen, haline bakmaz Hasan Dağı’na oduna gidiyor gibi çalışmaya devam ediyor.
haline köpekler gülüyor: Bir kişinin zor durumda ya da komik bir durumda olması .
O kadar acınacak bir durumda ki, haline köpekler gülüyor.
halka verir talkını kendi yutar salkımı: Kişinin başkalarına tavsiye verirken kendisinin aynı tavsiyelere uymadığını ifade eder.
Herkese sabırlı olmalarını söylerken, kendisi sürekli aceleci davranıyor; halka verir talkını kendi yutar salkımı.
hallaç pamuğu gibi atmak: Her yere dağılmak veya karışıklık yaratmak .
O kadar çok yer gezdi ki, adeta hallaç pamuğu gibi atıldı.
ham ervah: Eski zamanlara ait veya çok yaşlı kişiler .
O eski masalları anlatan, ham ervah bir karakterdi.
hangi peygambere ümmet olacağını şaşırmak: Bir kişinin hangi tarafta yer alacağını veya hangi fikre katılacağını bilmemesi .
O kadar çok fikri var ki, hangi peygambere ümmet olacağını şaşırmış durumda.
hangi rüzgâr attı?: Bir olayın veya durumun nasıl oluştuğunu veya sebebini anlamaya çalışmak .
Bu karmaşayı görünce, hangi rüzgâr attı anlamadım.
hangi taşı kaldırsan altından çıkar: Her türlü olumsuz durumla karşılaşma olasılığı .
Bu işte her türlü sorun çıkabilir; hangi taşı kaldırsan altından çıkar.
hanım köylü olmak: Kırsal bir yaşam tarzını veya köylü karakterini yansıtmak .
Büyük şehirdeki hayatı çok zor buldu; hanım köylü olmaktan rahatsız oldu.
hapı yutmak: Çok zor bir duruma düşmek ya da başını belaya sokmak .
Yatırımları yanlış yönetince, hapı yuttu.
harama uçkur çözmek: Haram, yasa dışı veya etik dışı davranışlarda bulunmak .
O tür işlere girenlere harama uçkur çözmek derler.
hârı geçmek: Zor ve meşakkatli bir süreçten geçmek .
O zor dönemi geçtikten sonra, hârı geçmek gibi hissettim.
hariçten gazel okumak: Başkalarının işine karışmak veya dışarıdan yorum yapmak .
İşin içine girmediği halde her şeyi eleştirenler hariçten gazel okuyorlar.
haritadan silmek: Bir şeyin ya da kişinin önemini veya varlığını ortadan kaldırmak .
O köyün haritadan silinmesi, bölgeyi etkiledi.
Hatay’a gitmek: Belirsiz, karışık veya anlaşılmaz bir durumda olmak .
Konu hakkında konuşurken, resmen Hatay’a gittik, her şey birbirine karıştı.
havaya savurmak: Gereksiz yere harcamak veya önemli bir şeyi değersizleştirmek .
Parayı havaya savurdu ve sonunda hiçbir şey elde edemedi.
hayale dalmak: Kafasını başka bir dünyaya kaptırmak, gerçeklerden uzaklaşmak .
İşleri düşünmek yerine hayale dalmıştı, bu yüzden görevlerini yerine getiremedi.
hayatın baharı: Hayatın en güzel veya en verimli dönemi .
Genç yaşlarındaki o dönem, hayatın baharıydı.
Haymana öküzü: Sert, güçlü veya dayanıklı biri .
O, gerçekten Haymana öküzü gibi çalışkan bir adam.
Hayretler içinde bırakmak: İnsanları şaşkınlık ve hayret içinde bırakmak .
Performansı gerçekten hayretler içinde bıraktı; kimse bu kadarını beklemiyordu.
hazır mezarın ölüsü: Bir kişinin yaşamını sonlandırmış olması, öldüğünü ifade eder.
Hastalığı çok ilerledi, artık hazır mezarın ölüsü gibi görünüyor.
hazıra konmak: Hazırda olan bir şeyden faydalanmak ya da başkalarının sağladığı kolaylıklarla yaşamak .
Sürekli başkalarının emeğinden faydalanarak hazıra konuyor, kendi işini yapmıyorsun.
hazırdan yemek: Daha önce yapılmış bir şeyi kullanmak, yani kendi emek sarf etmeden mevcut durumu kullanmak .
İşleri bu kadar kolayca yapmak, hazırdan yemek gibi bir şey.
helal süt emmek: Temiz, dürüst bir hayat yaşamak ve bunun sonucunda iyi bir duruma gelmek .
Geçimimi helal süt emerek sağlıyorum ve bu yüzden vicdanım rahat.
hem kel hem fodul: Hem maddi hem de manevi açıdan eksik ya da olumsuz bir durumda olmak .
Adam hem kel hem fodul, hiç kimseyle doğru dürüst anlaşamıyor.
hem nalına hem mıhına vurmak: Her iki tarafı da memnun etmeye çalışmak .
İki taraf arasında kalıp hem nalına hem mıhına vurmak zorunda kaldı.
hem suçlu, hem güçlü: Hem yanlış yapan hem de kendini güçlü, haklı gösteren kişi .
O, hem suçlu hem güçlü tavırlarıyla herkesi şaşkına çevirdi.
hem uyuz, hem yavuz: Hem sinirli, huysuz hem de zor beğenen biri .
Sürekli huysuzlanan, hem uyuz hem yavuz biriydi.
hepten aykırı gitmek: Genel normlardan veya beklentilerden tamamen farklı bir yol izlemek .
Yeni proje, hepten aykırı gitmek anlamına geliyor; geleneksel yöntemlerin dışında.
her boyayı boyandık da bir fıstıki yeşil mi kaldı?: Bir şeylerin tamamının denendiği ancak hala eksik veya özel bir şey kalıp kalmadığını sorgulamak .
Tüm renkleri denedik, her boyayı boyandık da bir fıstıki yeşil mi kaldı?
her gördüğü sakallıyı babası sanmak: Herkesi tanıdığı, bildiği biri olarak görmek .
Her sakallıyı babası sanması, onun kişisel bir sıkıntısı olduğunu gösteriyor.
her işin hakkından gelmek: Her türlü işte başarılı olmak veya her işin üstesinden gelmek .
Her işin hakkından gelmek için çok çalıştı ve sonunda başardı.
her sakala bir tarak uydurmak: Her türlü duruma uygun bir çözüm veya açıklama üretmek .
Her soruna bir çözüm bulabiliyor, her sakala bir tarak uydurmak onun işi.
her tarakta bezi olmak: Her işte veya her durumda kendine bir rol bulmak .
Her işte bir söz söylemeye çalışıyor, her tarakta bezi olmak istiyor.
her telden çalmak: Çeşitli konularda bilgi sahibi olmak veya çok yönlü olmak .
O, her telden çalar; her konuda bir şeyler bilir.
herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine: Genel normlara, yaygın görüşlere veya yolları takip etmemek .
Herkes aynı şekilde hareket ederken, biz tam tersini yaparız; herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine.
hesaptan düşmek: Bir plan veya hesaba katılmayan bir durumun ortaya çıkması .
O işin bu kadar karmaşık hale gelmesi, bütün hesapları bozar; hesaptan düşmek işin tuzu biberi oldu.
hır gür: Kargaşa, gürültü ve anlaşmazlık .
Toplantıda büyük bir hır gür çıktı; herkes kendi fikrini savunuyordu.
hırsıza kendir yakışır gibi yakışmak: Bir kişinin, kötü veya uygun olmayan bir davranışı üzerine yakıştığını ifade eder.
O kadar çok hırsızlık yapıyor ki, gerçekten hırsıza kendir yakışır gibi yakışıyor.
hızını alamamak: Bir şeyde aşırı hırslı veya hızlı olmak, durumu kontrol edememek .
Başarıya olan hırsı hızını alamamasına neden oldu.
hiç yoktan iyidir: Var olan bir durumun, hiçbir şey olmamasından daha iyi olduğunu ifade eder.
Küçük bir gelir elde etmek hiç yoktan iyidir, en azından bir şeyler kazanıyoruz.
hilesi hurdası yok: Dürüst ve açık, hiçbir gizli amaç veya hile bulunmayan .
Satın aldığı ürünün kalitesi mükemmel; hilesi hurdası yok.
hodri meydan: Cesaret gösterme, meydan okuma .
Rakip takımın başkanı hodri meydan dedi; şimdi her şey sahada belli olacak.
hop oturup hop kalkmak: Sürekli olarak yer değiştirmek veya durmadan hareket etmek .
Toplantı boyunca hop oturup hop kalktı, hiç rahat duramadı.
hor kullanmak: Bir şeyi kötü şekilde kullanmak, değerini düşürmek .
O kadar çok kullanım ve kötü bakım yüzünden bu malzeme hor kullanıldı.
horozlar ötmek: Sabah olma ; genellikle sabah erkenden kalkmayı ifade eder.
Sabah erken kalkmak zorunda kaldım; horozlar ötmekteydi.
hurdaya çevirmek: Kullanılmaz hale getirmek, tamamen bozulmak .
Arabanın motoru tamamen bozulmuş; hurdaya çevrildi.
hükümet sürmek: Bir işin, bir şeyin yönetimini yapmak .
Şirketin yönetimi çok karmaşık; hükümet sürmek gibi bir durumdayız.
hüngür hüngür ağlamak: Aşırı şekilde ve yüksek sesle ağlamak .
O haberi duyduktan sonra hüngür hüngür ağladı; oldukça üzgün görünüyordu.
hüt dağı gibi şişmek: Aşırı şekilde şişmek veya büyümek .
Çok fazla yemek yediği için hüt dağı gibi şişmişti.
ıcığını cıcığını çıkarmak: Bir kişinin ya da bir şeyin her yönünü, her detayını ortaya koymak .
Yapacak işin tüm ayrıntılarını ıcığını cıcığını çıkararak anlattı.
ıcığını cıcığını sormak: Her detayını, ayrıntısını öğrenmeye çalışmak .
Yeni satın aldığı telefonun ıcığını cıcığını sormadan karar vermedi.
ıhbala: Bir şeyin ya da bir durumun ne olduğu hakkında kesin bilgi sahibi olmadan yapılan yanlış yorum veya karar .
Bu işin ıhbala olduğunu düşünüyordum ama sonunda doğru karar verdiğimiz anlaşıldı.
ıkına sıkına: Zorlukla, isteksiz bir şekilde yapılmak .
O işi ıkına sıkına bitirdi, ama tam olarak tatmin edici değildi.
ıkınıp sıkınmak: Bir işin zorluğundan dolayı sıkıntı yaşamak .
Projenin teslim tarihi yaklaşıyor; ıkınıp sıkınmak zorundayız.
ılıca ördeği: Çevresindeki insanlara göre alışkanlıkları ve özellikleri bakımından farklı olan, özgün kişi .
O, her zaman ılıca ördeği gibi kendi başına hareket ederdi.
ıncığını cıncığını sormak: Bir şeyin en küçük detayına kadar sorgulamak .
Almak istediğin ürünün ıncığını cıncığını sordun mu?
ırgat gibi çalışmak: Çok fazla ve yorucu şekilde çalışmak .
Son günlerde ırgat gibi çalışıyor, kendine hiç vakit ayıramıyor.
ırgat pazarına döndürmek: Bir yeri, durumu kaotik ve karışık hale getirmek .
Toplantıyı ırgat pazarına döndürdü; herkes birbirinin sözünü kesiyordu.
ısıtıp ısıtıp önüne getirmek: Aynı şeyleri tekrar tekrar gündeme getirmek veya sunmak .
Sürekli aynı konuları ısıtıp ısıtıp önüne getiriyor, bir türlü sonuç almıyoruz.
ısıtıp ısıtıp önüne koymak: Daha önceki konuları tekrar tekrar gündeme getirmek .
Eski sorunları ısıtıp ısıtıp önüne koymak, yeni çözümler bulmayı zorlaştırıyor.
ıska geçmek: Bir fırsatı veya durumu değerlendirememek, kaçırmak .
Bu önemli fırsatı ıska geçmemeliyiz; iyi değerlendirmek gerekiyor.
ıskartaya çıkmak: Kullanışsız, işe yaramaz hale gelmek .
Uzun yıllar kullanılmayan ekipman ıskartaya çıktı.
ıslak tavuk: Sıkıntılı veya zorlu durumda kalan kişi .
O kadar çok sorun yaşadık ki, ıslak tavuk gibi olduk.
ışık göstermek: Bir konuda yardımcı olmak veya yol göstermek .
Bu zorlu durumda bana ışık gösterdi, nasıl ilerleyeceğimi anlamama yardımcı oldu.
iâde-i îtibâr: Bir kişinin itibarını geri kazanması .
Bu başarısından sonra iâde-i îtibâr sağladı, herkes tekrar saygı gösteriyor.
ibibullah sivri külah: Karışık veya anlaşılması güç bir durum .
Konu hakkında her şeyi bilmek zor; ibibullah sivri külah gibi karışık.
ibiş gibi: Özellikle garip, komik veya tuhaf bir şekilde davranan kişi .
Herkesin içinde öyle bir şaka yaptı ki, ibilik gibi göründü.
icabına bakmak: Gereken önlemleri almak veya gerekeni yapmak .
Sorunu çözmek için icabına bakmalıyız, çözüm yolu bulmalıyız.
icraya vermek: Bir işi yasal yollardan takip etmek veya hukuki işlem başlatmak .
Borçlarını ödemeyen müşteri hakkında icraya verdik.
iç açmak: Bir kişinin moralini yükseltmek veya ruhsal olarak rahatlatmak .
Güzel haberler almak, gerçekten iç açıcı bir durum.
iç fırtınasına tutulmak: İçsel bir stres, kaygı veya duygusal çalkantı yaşamak .
Son zamanlarda iç fırtınasına tutulmuş gibi hissediyorum, pek huzurlu değilim.
iç güveysinden hallice: Kişinin, dışarıdan görüldüğünden daha iyi bir durumda olduğunu belirtir.
Görünüşte kötü durumdaymış gibi gözüküyor ama iç güveysinden hallice, aslında her şey yolunda.
içeri düşmek: Kötü bir duruma veya sıkıntıya düşmek .
İşlerin bu kadar kötü gitmesi beni içeri düşürdü.
içi dışına çıkmak: İçsel duygularını, düşüncelerini açıkça göstermek .
Toplantıda kendisini tamamen açtı; içi dışına çıktı.
içi ezilmek: İçsel olarak çok üzülmek, sıkıntı yaşamak .
Onun sözleri içimi ezdi, çok üzdü.
içi geçmek: İçsel olarak duygusal olarak zayıflamak veya bozulmak .
Kötü haberler içimi geçirdi, moralimi bozdu.
içi gitmek: İçsel olarak rahatsız olmak, huzursuzluk yaşamak .
Yalnız kaldığımda içim gitmeye başladı; huzursuz oldum.
içi götürmemek: Bir durumun ruhsal ya da psikolojik olarak kişiyi etkileyip yıpratması .
Sürekli yaşanan stresler, içimi götürmemek elde değil.
içi içini yemek: Kişinin bir konuda sürekli endişelenmesi veya sıkıntı yaşaması .
Bu sınavdan geçememe korkusu, içimi içimi yiyor.
içi kan ağlamak: Bir konuda derin bir üzüntü yaşamak .
Kayıp haberini aldığımda içim kan ağladı, çok üzüldüm.
için için ağlamak: Dışarıya yansıtmadan, sessizce üzülmek .
O acı haberi aldığında için için ağladı, kimseye göstermedi.
içinde parmağı olmak: Bir olayın veya durumun içinde aktif olarak yer almak .
Bu işte onun da içinde parmağı var, etkisi büyük.
içine sinmemek: Bir şeyin kişiyi tatmin etmemesi, hoşnut olmamak .
Yaptığımız iş içime sinmedi; daha iyi olabilirdi.
içine sokacağı gelmek: Bir kişinin sinirlenmek veya öfkelenmek .
O kadar çok tartışma çıktı ki, içime sokacağı geldi.
içini kemirmek: Bir konudan dolayı sürekli üzülmek veya endişelenmek .
İş yerindeki sorunlar içimi kemiriyor, rahat edemiyorum.
içinin yağları erimek: Çok fazla stres, üzüntü yaşamak veya duygusal olarak yıpranmak .
Bu süreç boyunca içinin yağları eridi, oldukça zor geçti.
iflas bayrağını çekmek: Mali veya ekonomik olarak başarısız olmak, iflas etmek .
Şirket, ciddi mali sorunlar yaşadı ve iflas bayrağını çekmek zorunda kaldı.
ifrit yardağı: Kötü, rahatsız edici bir durumu veya kişiyi ifade eder.
O kadar kötü bir durum ki, adeta ifrit yardağı gibi bir şey.
iğne atsan yere düşmez: Çok kalabalık bir yer; insanlar o kadar sıkışmıştır ki, iğne bile yere düşmez.
Kalabalık konser salonuna girdiğimizde, iğne atsan yere düşmez durumundaydı.
iğne yutmuş: Sinirli veya tedirgin bir durumda olmak.
Sınıfta iğne yutmuş gibi duruyordu, her an patlayacak gibi görünüyordu.
iğne yutmuş maymuna dönmek: Çok sinirli, huysuz bir hale gelmek.
Patronun bu sabahki davranışları iğne yutmuş maymun gibiydi, kimse yanına yaklaşamıyordu.
iğneden ipliğe: Her şeyi detaylı şekilde incelemek, her ayrıntıyı gözden geçirmek.
Projeyi iğneden ipliğe kontrol ettim, hiçbir hataya yer bırakmadım.
iğneli fıçı: Kaba ve nahoş bir davranış içinde olmak.
Toplantıda, iğneli fıçı gibi davranarak herkesin moralini bozdu.
ihtiyat kaydıyla: Önlem olarak, dikkatli bir şekilde.
Yeni politika değişikliklerini ihtiyat kaydıyla uygulamaya koyduk.
iki arada bir derede: İki zor durum arasında kalmak, çıkış yolu bulamamak.
İşteki stres ve ailevi sorunlar arasında iki arada bir derede kalmış durumda.
iki cami arasında kalmış beynamaza dönmek: Her iki tarafı da memnun edememek, zor durumda olmak.
Çalışanlar arasında sürekli anlaşmazlık yaşanıyor ve ben iki cami arasında kalmış beynamaza dönüyorum.
iki dirhem bir çekirdek: Küçük miktarda ama çok değerli veya titiz bir şekilde seçilmiş.
Yeni aldığımız halı iki dirhem bir çekirdek, her detayı çok özenli.
iki el bir baş için: Bir işin yapılması için iki kişinin aynı anda çalışması gerektiği anlamında.
Proje çok kapsamlı, iki el bir baş için çalışmamız gerekiyor.
iki seksen uzanmak: Çok yorgun veya bitkin durumda olmak.
Yataktan iki seksen uzanarak kalktım, tüm enerjim tükenmişti.
iki sözü bir araya getirememek: İki konuşmayı veya görüşmeyi birleştirememe, uyum sağlayamama.
Sunum sırasında iki sözü bir araya getiremedik ve oldukça karışık oldu.
iki yakası bir araya gelmemek: Maddi durumun zorluğundan ötürü geçim sıkıntısı yaşamak.
İşsiz kaldıktan sonra iki yakası bir araya gelmiyor, her gün mücadele etmek zorundayız.
iki yakası bir yere gelmez: İki tarafı birleştirememe, birleşim sağlanamama.
Oda düzeni konusunda iki yakası bir yere gelmiyor, sürekli değiştiriyoruz.
iki yüzlü: Her iki tarafı da memnun etmeye çalışan, dürüst olmayan kişi.
Onun iki yüzlü davranışlarından bıktım, hiçbir zaman güvenilir olmadı.
ikili oynamak: İki tarafla da ilişkide olmak, çiftlik davranışlar sergilemek.
Arkadaşlarımın hiçbiri ikili oynamayı sevmez, açık sözlüdürler.
ikindiden sonra dükkan açmak: Geç başlamış bir iş veya geç bir zaman diliminde çalışmak.
Çalışmaya ikindiden sonra dükkan açmak gibi başladı, işler geç açılıyor.
ikisi bir kazanda kaynamamak: İki kişi arasında anlaşmazlık olması, uyum sağlayamamak.
Toplantılarda ikisi bir kazanda kaynamıyor, sürekli çatışma yaşıyorlar.
ileri atılmak: Cesurca bir adım atmak, bir durumu veya fırsatı yakalamak.
İş teklifini değerlendirirken ileri atılmak gerekiyordu, bu fırsatı kaçırmak istemedim.
iliklerine kadar ıslanmak: Tamamen ıslanmak, ıslaklık içinde kalmak.
Yağmurda yürüyünce iliklerine kadar ıslanmaktan kaçamadık.
ilk göz ağrısı: İlk sevdiklerinin, en değer verdiklerinin sıklıkla kullanıldığı bir terim.
Çocuklar ilk göz ağrısım, her zaman onlara öncelik veririm.
imamın kayığına binmek: Yanlış veya sahte bir yere yönelmek.
Senin bu kararın imamın kayığına binmek gibi, gerçekçi değil.
imana gelmek: Gerçekleri kabul etmek, doğruyu anlamak.
Sonunda imana gelerek, hatalarını fark etti ve özür diledi.
imanı gevremek: İnançlarının veya güveninin zayıflaması.
İşte yaşadığı başarısızlıklar imanını gevretti, artık hiçbir şeye güvenemiyor.
imzayı çakmak: Karar vermek veya onaylamak.
Anlaşmayı imzayı çakmak için son bir kez gözden geçirdik.
in cin top oynuyor: Çevrede çok fazla hareketlilik ve gürültü var.
Evde çocuklar olduğu için in cin top oynuyor, sürekli bir koşuşturma var.
inadım inat götüm iki kanat: Kararlı ve inatçı davranmak, değişmemekte ısrar etmek.
Her konuda inadım inat götüm iki kanat, kendi bildiğimi yaparım.
inan olsun: İçten bir şekilde güvence vermek, samimi bir ifade.
Sana inan olsun, hiçbir şeyim yok, sadece seninle ilgileniyorum.
ince eleyip sık dokumak: Her detayı dikkatlice incelemek, titiz davranmak.
Proje raporunu ince eleyip sık dokudum, hiçbir hata bırakmadım.
incik boncuk: Küçük ve önemsiz detaylara odaklanmak.
Toplantıda hep incik boncuk detaylarla uğraştık, asıl konuya geçemedik.
indiragandi: Hiçbir anlamı veya değeri olmayan; gereksiz.
Bu konuda indiragandi konuşmalar yapmanın kimseye faydası yok.
infaz yakma: Kötü bir duruma veya sonuca yol açma.
Yanlış kararlar infaz yakma gibi, işlerin gitmesini engelliyor.
İngiliz tabancası gibi kurulmak: Çok dikkatli ve titiz bir şekilde hazırlık yapmak.
Sunum için İngiliz tabancası gibi kurularak hazırlığını tamamladı, her detayı düşünüp hazırlandı.
inim inim inlemek: Çok acı çekmek, derin bir ıstırap içinde olmak.
Başarısızlıktan sonra inim inim inliyordu, duygusal olarak tamamen yıpranmıştı.
insan kurusu: İnsan gibi davranmayan, insani özelliklerden yoksun kişi.
Yüzündeki soğuk ifade ve duygusuz tavırları yüzünden insan kurusu gibi görünüyordu.
insan müsvettesi: Çok kötü, değersiz kişi; insanlıktan nasibini almamış kimse.
Onun davranışları insan müsvettesi gibi, kimseye saygısı yok.
ip korkusunu boynuna almak: Korkularını, endişelerini sürekli olarak taşımak.
İşteki sorumluluklar ve belirsizlikler, ip korkusunu boynuna almak gibi, sürekli endişe içinde.
ipe çekmek: Bir şeyi veya kişiyi sıkıntıya düşürmek, zor durumda bırakmak.
İşlerin karmaşıklaşması, projeyi ipe çekmek gibi bir hal aldı.
ipe dizmek: Birçok şeyi veya kişiyi sıraya koymak, düzenlemek.
Toplantıda herkesin görüşünü ipe dizmek zorundaydı, düzenli bir şekilde ilerlemek için.
ipi çözmek: Bir sorun veya engeli ortadan kaldırmak, çözmek.
Karmaşık durumu çözmek için ipi çözdü, her şey düzene girdi.
ipi sapı yok: Kontrol edilemeyen veya düzenlenemeyen bir durum.
Projeye dahil olan kişilerin ipi sapı yok, hiçbiri sorumluluk almak istemiyor.
ipin ucunu kaçırmak: Bir durumu veya fırsatı kaçırmak, elden kaçırmak.
Teklifte ipi ucunu kaçırmış, fırsatı değerlendirememişti.
ipini çekmek: Bir işi veya durumu sonlandırmak, bitirmek.
Bu projeyi ipini çekmek zorundayız, başka bir çözüm bulunmalı.
ipiyle kuyuya inilmez: Güvenli olmayan bir yolla iş yapmak, riskli bir durum yaratmak.
Bu tür bir plan ipiyle kuyuya inilmez, daha güvenli bir yaklaşım bulmalıyız.
iple çekmek: Bir şeyi çok istemek, sabırsızlıkla beklemek.
Tatili iple çekiyoruz, bu kadar beklemeye değer bir dinlenme olacak.
ipleri birinin elinde olmak: Bir iş veya durumun kontrolü bir kişi tarafından sağlanmak.
İşin ipleri Ahmet’in elinde, ne zaman ne yapacağını o belirliyor.
ipucu vermek: Bir konuda yardımcı olacak küçük bilgi veya öneri sağlamak.
Bulmacayı çözmek için birkaç ipucu verdim, bu yeterli olmalı.
ispenç horozu gibi: Çok kıskanç ve sinirli, sert ve huzursuz.
Toplantılarda sürekli ispenç horozu gibi davranıyor, kimse rahatça konuşamıyor.
istediği gibi at oynatmak: Kendi istediği gibi davranmak, başkalarına karışmamak.
Bu proje üzerinde istediği gibi at oynatıyor, başkalarının fikrini dikkate almıyor.
istemem yan cebime koy: Bir şeyi istememek, ama yine de bir kenarda bulundurmak.
Bunu gerçekten istemem, ama yan cebime koy, belki ileride gerekebilir.
isyan bayrağını çekmek: Haksızlığa veya sıkıntıya karşı çıkmak, protesto etmek.
Yeni kararlarla isyan bayrağını çekti, bu durumu kabul etmeyecek.
iş açmak: Yeni bir iş veya fırsat yaratmak.
Bu projeyi yaparak yeni iş açmak istiyorum, şirket için faydalı olacak.
iş başa düşmek: Bir işin sorumluluğunu üstlenmek, başkalarının yapmadığı işi yapmak.
Projelerde iş başa düştü, her şeyin kontrolünü almak zorunda kaldım.
iş çatallaşmak: İşlerin karmaşık hale gelmesi, çözülmesi zor bir duruma gelmesi.
İşi planlarken çatallaşmak zorunda kaldık, çok sayıda değişken var.
işe dört elle sarılmak: Bir işe tamamen odaklanmak ve tüm enerjiyi vermek.
Yeni projede işe dört elle sarıldık, başarılı olmak için her şeyi yaptık.
işi ahbaplığa dökmek: Bir işi kişisel ilişkiler veya arkadaşlıklar üzerinden yürütmek.
İşleri ahbaplığa dökmek yerine profesyonel yaklaşmak daha doğru olacaktır.
işi başından aşkın olmak: İşlerin fazla karmaşık veya yoğun olması.
Yeni görevlerle birlikte işi başından aşkın oldum, her şey aynı anda ilerliyor.
işi boru olmak: İşlerin karmaşık ve zor bir hale gelmesi.
Proje sürecinde işler iyice boru oldu, her şey üst üste bindi.
işi düşmek: Bir sorumluluğu veya yükü üstlenmek, iş yapmak zorunda kalmak.
İşler kötüye gitmeye başladığında, tüm işi düşmek zorunda kaldım.
işi sağlam kazığa bağlamak: Bir işi sağlam ve güvenilir bir şekilde yapmak, güvence altına almak.
Projenin tüm detaylarını işin sağlam kazığa bağlamak için titizlikle çalıştık.
işi sıkışık olmak: İşlerin dar bir durumda olması, zor bir durumda kalmak.
Projenin son teslim tarihi yaklaşıyor ve işimiz sıkışık, her şey yetişmeye çalışıyoruz.
işi üç nalla bir ata kalmak: İşlerin çok karmaşık ve zor hale gelmesi.
Yeni düzenlemeler işi üç nalla bir ata kalmak gibi yaptı, her şey karıştı.
işi yokuşa sürmek: İşleri zorlaştırmak, güçleştirmek.
Projeyi daha da zorlaştırmak için bazı gereksiz kurallar eklediler, işi yokuşa sürdüler.
işin içinde iş var: Bir işin veya durumun karmaşık olduğunu, görünenden fazlasının olduğunu ifade eder.
Bu anlaşmada işin içinde iş var gibi görünüyor, her detayı dikkatlice incelememiz gerek.
işin ucu birine dokunmak: Bir işin sonucunun veya etkisinin bir kişiyi etkilemesi.
Bu kararların işin ucu birine dokunmak gibi, bazı çalışanlar doğrudan etkilenebilir.
işinde yükselmek: Kariyer veya görevde daha yüksek bir pozisyona gelmek.
Çalışkan ve başarılı performansıyla işinde yükselmek için çok çaba gösterdi.
işkembesini şişirmek: Kendisini gereğinden fazla önemsemek, hava atmak.
Yeni arabasını sürekli övünerek işkembesini şişiriyordu.
iştahı kapanmak: Bir şeyden veya bir durumdan tamamen hevesinin ve ilgisinin kesilmesi.
Sıkıntılı olaylar yüzünden iştahı kapanmış, yemek yeme isteği kalmamıştı.
it taşlayan: İnsanları küçümseyen, hakaret eden, kaba davranan kişi.
Toplantılarda sürekli it taşlayan tavırlar sergiliyor, kimseyle iyi geçinemiyor.
ite atsan yemez: Son derece kötü veya değersiz bir şey.
Yapılan iş öylesine kalitesiz ki, ite atsan yemez.
itsiz köy gibi tenha: Son derece tenha, sessiz, hareketsiz bir yer.
Tatil köyü sezon dışında itsiz köy gibi tenha, neredeyse kimse yok.
itsiz köye dönmek: Canlılık ve hareketliliğin kaybolduğu, çok sessiz bir hale gelmek.
Şirketin eski canlı atmosferi şimdi itsiz köye döndü, her şey durgun.
iyi gün dostu: Sadece iyi zamanlarda yanında olan, zor zamanlarda destek olmayan kişi.
Bu kişi gerçek bir dost değil, sadece iyi gün dostu, zorda kalınca hiç yanında yok.
iyiye iyi, kötüye kötü demek: Her durumu, gerçekliğine göre değerlendirmek, adil olmak.
Herkes onun iyiliğini övüyor, ama iyiyi iyi, kötüyü kötü demekten çekinmiyor.
izi belirsiz olmak: Nerede olduğu veya ne yaptığı hakkında net bilgi olmamak.
Projenin lideri uzun zamandır kayıp, izi belirsiz, ne yaptığı hakkında hiçbir bilgi yok.
izi silinmek: Bir şeyin veya kişinin tamamen kaybolması, etkisinin kalmaması.
Eski hataların izi silinmek zorunda, yeniden başlamak gerekiyor.
izi tozu kalmamak: Bir şeyin veya kişinin tamamen yok olması, izinin bile kalmaması.
Eski şirketin izi tozu kalmadı, yeni bir başlangıç yaptılar.
izinden gitmek: Bir kişinin yaptığı işi veya davranışları takip etmek, ona benzemek.
Bu projenin tasarımında izinden gitmek istediğimiz kişi gerçekten ilham verici.
izinden yürümek: Birinin yöntemini veya yolunu takip etmek, benzer şekilde ilerlemek.
Başarılı bir iş stratejisi geliştirdi, şimdi onun izinden yürümek istiyoruz.
izini kaybetmek: Bir kişinin veya şeyin yerini bulmakta zorlanmak, kaybolmak.
Çalışanlardan biri aniden izini kaybetti, nerede olduğu bilinmiyor.
jeton düşmek: Bir şeyin anlamını veya önemini aniden fark etmek, kavramak.
Sonunda jeton düştü ve projede neyi yanlış yaptığını fark etti.
jilet gibi: Çok düzgün, pırıl pırıl, kusursuz.
Yeni takım elbisesi jilet gibi, çok şık ve temiz görünüyor.
jurnal etmek: Bir şeyi detaylı şekilde not etmek veya kaydetmek.
Her gün işlerde yapılanları jurnal etmek, ileride referans almak için önemli.
Tabakhaneye bok yetiştirmek: Kötü bir duruma düşmek, işleri kötüleştirmek. Özellikle umulmadık veya istenmeyen bir sonuç elde etmek .
Ya bu deveyi gütmeli ya bu diyardan gitmeli: Bir kişi ya mevcut sorunu çözmeli ya da oradan ayrılmalı. Genellikle bir sorunun ya çözüme kavuşturulması ya da yer değiştirmenin gerektiğini ifade eder.
rahat döşeği: Rahat bir yaşam, konforlu bir ortam.
Yeni eviyle rahat döşeği buldu, her şey çok konforlu.
rahat durmamak: Sürekli hareket halinde olmak, yerinde duramamak.
O işten iş beğenmez, rahat durmamakla meşhurdur.
rahat yüzüne hasret kaldı: Rahat bir yaşamı özlemek, konforu aramak.
Eski evindeki rahat yüzüne hasret kaldı, yeni yerinde çok sıkıntı çekiyor.
rahmet okumak: Ölen birine dua etmek veya ona saygı göstermek.
O kişi vefat ettiğinde rahmet okuduk, hatıralarını yaşatmaya çalıştık.
ramak kalmak: Hedefe yaklaşmak ama henüz ulaşamamak.
O işte başarılı olmaya ramak kaldı, son bir adım kaldı.
Ramazan keyfi: Ramazan ayında yaşanan huzur ve tat.
O günlerde Ramazan keyfi vardı, her şey çok daha güzeldi.
rayına oturmak: Her şeyin düzenli ve düzgün şekilde ilerlemesi.
Yeni düzenlemeyle işler rayına oturdu, her şey yolunda.
rehine vermek: Bir şeyi veya durumu tehlikeye atmak, riske sokmak.
O stratejiyle rehine verdi, tüm planlar riske girdi.
rengi olmamak: Düşük görünmek, etkisiz olmak.
O yeni proje rengi olmuyor, etkisi pek görülmüyor.
renk senfonisi: Çok çeşitli ve uyumlu renklerin bir arada olduğu durum.
O tablo gerçekten bir renk senfonisi, her ton mükemmel uyum sağlıyor.
renk vermemek: Herhangi bir etki, iz veya belirti göstermemek.
O olayda renk vermedi, ne olduğunu belli etmedi.
renkli cam: Çok çeşitli ve dikkat çekici.
O vitrin gerçekten renkli cam, çok ilgi çekici.
resim gibi: Çok güzel ve düzenli.
O manzara gerçekten resim gibi, harika bir görüntü sunuyor.
rest çekmek: Kararlı bir şekilde karşı çıkmak, durdurmak.
O tartışmada rest çekti, artık geri adım atmak istemedi.
rızkını taştan çıkarmak: Zorlu şartlar altında bile geçimini sağlamak.
O kişi rızkını taştan çıkarıyor, her türlü zorluğu aşıyor.
rica etmek: Bir şey için kibarca veya nazikçe talepte bulunmak.
Size bir iyilik rica edebilir miyim?
rol yapmak: Bir karakteri canlandırmak veya belirli bir görev üstlenmek.
O filmde çok başarılı bir rol yaptı, tüm dikkatleri üzerine çekti.
rotayı değiştirmek: Yönünü veya planını değiştirmek.
O proje başarısız olunca rotayı değiştirdi, yeni bir strateji benimsedi.
rufailer karışır: Belirsiz ve karmaşık bir durum ortaya çıkar.
O anlaşmazlıkta rufailer karıştı, her şey daha da karmaşık hale geldi.
ruhu bile duymaz: Bir şeyi umursamamak veya dikkate almamak.
O, olan biteni ruhu bile duymadan geçiyor, hiç önemsemiyor.
ruhuna hitap etmek: Kişinin içsel duygularına veya ihtiyaçlarına uygun olmak.
O müzik gerçekten ruhuna hitap ediyor, çok etkileyici.
rüya gibi: Çok güzel, harika veya gerçek dışı.
O tatil gerçekten rüya gibiydi, her şey mükemmeldi.
rüyasında görse hayra yormaz: Olumsuz veya kötü bir durum.
O haber rüyasında görse hayra yormaz, tamamen kötü bir durum.
rüzgâr ekip fırtına biçmek: Başkalarına zarar vermek veya olumsuz etkiler oluşturmak.
O davranışla rüzgâr ekip fırtına biçti, büyük bir kaos yarattı.
rüzgâr gelecek delikleri tıkamak: Gelecekteki olumsuz etkileri önceden önlemek.
O işin sonunu düşünerek rüzgâr gelecek delikleri tıktı, önlemler aldı.
saat gibi: Çok düzenli veya dakik.
O program saat gibi işliyor, her şey tam zamanında yapılıyor.
saat gibi çalışmak: Çok düzenli ve kusursuz şekilde çalışmak.
O makine saat gibi çalışıyor, hiçbir aksaklık yok.
saat on bir buçuğu çalmak: Saatin belirli bir zamanı göstermesi, genellikle geç bir saati ifade eder.
Toplantı saat on bir buçuğu çaldı, herkes hazırdı.
saat tutmak: Belirli bir zamanı izlemek veya planlamak.
O kişi her zaman saat tutar, programına sadık kalır.
saati çalmak: Saatin çalmasını veya zamanın geçtiğini ifade eder.
O geç kalınca saati çaldı, önemli bir toplantı kaçırdı.
sabır taşı: Çok sabırlı veya dayanıklı olmak.
O kişi sabır taşı, her duruma sakin ve anlayışlı yaklaşıyor.
sabun köpüğü gibi sönmek: Hızla ve etkisiz bir şekilde yok olmak.
O proje sabun köpüğü gibi sönüyor, kısa sürede başarısız oldu.
sacayak olmak: Gereksiz yere dikkat çekmek veya işin dışına çıkmak.
O tartışmada sacayak oldu, konuyla ilgili değil.
saç saça baş başa: Kavgacı bir durumu ifade eder, iki tarafın da kavga ettiği anlamına gelir.
O iki grup saç saça baş başa dövüşüyor, aralarındaki gerginlik çok yüksek.
saç saça, baş başa dövüşmek: Çok yoğun ve şiddetli bir kavga etmek.
O tartışmada saç saça baş başa dövüştüler, hiç biri geri adım atmadı.
saç sakal ağartmak: Yaşlılık ve deneyim kazandırmak.
O kişi yılların deneyimiyle saç sakal ağarttı, çok bilgili oldu.
saçı başı ağarmak: Yaşlanmak, çok yaşlı görünmek.
O uzun yıllar çalıştıktan sonra saçı başı ağardı, çok yaşlandı.
saçı bitmedik: Henüz genç, olgunlaşmamış.
O kişi saçı bitmedik, genç ve deneyimsiz.
saçı topuklarını dövmek: Çok yaşlı ve yıpranmış olmak.
O kişi saçı topuklarını dövmüş, uzun yılların yorgunluğunu taşıyor.
saçı uzun aklı kısa: Dış görünüşün zekâ ile uyumsuz olduğunu ifade eder.
O kişi saçı uzun aklı kısa, çok kıvrak düşünemiyor.
saçılıp dökülmek: Kötü bir durumda olmak, dağınık bir görünüm sergilemek.
O evde saçılıp döküldü, her şey dağınıktı.
saçına ak düşmek: Yaşlanmak, olgunlaşmak.
O kişi saçıma ak düştü, uzun yılların etkisi var.
saçına başına bakmadan: Dikkatsiz veya umursamaz bir şekilde davranmak.
O işleri yaparken saçına başına bakmadan hareket etti, çok dikkatsizdi.
saçını başını yolmak: Çok üzülmek veya sinirlenmek.
O haberle saçını başını yoldu, büyük bir üzüntü yaşadı.
saçını süpürge etmek: Aşırı fedakârlık yapmak, çok emek vermek.
O, çocukları için saçını süpürge etti, her şeyini onlara adadı.
saçıp savurmak: Gereksiz yere harcamak veya dağınık bir şekilde bırakmak.
O parayı saçıp savurdu, sonunda hiçbir şey kalmadı.
saçlı sakallı adam: Genellikle yaşlı ve uzun sakallı bir adamı ifade eder.
O yaşlı adam saçlı sakallı, çok deneyimli biri.
saçma sapan: Anlamsız, mantıksız şeyler yapmak veya söylemek.
O söyledikleri tamamen saçma sapan, hiç bir mantığı yok.
saçma sapan konuşmak: Anlamsız veya mantıksız şeyler söylemek.
O toplantıda saçma sapan konuştu, kimse ne dediğini anlamadı.
sadede gelmek: Konuyu netleştirmek, ana noktaya odaklanmak.
Çok uzatıyorsun, sadede gel de ne demek istediğini anlat.
sadık dost: Güvenilir ve vefalı arkadaş.
Gerçekten sadık dost, her zaman yanında.
sağ eliyle sol kulağını göstermek: Çok karışık ve anlaşılmaz bir durumda olmak.
O rapor sağ eliyle sol kulağını göstermek gibi, hiç anlaşılmıyor.
sağa sola bakmadan: Dikkatsizce veya kayıtsızca hareket etmek.
Sağa sola bakmadan yola çıktı, büyük bir kaza atlattı.
sağını solunu bilmemek: Durumu veya çevreyi anlamamak, bilgisiz olmak.
O işte sağını solunu bilmemek, yönlendirmeye ihtiyacı var.
sağlam ayakkabı değil: Dayanıklı veya güvenilir olmayan şeyler için kullanılır.
O plan sağlam ayakkabı değil, hemen bozulur.
sağlam kazığa bağlamak: Güvenli ve sağlam bir temele veya kişiye bağlı olmak.
İşlerimizi sağlam kazığa bağladık, her şey yolunda.
sahneye çıkmak: Gösteri yapmak, dikkat çekmek veya önemli bir durumda olmak.
O önemli toplantıda sahneye çıktı ve tüm dikkatleri üzerine çekti.
sakala soğan doğramak: Gereksiz veya saçma bir iş yapmak.
O kadar detaylı anlattı ki, sanki sakala soğan doğrayacak.
sakaldan kesip bıyığa eklemek: Bir şeyi değiştirmek ya da eklemek.
Eski proje üzerinde çalışarak sakaldan kesip bıyığa ekledi, yeni bir bakış açısı getirdi.
sakalı ele vermek: Kişinin gizli yönlerini veya gerçek niyetini açığa çıkarmak.
O davranışıyla sakalı ele verdi, gerçek niyetini gösterdi.
sakalım yok ki sözüm dinlensin: Yetkisiz veya sözünün dinlenmeyen biri olmak.
O konuyu anlatırken sakalım yok ki sözüm dinlensin, hiç dikkate alınmadı.
sakalının altına girmek: Kişisel veya özel bir alanı ihlal etmek.
O soruyla sakalının altına girdi, çok kişisel bir konuya değindi.
sakız gibi yapışmak: Bir yere veya kişiye sürekli olarak yapışmak, ayrılmamak.
O çocuk sakız gibi yapıştı, hiç ayrılmak istemiyor.
saldım çayıra Mevla’m kayıra: Kişisel sorumlulukları bırakıp, kaderi ya da şansı beklemek.
Tüm planlarımı yaptım, artık saldım çayıra Mevla’m kayıra.
saman altından su götürmek: Gizlice veya saklı bir şekilde iş çevirmek.
O toplantıda saman altından su götürdü, birçok gizli plan yaptı.
samanlıkta iğne aramak: Zor ve umutsuz bir işi yapmak.
O dosyaları incelemek samanlıkta iğne aramak gibi, çok zor bir iş.
sandalye kavgası: Küçük ve önemsiz bir sebepten kavga etmek.
O toplantıdaki sandalye kavgası gereksizdi, herkesin çözüm bulması gerekiyordu.
sandık düzmek: Bir şeyi düzenlemek veya hazırlamak.
O yeni ofisi için sandık düzmekle meşguldü, her şeyi yerli yerine koydu.
sandıktan çıkmak: Bir durumdan ya da gizli bir yerden ortaya çıkmak.
O eski planlardan sandıktan çıktı, yeniden gündeme geldi.
sapı silik: Belirsiz veya tanımlanması zor olan bir şey.
O kişinin önerileri sapı silik, neyi ifade etmek istediği belirsiz.
sarı çizmeli Mehmet ağa: Genel olarak tanınmış bir kişi veya halk arasında bilinen bir figür.
O kişi gerçekten sarı çizmeli Mehmet ağa gibi, herkes tarafından biliniyor.
sarı Yahudi: İlgili olduğu kültür ya da gruptan farklı, genellikle alaycı bir tabir.
O davranışlar gerçekten sarı Yahudi gibi, çok garip.
sarımsak yemedim ki ağzım koksun: Kendi sorununu başkalarına atmak.
O sorunları başkalarına yüklüyor, sarımsak yemedim ki ağzım koksun gibi davranıyor.
sarıp sarmalamak: İyi bir şekilde hazırlamak veya korumak.
O projeyi sarıp sarmalayarak sundu, her şey mükemmel hazırlandı.
sazan gibi: Kolayca kandırılabilen veya basitçe aldatılan kişi.
O, sazan gibi her şeye inanıyor, kandırması çok kolay.
sazına bülbül koymak: Bir şeyi çok iyi yapmak veya geliştirmek.
O konser gerçekten sazına bülbül koymak gibiydi, mükemmel bir performanstı.
sebepli sebepsiz: Bir olayın nedeni veya sebebi olup olmadığını ayırt etmemek.
O tartışma sebepli sebepsiz, kimse neyin neden çıktığını bilmiyor.
sefa bulduk: Rahat ve keyifli bir durumda olmak.
O tatilde sefa bulduk, her şey çok huzurlu geçti.
sefalar getirdiniz: Misafirlere hoş geldiniz demek veya iyi dileklerde bulunmak.
Sefalar getirdiniz, çok memnun olduk.
sefere çıkmak: Seyahate çıkmak veya yeni bir maceraya atılmak.
O, yeni bir sefere çıkacak, uzun bir yolculuğa hazırlıyor kendini.
sel ağzından kütük kapmak: Zor bir durumdan avantaj sağlamak.
O zor durumdan sel ağzından kütük kaparak çıktı, fırsatları değerlendirdi.
sel götürmek: Her şeyi silip süpürmek, büyük bir değişim yapmak.
O kriz tüm planları sel götürdü, her şey yeniden düzenlenmek zorunda kaldı.
sel önünden kütük kapmak: Tehlikeli bir durumda fayda sağlamak.
O belirsizliği sel önünden kütük kaparak değerlendirdi, durumu kendi lehine çevirdi.
selam verdik, borçlu çıktık: İyi niyetle yapılan bir hareketin karşılığını alamamak.
Selam verdik, borçlu çıktık, hiç beklemediğimiz bir tepki aldık.
sen giderken ben geliyordum: Zamanlamanın ya da durumun tam tersi olduğunu belirtmek.
O toplantıda sen giderken ben geliyordum, her şey tam anlamıyla ters.
sen sağ ben selamet: Kişisel bir tehlikeden uzaklaşmak ve başkasının sağlığını dilemek.
O kaza sonrası sen sağ ben selamet, her şeyin yolunda olması dileğiyle.
senden gelecek çıraya puf: Geriye dönüp bakıldığında, hiçbir katkıda bulunmayacak şeyler yapmak.
Onun önerilerine bakınca senden gelecek çıraya puf, hiçbir işe yaramıyor.
senet sepet: Sözleşme ve belgelerle ilgili işlerin yapılması.
O işi halletmek için senet sepet yapmamız gerekecek.
seninki can da benimki patlıcan mı?: Herkesin kendi işine odaklanması gerektiğini ifade eden bir tabir.
Seninki can da benimki patlıcan mı? Herkes kendi işine baksın.
sere serpe: Rahat ve özgür bir şekilde davranmak.
İşleri bitirince sere serpe dinlendim, çok rahatlatıcıydı.
servi boylu: Uzun boylu ve düzgün yapılı birini tanımlamak.
O çocuk servis boylu, gerçekten etkileyici bir fiziği var.
sesini kesmek: Bir kişinin konuşmasını veya ses çıkarmasını durdurmak.
O kadar yüksek sesle konuşuyordu ki, sesini kesmek zorunda kaldık.
sevda çekmek: Birine veya bir şeye derin bir bağlılık ve aşkla bağlı olmak.
O sanatçıyı çok seviyorum, gerçekten sevda çekiyorum.
sevincinden ağzı kulaklarına varmak: Büyük bir mutluluk yaşamak.
Mezuniyetini kutlarken sevincinden ağzı kulaklarına vardı, çok mutlu görünüyordu.
sevinçten uçmak: Aşırı mutluluk yaşamak.
Yeni evini aldığında sevinçten uçtu, adeta havalara uçtu.
sıcağı sıcağına: Bir olayın hemen ardından, taze olarak.
O olayı sıcağı sıcağına anlattı, her şey hala yeni ve taze.
sıfırı tüketmek: Tüm kaynakları veya imkanları bitirmek.
O projede sıfırı tüketti, artık hiç bütçesi kalmadı.
sıkı basmak: Bir konuya veya duruma dikkatlice ve özenle yaklaşmak.
O projede sıkı basmak zorundayız, her şeyin mükemmel olması gerekiyor.
sıkı tutmak: Bir şeyi dikkatlice veya iyi şekilde yönetmek.
O toplantıyı sıkı tuttu, her şeyin yolunda gitmesini sağladı.
Sındırgı’yı sıyartmak, garaja kandil asmak: Bir işi yaparken çok fazla detaya inmek ya da gereksiz işlerle uğraşmak.
O raporu hazırlarken Sındırgı’yı sıyartmak, garaja kandil asmak gibi her detayı incelemek zorunda kaldı.
sınıfta çakmak: Derste başarısız olmak veya düşük not almak.
O sınavda sınıfta çaktı, çalışmadığı için düşük not aldı.
sınır dışı etmek: Bir kişiyi ülkesinden veya belirli bir yerden zorla çıkarmak.
O kural ihlali yüzünden sınır dışı edildi, ülkeden gönderildi.
sıra dayağı: Bir grup insan arasında uygulanan ceza veya disiplin.
Okulda sıra dayağı uygulandı, disiplini sağlamak için böyle bir yöntem seçildi.
sırt çevirmek: Birine veya bir duruma ilgi göstermemek, destek vermemek.
O sorunun çözümüne sırt çevirdi, hiç ilgilenmedi.
sırt sırta vermek: Bir konuda dayanışma içinde olmak veya birbirini desteklemek.
O zor durumda sırt sırta verdik, birlikte başardık.
sırt üstü yatmak: Rahatlamak veya tembellik yapmak.
O tatilde sırt üstü yatıp dinlenmek istedi, hiçbir şey yapmadan geçirdi.
sırtı kaşınmak: Kendisini rahat ve iyi hissetmek.
İşler yolunda gidince sırtı kaşınmak gibi hissetti, her şey yolunda.
sırtı yere gelmemek: Zorluklarla karşılaşmamak, başarılı ve güçlü olmak.
O işte sırtı yere gelmemek için çok çalıştı, başarılı oldu.
sırtından atmak: Sorumluluk veya yükü birinden alıp atmak.
O sorumluluğu sırtından atıp diğerine yükledi, işini kolaylaştırdı.
sırtından kazanmak: Bir kişiyi kullanarak veya onun üzerinden kazanç sağlamak.
O başarıyı sırtından kazanmakla suçlandı, başkalarını kullanarak ilerledi.
sırtını dayamak: Güvenli bir destek bulmak.
O işte başarılı olmak için iyi bir destek buldu ve sırtını dayadı.
sırtını yere getirmek: Bir kişiyi başarısız veya zayıf duruma düşürmek.
O rekabetle sırtını yere getirdi, rakibini geride bıraktı.
sıtma görmemiş ses: Yeni veya farklı bir şeyle karşılaşmak.
O konuyu ele alış biçimi sıtma görmemiş ses gibi, tamamen yeniydi.
sidik yarışı: Kişisel başarıları veya yetenekleri karşılaştırmak.
O toplantıda sidik yarışı yapıldı, herkes kendi başarılarını övdü.
sidik yarışına girmek: Kendini başkalarıyla kıyaslamak ya da yarışa sokmak.
O yarışta sidik yarışına girdi, sürekli olarak diğerleriyle kıyaslandı.
sike sürülecek aklı olmamak: Akılsız veya mantıksız davranışlarda bulunmak.
O düşüncesizce hareket ediyor, sike sürülecek aklı olmamak gibi.
silah patlamak: Gerçekten ciddi bir durumun başlaması.
O tartışmada silah patladı, tüm ortam gerildi.
silaha sarılmak: Ciddi bir duruma geçmek ya da sert bir tutum sergilemek.
O sorunu çözmek için silaha sarıldı, sert bir yaklaşım benimsedi.
silip süpürmek: Her şeyi hızlıca ve eksiksiz şekilde almak veya temizlemek.
O takım maçı silip süpürdü, rakibini adeta yok etti.
sinek kaydı tıraş: Çok kısa ve özenli bir tıraş.
Özel toplantıya giderken sinek kaydı tıraş oldum, her şeyin mükemmel olmasını istedim.
sipariş vermek: İhtiyaç duyulan bir şeyi talep etmek.
Yeni malzemeler için sipariş verdik, yakında gelecekler.
siz sağ olun: Teşekkür etmek için kullanılan bir ifade.
Yardımlarınız için siz sağ olun, çok teşekkür ederim.
soğan yemedim ki ağzım koksun: Bir sorunun veya eleştirinin geçersiz olduğunu belirtmek.
O kadar eleştiriyorlar, soğan yemedim ki ağzım koksun, tamamen geçersiz.
soğuk almak: Bir durumu ya da kişiyi anlamamak veya ilgisiz olmak.
O haberleri alıp soğuk aldı, hiçbir ilgisi yokmuş gibi davrandı.
soğuk savaş: İki taraf arasında doğrudan çatışma yerine, dolaylı yoldan, ideolojik veya ekonomik yöntemlerle sürdürülen çekişme veya mücadele.
Soğuk savaş dönemi, nükleer silahlanma yarışı ve ideolojik çatışmalarla geçti.
sokağa atmak: Bir kişiyi veya şeyi dışarıda, kullanışsız veya gereksiz durumda bırakmak.
Eski eşyaları sokağa attım, artık ihtiyaç duymuyorum.
solda sıfır: Tamamen başarısız veya etkisiz durumda olmak.
O projede solda sıfır kaldı, hiçbir şey başaramadı.
soluk aldırmamak: Bir kişiyi sürekli olarak rahatsız etmek, rahat bırakmamak.
O meseleyle ilgili sürekli tartıştığı için soluk aldırmıyor.
soluk soluğa: Yorgun ve nefessiz kalmak, genellikle yoğun bir aktiviteden sonra.
Koşudan sonra soluk soluğa kaldım, nefes almakta zorlanıyorum.
sopa atmak: Birine fiziksel veya metaforik olarak sert bir şekilde davranmak, eleştirmek.
O, toplantıda sürekli sopa attı, herkesi eleştirdi.
sopa yemek: Sert bir şekilde cezalandırılmak veya eleştirilmek.
O kadar çok hata yaptı ki, sonunda sopa yedi, eleştirilerden bıktı.
soyup soğana çevirmek: Bir şeyi ya da bir kişiyi tamamen kullanmak, hiçbir şey bırakmamak.
O projeyi yaparken tüm kaynakları soyup soğana çevirdi.
sörf yapmak: Dalga üzerinde veya benzer bir ortamda sörf yapmak; genellikle spor olarak kabul edilir.
Tatilde sörf yapmayı çok seviyorum, denizin keyfini çıkarıyorum.
söyleye söyleye dilimde tüy bitti: Bir şeyi defalarca tekrarlamak, anlatmaktan yorulmak.
O konuyu söyleye söyleye dilimde tüy bitti, hala anlamıyorlar.
söz almak: Bir konuyla ilgili onay veya karar almak.
Yeni planlar yapmadan önce yönetimden söz aldık.
söz düşmemek: Verilen sözün yerine getirilmemesi veya sözün geçerliliğini yitirmesi.
Söz düştü, yapmadıkları için artık onlara güvenim kalmadı.
söz sahibi olmak: Bir konuda yetki veya etkisi olmak.
O toplantıda söz sahibi oldum, önemli kararlar aldım.
sözü yere düşmek: Verilen sözün yerine getirilmemesi veya önemsenmemesi.
Sözleri yere düştü, kimse onu dikkate almadı.
sözünü balla kesmek: Birinin konuşmasını veya açıklamasını nazik bir şekilde, ancak etkili bir şekilde kesmek.
Toplantıda tartışmayı uzatmamak için sözünü balla kestik.
su dökmek: Bir şeyi veya bir durumu yumuşatmak, hafifletmek.
O tartışmada su dökme rolü üstlendi, ortamı yumuşattı.
su gibi akmak: Her şeyin düzgün ve sorunsuz ilerlemesi.
Proje su gibi aktı, hiçbir sorun yaşamadık.
su gibi ezberlemek: Bir şeyi çok kolay ve hızlı bir şekilde ezberlemek.
O dersleri su gibi ezberledi, hiçbir zorluk yaşamadı.
su içinde: Suya yakın veya suda olan bir durumda olmak.
O ortam su içinde kaldı, su seviyeleri yükseldi.
su koyvermek: Bir şeyin kontrolünü kaybetmek veya gevşetmek.
O işi yaparken su koyverdi, dikkatini kaybetti.
su yüzü görmemiş: Temizlikten uzak, kirli veya bakımsız.
O eski ev su yüzü görmemiş gibi, oldukça kötü durumdaydı.
su yüzüne çıkmak: Bir şeyin veya bir kişinin gerçek yüzünün ortaya çıkması.
Gerçek niyetleri su yüzüne çıktı, her şey açığa çıktı.
sucuğunu çıkarmak: Bir şeyin kalitesini veya miktarını tam olarak göstermek.
O projede sucuğunu çıkardı, her şey eksiksizdi.
sudan çıkmış balığa dönmek: Kendisini kötü ve çaresiz hissetmek, rahatlık ve güvenlikten uzaklaşmak.
Yeni işe başladığında sudan çıkmış balığa döndü, her şey yabancı geldi.
sunturlu küfür: Yüzeysel veya etkisiz küfür, gerçek etkisi olmayan sözler.
O tartışmada sunturlu küfürler edildi, hiçbiri etkili olmadı.
surata bak saati ayar et: Bir kişinin yüz ifadesine bakarak ruh halini veya zamanı tahmin etmek.
Onun sıkıntılı suratına bakıp saati ayar ettim, çok üzgün görünüyordu.
suratı bir karış asılmak: Üzgün veya kızgın bir şekilde durmak.
O kötü haber sonrası suratı bir karış asıldı, morali bozuldu.
suratı mahkeme duvarı: Yüz ifadesi donuk veya ilgisiz, duygusuz görünmek.
O olaydan sonra suratı mahkeme duvarı gibi oldu, hiç tepki vermedi.
suya batmak: Tamamen kaybolmak veya yok olmak.
O eski proje suya battı, artık bulunamıyor.
suya düşmek: Bir şeyin veya kişinin beklenmedik bir şekilde zor duruma düşmesi.
O önemli işte suya düştü, her şey beklenmedik şekilde kötüye gitti.
suya sabuna dokunmamak: Hiçbir konuda yer almak, tarafsız kalmak.
O tartışmada suya sabuna dokunmamak istiyor, tamamen uzak duruyor.
suyu başından kesmek: Bir şeyin devamını durdurmak veya engellemek.
O projede suyu başından kestik, daha fazla ilerlemesine izin vermedik.
suyu çıkmak: Bir şeyin tüm değerini veya etkisini kaybetmek.
O eski haberler artık suyunu çıkardı, kimse ilgilenmiyor.
suyu ısınmak: Bir şeyin zor ve karmaşık hale gelmesi, genellikle olayların gerilmesi.
O tartışmada suyu ısındı, gerilim arttı.
suyu kaynamak: Bir şeyin aşırı derecede sinir bozucu veya rahatsız edici hale gelmesi.
O kadar çok problem yaşadık ki, suyu kaynadı, tahammül edemiyoruz.
suyunun suyu: Bir şeyin fazlasıyla sade, etkisiz veya önemsiz olması.
O proje tam anlamıyla suyunun suyu, hiçbir yenilik veya katkı sağlamıyor.
sürtüp durmak: Aynı hareketi sürekli olarak yapmak, bazen etkili bir sonuç elde edememek.
Her gün aynı işte sürtüp duruyor, hiç ilerleme kaydedemedi.
süsleyip püslemek: Bir şeyi fazla detaylandırarak veya gereksiz şekilde güzelleştirerek sunmak.
Raporu süsleyip püsleyip sunmuş, gerçek durumu yansıtmıyor.
süt dökmüş kedi gibi olmak: Suçsuz veya masum gibi davranmak, halbuki suçlu olmak.
O davranışını gören süt dökmüş kedi gibi davranıyor, ama aslında o işin içinde.
süt kuzusu: Çocuk, masum veya naif biri.
Küçük kardeşim bir süt kuzusu, çok saf ve sevimli.
süt liman olmak: Güvenli bir yer veya durum.
O yeni iş yerim süt liman, her şey yolunda gidiyor.
sütten ağzı yanmak: Geçmişte yaşadığı bir olumsuz deneyimden dolayı tedbirli olmak.
Önceki işten sütten ağzı yandığı için şimdi daha dikkatli.
sütü bozuk: Güvenilir veya geçerli olmayan, hatalı bir şey.
O eski bilgiler sütü bozuk, artık geçerliliği yok.
sütüne havale etmek: Birine yapılan bir işin veya eylemin sonucunu onun üzerine bırakmak.
O problemin çözümünü sütüne havale ettik, kendi halletsin.
Şafii köpeği gibi titremek: Aşırı derecede titremek, korkudan veya üşümekten.
Soğukta Şafii köpeği gibi titriyor, üşüdüğünden belli.
Şafii köpeğine dönmek: Çaresiz ve titrek bir duruma düşmek.
O stresli durumda Şafii köpeğine döndü, tamamen panikledi.
şaha kalkmak: Kendini çok güçlü veya başarılı hissetmek.
Proje başarıyla sonuçlandıktan sonra şaha kalktı, kendinden emin oldu.
şakakları ağarmak: Yaşlılık belirtileri olarak şakaklarda beyazlama, genellikle yaşın ilerlediğini göstermek.
Artık şakakları ağarmış, yaşını gösteriyor.
şakakları beyazlamak: Yaşlılık belirtileri olarak saçların beyazlaması.
Yaşlandıkça şakakları beyazlamış, yaşını gizlemiyor.
şalvar gibi: Geniş ve rahat bir giysi veya durum.
O kıyafet şalvar gibi, oldukça rahat ve geniş.
şamar oğlanı: Herkesin hedef aldığı, suçlanan kişi.
O proje başarısız olunca şamar oğlanı oldu, tüm suç ona yıkıldı.
şangır şungur: Gürültülü ve düzensiz sesler yapmak.
O tartışmada şangır şungur sesler çıkardılar, ortam çok gergindi.
şansı dönmek: Bir kişinin şansının olumlu yönde değişmesi.
Sonunda şansı döndü ve büyük bir ödül kazandı.
şapa oturmak: Bir işin veya durumun tam ortasında kalmak, genellikle kötü bir durumda olmak.
O hatayı yaptığında şapa oturdu, tüm süreci zorlaştırdı.
şapır şupur: Gürültülü ve düzensiz bir şekilde hareket etmek veya ses yapmak.
O çocuk oyun oynarken şapır şupur sesler çıkarıyor.
şaşkın bakkal: Bir şeyi anlamakta zorlanan veya şaşıran kişi.
O durum karşısında şaşkın bakkal gibi kaldı, ne yapacağını bilemedi.
şeşi beş görmek: Bir şeyi çok abartmak, her ayrıntıyı çok büyük göstermek.
O hikayeyi anlatırken şeşeyi beş gördü, her şeyi çok fazla abarttı.
şevke gelmek: Motive olmak, bir şeyi yapma isteği duymak.
O başarılı sonuçlar şevke geldi, daha fazla çalışmak istiyor.
şeytan çekici: Hem çekici hem de tehlikeli olan bir şey.
O teklif şeytan çekici, cazip ama riskli.
şeytan diyor ki: İçsel bir dürtüyü veya tehlikeyi temsil eden düşünce.
O kadar cazip ki, şeytan diyor ki bunu yap, ama dikkatli olmalısın.
şeytan kulağına kurşun: Kötü bir şeyin başına gelmesini istemek.
O durumun kötü olacağını düşününce şeytan kulağına kurşun dedim.
şeytana külahını ters giydirmek: Şeytana üstün gelmek, onu şaşırtmak.
O hileli planla rakibine şeytana külahını ters giydirdi.
şeytana pabucunu ters giydirmek: Şeytana üstün gelmek, onu şaşırtmak veya alt etmek.
O müthiş zekasıyla rakibine şeytana pabucunu ters giydirdi.
şeytana uymak: Kötü veya tehlikeli bir davranışa yönelmek.
O cazip teklif şeytana uyma riskini taşıyor, dikkatli olmalı.
şeytanın ayağını kırmak: Kötü bir şeyin etkisini azaltmak veya engellemek.
O stratejiyle şeytanın ayağını kırdık, planlarımızı bozdular.
şıkır şıkır oynamak: Çok neşeli ve enerjik bir şekilde dans etmek veya hareket etmek.
Parti boyunca şıkır şıkır oynadı, herkesin dikkatini çekti.
şifayı kapmak: Hastalanmak veya sağlık sorunları yaşamak.
O soğuk havada dışarı çıkınca şifayı kaptı, hasta oldu.
şimşek gibi: Hızlı, etkili veya aniden gerçekleşen bir şey.
O kadar hızlı koştu ki şimşek gibi geldi.
şimşekleri üzerine çekmek: Kendi üzerindeki dikkatleri veya eleştirileri artırmak.
O davranışlarıyla şimşekleri üzerine çekti, sürekli eleştiriliyor.
şom ağızlı: Kötü ve karamsar bir şekilde konuşan kişi.
O kişi sürekli şom ağızlı, her şeyi olumsuz görüyor.
şöhreti afakı tutmak: Bir kişinin ünü veya tanınmışlığı çok geniş bir alana yayılmış olmak.
O sanatçının şöhreti afakı tuttu, dünyanın dört bir yanından tanınıyor.
şöyle bir bakmak: Kısaca veya yüzeysel bir şekilde bakmak.
Konuya şöyle bir bakmak yeterli olacaktır, detaylara girmeye gerek yok.
şöyle bir göz atmak: Bir şeyi hızlıca veya yüzeysel olarak incelemek.
O dosyaya şöyle bir göz atmalıyız, detaylı inceleme yapmadan önce.
O hacı, bu hacı, kim olacak boyacı?: Bir kişinin veya durumun, tanıdık ve bilindik biri olmasının yanı sıra, aslında önemli veya yetkin olmadığı anlamında kullanılır.
O kişi sürekli konuşuyor ama sonunda o hacı, bu hacı, kim olacak boyacı?
o tarakta bezi olmamak: Belirli bir konuda deneyim veya bilgi sahibi olmamak, o işte yeterli yetkinliğe sahip olmamak.
O konuda gerçekten o tarakta bezi olmuyor, hiç deneyimi yok.
ocağı batmak: Aile veya iş yerinin maddi olarak zor durumda olması, iflas etmesi.
İşlerinin bozulmasıyla ocağı batmış durumda.
ocağı sönmek: Bir iş yerinin kapanması, ailenin geçim kaynağının yok olması.
O işyerinin kapanmasıyla ocağı söndü.
ocağı tütmek: Bir kişinin, ailenin veya iş yerinin düzgün ve aktif şekilde çalışması, geçimini sağlaması.
İşler yolunda gidiyor, ocağı tütüyor.
ocağına incir ağacı dikmek: Bir kişiye zarar vermek, kötü bir duruma sokmak.
O işten sonra ocağına incir ağacı dikmiş oldum, zarar gördüm.
ocağını söndürmek: Bir kişinin hayatını veya geçimini olumsuz etkilemek, yok etmek.
O karar, ocağını söndürdü, ailesini zor duruma soktu.
odun gibi: Hareketsiz, ilgisiz veya beceriksiz biri.
Toplantıda odun gibi oturdu, hiçbir katkıda bulunmadı.
oğul balı: Kaliteli ve değerli, özellikle tatlı şeyler için kullanılır.
Tatlılar gerçekten oğul balı gibi, çok lezzetli.
oh demek: Rahatlama, ferahlama duygusu yaşamak.
Sınav sonuçlarını öğrenince oh dedi, büyük bir rahatlama yaşadı.
ok gibi ciğerine işledi: Çok derin bir şekilde etkilemek, acı vermek.
O sözler ok gibi ciğerine işledi, çok üzüldü.
ok gibi fırlamak: Hızla ve güçlü bir şekilde hareket etmek.
Maç başladığında, ok gibi fırladı sahaya.
ok yaydan çıktı: Bir şeyin artık kontrol dışı hale gelmesi, geri dönüşü olmayan bir duruma gelmesi.
O tartışma ok yaydan çıktı, işleri daha da kötüleştirdi.
okey atmak: Onaylamak, bir şeyi tamamlamak.
Planları onayladık, okey attık.
okkanın altına gitmek: Çok büyük bir mali veya fiziksel bedel ödemek.
O yatırım, okkanın altına gitmek gibi oldu, çok masraflıydı.
oklava yutmuş gibi: Çabuk ve etkili bir şekilde, genellikle ağır bir şekilde.
O kadar sinirliydi ki, oklava yutmuş gibi davranıyordu.
okumu attım, yayımı astım: Bir işten veya sorundan tamamen vazgeçmek, artık ilgilenmemek.
O projede başarısız olduktan sonra okumu attım, yayımı astım.
olan oldu: Geçmişte yaşanan olaylara üzülmek yerine, durumu kabul etmek ve devam etmek.
Yanlış karar verdik ama olan oldu, şimdi ileriye bakmalıyız.
olmayacak duaya amin demek: Gerçekleşmesi imkânsız olan şeyler için umut taşımak.
O kadar zor bir iş ki, olmayacak duaya amin demek gibi.
olmuş armut gibi eline geçmek: Çok beklenmedik ve nadir bir şansa sahip olmak.
O ödülü kazanmak, olmuş armut gibi eline geçti.
omuzda taşımak: Bir yükü veya sorumluluğu taşımak, taşımak zorunda olmak.
Projeyi başarıyla tamamladı ve tüm yükü omuzunda taşıdı.
omzunda taşımak: Aynı şekilde bir sorumluluğu veya yükü taşımak.
O görevi omuzunda taşıdı, tüm sorumluluk onun üzerindeydi.
on ikiden vurmak: Doğru tahminde bulunmak, isabetli bir hareket yapmak.
Hedefi tam on ikiden vurdu, başarıya ulaştı.
on parmağında on kara: Her konuda yetenekli ve bilgi sahibi olmak.
O kişi on parmağında on kara, her konuda bilgi sahibi.
on parmağında on marifet: Çok yönlü yetenek ve becerilere sahip olmak.
O sanatçı gerçekten on parmağında on marifet, birçok alanda yetenekli.
ona buna dil uzatmak: Başkalarını eleştirmek veya kötülemek.
Sürekli başkalarını eleştirip ona buna dil uzatıyor.
ona göre hava hoş: Kişinin kendine göre durumu iyi görmek, başkalarının sorunlarına duyarsız olmak.
Kendi durumundan memnun, ona göre hava hoş.
onun ipiyle kuyuya inilmez: Güvenilmez biriyle iş yapılmaz, risklidir.
Onun sözlerine pek güvenemem, onun ipiyle kuyuya inilmez.
oralı olmamak: Bir konuya veya kişiye ilgi göstermemek, ilgisiz kalmak.
O olaydan sonra tamamen oralı olmadı.
orta direk: Orta düzeyde, ne iyi ne de kötü, sıradan.
Performansı orta direk, ne çok iyi ne de kötü.
ortadan kaldırmak: Bir şeyi veya kişiyi yok etmek, ortadan kaldırmak.
O sorunu kökünden çözmek için ortadan kaldırmak gerekliydi.
ortasını bulmak: Bir sorunun veya durumu çözmek için en uygun yolu bulmak.
Anlaşmazlığı çözmek için ortasını bulduk.
ortaya dökmek: Bir şeyi açıkça göstermek veya paylaşmak, genellikle gizli olan bir şeyi ifşa etmek.
O skandalı ortaya döktü ve herkes öğrendi.
ot yoldurmak: Bir yere gitmek veya bir işte çalışmak, genellikle zahmetli bir iş yapmak.
O kadar yorgun ve işten bıkmış durumda ki, neredeyse ot yoldurmak zorunda kaldı.
oturup kalkmak: Bir yerde zaman geçirmek, özellikle uzun süre oturmak ve kalkmak.
O toplantılarda oturup kalkmaktan yoruldu.
oyun etmek: Eğlenceli veya zaman geçiren etkinlikler yapmak.
Çocuklar parkta oyun ediyorlar.
oyun yapmak: Belirli kurallara göre yapılan eğlenceli veya öğretici etkinlikler.
Öğretmen, öğrencilerle eğitici oyunlar yaptı.
oyuncağı olmak: Birinin kolayca manipüle edilebileceği bir durum içinde olmak.
İş yerinde başkalarının oyuncağı oldu, sürekli baskı altında.
oyunun sakalı bitmek: Bir işin veya durumun gereğinden fazla uzaması, bitmesi gereken noktayı geçmesi.
O mesele oyunun sakalı bitti, artık yeter.
öbür dünyayı boylamak: Ölmek, yaşamın sona ermesi.
Hasta çok ağır durumda, öbür dünyayı boylayacak gibi görünüyor.
ödü kopmak: Çok korkmak, ciddi şekilde endişelenmek.
O sürprizden ödü koptu, çok korktu.
ödünü koparmak: Bir kişiyi çok korkutmak veya endişelendirmek.
O haber, ödünü kopardı, ciddi şekilde endişelendi.
ödünü patlatmak: Bir kişiyi çok sinirlendirmek veya üzmek.
O sözler, ödünü patlattı, çok sinirlendi.
öfke topuğa çıkmak: Aşırı öfkelenmek, öfkenin zirveye ulaşması.
O tartışmada öfke topuğa çıktı, kontrol edilemez hale geldi.
ökseye basmak: Kötü bir durumda kalmak, zorluk yaşamak.
İşlerin kötü gitmesiyle ökseye bastı, zor bir durumdaydı.
öksürüp tıksırmak: Kötü bir durumda kalmak, genellikle sağlık açısından sorun yaşamak.
Hastalık öksürüp tıksırmak gibi geçti, iyileşmesi zor oldu.
öksüz babası: Sahipsiz ve zor durumda olan bir kişi.
İşten sonra öksüz babası gibi kaldı, kimse ona yardım etmedi.
öküz altında buzağı aramak: Gereksiz yere küçük detaylarda hata aramak, ya da bir işte gereksiz yere sorun aramak.
O sorunlarda her zaman öküz altında buzağı arıyor, detayları büyütüyor.
öküz boyunduruğa bakar gibi bakmak: Sıkıntılı veya zor bir duruma sessiz ve umursamaz bir şekilde bakmak.
Sorunla ilgilenirken öküz boyunduruğa bakar gibi bakıyordu, umursamaz görünüyordu.
öküz gibi: Aşırı güçlü veya kaba davranan biri.
O kadar sert konuştu ki, öküz gibi görünüyordu.
öküz gibi bakmak: Dalgın veya aptal bir şekilde bakmak.
O olay karşısında öküz gibi bakıyordu, ne olduğunu anlamış görünmüyordu.
öküz öldü ortaklık bozuldu: Bir sorunun çözülmemesi nedeniyle ortaklık veya iş ilişkilerinin bozulması.
O anlaşmazlık yüzünden öküz öldü, ortaklık bozuldu.
öküze boynuzu yük olmaz: Güçlü biri zor bir işin altından kalkabilir, ama bu kişi güçsüzse, bu işin altından kalkamaz.
O işi başaran kişi, öküzün boynuzuna yük olmaz, güçsüzler için ise zor.
öküze boyunduruğunu kuyruğundan vurmak: Zorlu bir durumda olan birine ek yükler getirmek.
Zaten zor durumda olan adama bir de bu iş eklenince, öküzün boyunduruğunu kuyruğundan vurmuş olduk.
öküzün trene baktığı gibi bakmak: Anlamadığınız veya ilgi çekici bulmadığınız bir şeye şaşkın ve ilgisiz bakmak.
O yeni teknolojiyi öküzün trene baktığı gibi baktı, hiçbir fikri yoktu.
ölme eşeğim ölme: Bir şeyin bitmemesi için yapılan umut veya dilek, genellikle olumsuz bir durumu sürdürme isteği.
O sıkıntılar bitmek bilmedi, öyle ki “ölme eşeğim ölme” durumu oldu.
ölüm döşeğinde: Ölmek üzere olmak, çok hasta olmak.
Hasta gerçekten ölüm döşeğinde, çok kötü durumda.
ölüm kalım meselesi: Hayati önemi olan bir durum, çok ciddi bir mesele.
O karar, şirket için ölüm kalım meselesi, her şey buna bağlı.
ölümle burun buruna gelmek: Hayati tehlike yaşamak, ölümle karşı karşıya olmak.
Kaza geçirdiğinde ölümle burun buruna geldi, ciddi bir tehlike atlattı.
ölümü gör: Ölümün eşiğine gelmek, büyük bir tehlike yaşamak.
O kaza sonrası ölümü gördü, gerçekten çok şanslıydı.
ölümüne koşmak: Kendi kendini tehlikeye atmak, ölüm riski almak.
O cesur hareket, ölümüne koşmak gibiydi.
ölüp ölüp dirilmek: Çok kez zor durumlardan kurtulmak, sık sık tehlikelerle karşılaşmak ama her defasında hayatta kalmak.
O iş yerinde yaşadığı sıkıntılar, ölüp ölüp dirilmek gibiydi.
ölür müsün, öldürür müsün?: Bir şeyi yapmaya istekli olup olmadığını veya bu işin risklerinin ne kadar büyük olduğunu sorgulamak.
O riskli işte ölüme yaklaşırken, “ölür müsün, öldürür müsün?” dedi.
ölüsü ortada kalmak: Bir şeyin veya kişinin kötü durumda veya yetersiz olması.
Proje başarısız oldu ve ölüsü ortada kaldı, umulandan çok kötü durumda.
ömür adamsın: Bir kişinin hayatı boyunca önemli ve etkili olduğunu ifade eden bir övgü.
Yıllardır bu kadar iyi bir dost oldun, gerçekten ömür adamsın.
ömür törpüsü: Yaşlanma veya yaşlanmışlık belirtisi, yaşamı zorlaştıran şeyler.
O sorunlar ömür törpüsü gibi, her geçen gün yaşını hissettiriyor.
önde gelmek: Bir konuda veya durumda öncü olmak, liderlik yapmak.
O proje liderliğiyle önde geldi, herkes onun rehberliğini takip ediyor.
öne düşmek: Dikkat çekmek, öne çıkmak.
O cesur hareket, ona öne düşme fırsatı verdi.
önü alınmak: Bir sorunun veya tehlikenin önlenmesi, tedbir alınması.
Kriz büyümeden önce önünü aldılar, durumu kontrol altına aldılar.
önünü almak: Bir işin veya sorunun kontrolünü sağlamak, tedbir almak.
O sorunun büyümemesi için önünü aldı, gerekli önlemleri aldı.
öp babanın elini: Birine minnettarlığını ifade etmek, teşekkür etmek.
Yardım için ona minnettarlığını gösterdi, öp babanın elini dedi.
öp de başına koy: Teşekkür etmek veya bir iyiliği kabul etmek.
O hediyeyi kabul ederken, öp de başına koy dedi.
öperken ısırmak: Birine iyilik yaparken, aslında zarar vermek veya kötü niyet taşımak.
Yardım ettiği kişiye öperken ısırmak gibi davranışları vardı, samimi değildi.
öpücük göndermek: Birine sevgi veya selam göndermek.
Uzakta olan arkadaşına öpücük gönderdi, selam yolladı.
ördek avlamak: Bir şeyin peşinden koşmak veya bir hedefe ulaşmaya çalışmak.
O işte başarılı olmak için ördek avlıyor, sürekli çaba gösteriyor.
örümcek bağlamak: Bir işin veya durumun kötüleşmesi, karmaşıklaşması.
O projede çok geç kalınca, işler örümcek bağladı.
ötesi yok: Bir şeyin sınırlı olduğu, başka seçeneğin bulunmadığı.
O konunun çözümü ötesi yok, sadece bu yol kaldı.
öve öve göklere çıkarmak: Bir şeyi veya kişiyi gereğinden fazla övmek, abartılı şekilde methetmek.
O başarıyı öve öve göklere çıkardı, her yerde bahsetti.
öyle başa böyle traş: Bir işte, baştan sona aynı kalmak, değişmeyen bir durum.
Ne yaparsan yap, öyle başa böyle traş, sonuç değişmeyecek.
özü sözü bir: Gerçekten samimi ve dürüst biri olmak.
O kişi özü sözü bir, her zaman açık ve dürüst davranır.
pabucu büyüğe okutmak: Birini veya bir şeyi küçümsemek, önemsememek.
Şirketin yeni yetkisi, eski çalışanının pabucunu büyüğe okutur gibi davranıyor.
pabucu eline vermek: Birinin veya bir şeyin önüne geçmek, üstün gelmek.
O yenilgi, rakibinin pabucunu eline verdi, üstünlüğü kaybetti.
pabucu yarım: Eksik veya yetersiz olmak.
Onun sunduğu çözüm pabucu yarım, tam anlamıyla yeterli değil.
pabucuna kum dolmak: İşlerin veya durumların kötüleşmesi.
O işlerin bu hale gelmesiyle pabucuna kum doldu, her şey kötüleşti.
pabucunu ters giymek: Bir şeyi yanlış veya alışılmadık şekilde yapmak.
O hatayı yaparak pabucunu ters giydi, işin sonucunu etkiledi.
pabuç bırakmamak: Hiçbir şey bırakmamak, tamamen tüketmek.
O işte, tüm kaynakları kullandı ve pabuç bırakmadı.
pabuç pahalı: Bir şeyin veya durumun çok değerli veya pahalı olması.
O fırsat, pabuç pahalı, kaçırılmaması gereken bir fırsat.
pabuç paralamak: Bir şeyin değerini kaybetmesi, bozulması.
O eski sistem pabuç paralamış durumda, artık işe yaramıyor.
pabuçsuz kaçmak: Bir işten veya durumdan kaçmak, sorumluluktan kaçınmak.
Sınavdan geçemedi ve pabucusuz kaçtı, sonuçlardan kaçtı.
paça olmak: Belirli bir durumda veya işte olmamak, başarılı olamamak.
O projede paça oldu, istenen sonucu elde edemedi.
paçaları sıvamak: Bir işe başlamak, çalışmaya koyulmak.
O önemli projede paçaları sıvayıp çalışmalara başladı.
paçaları tutuşmak: Endişelenmek veya tehlike yaşamak.
O haber sonrası paçaları tutuştu, büyük bir endişe yaşadı.
paçavrasını çıkarmak: Eskimiş veya kullanılmaz hale gelmiş bir şeyi çıkarmak.
O eski eşya, paçavrasını çıkarmış durumda, artık işe yaramıyor.
paçayı kaptırmak: Bir işte veya durumda başarısız olmak, sorun yaşamak.
O yanlış karar, paçayı kaptırmasına neden oldu.
padavra gibi: Eski ve işe yaramaz bir durumda olmak.
O eski bilgisayar padavra gibi, artık hiç verimli değil.
padavrası çıkmış: Eski, kullanılmaz veya bozulmuş bir duruma gelmiş.
O eski araç padavrası çıkmış durumda, sürekli arıza yapıyor.
paha biçilmez: Çok değerli, kıymetli.
O eski eşya paha biçilmez, tarihi bir değeri var.
paha biçmek: Bir şeyin değerini belirlemek.
O sanat eserine paha biçmek zor, çünkü çok değerli.
pahalıya mal olmak: Bir işin veya şeyin yüksek maliyete neden olmak.
Yanlış karar pahalıya mal oldu, büyük bir mali kayıp yaşandı.
pala sallamak: Tehdit veya zorbalık yapmak.
O kişi, pala sallayarak herkesi korkutmaya çalıştı.
palamarı çözmek: Bir işin veya durumun çözülmesi.
Sorunları palamarı çözmekle başarıyla sonuçlandı.
palavra sıkmak: Gerçek olmayan veya abartılı şeyler söylemek.
O adam sürekli palavra sıkıyor, gerçeklerle ilgisi yok.
palüze gibi: Çabuk yıpranan veya etkisiz olan.
O eski malzeme palüze gibi, hemen bozuluyor.
pancar gibi olmak: Çok kırmızı veya kızarmış görünmek.
O utanç verici olay sonrası pancar gibi oldu, yüzü tamamen kızardı.
pancar kesilmek: Bir işin veya durumun sona ermesi.
O proje için pankar kesildi, artık devam edemeyecekler.
paniğe kapılmak: Korku veya endişe nedeniyle kontrolünü kaybetmek.
O haberle paniğe kapıldı, ne yapacağını bilemedi.
papara yemek: Kötü bir durum yaşamak, zarar görmek.
O hatadan sonra papara yedi, ciddi bir kayıp yaşadı.
paparayı yemek: Aynı şekilde kötü bir durumda olmak veya zarar görmek.
O işte başarısız olup paparayı yedi, büyük bir sıkıntıya düştü.
par par yanmak: Parlak bir şekilde yanmak veya ışıldamak.
Yeni araba par par yanıyor, dikkat çekici bir görüntüsü var.
para basmak: Çok miktarda para harcamak veya üretmek.
O projeye para bastı, yüksek maliyetleri karşılamak zorunda kaldı.
para dökmek: Çok para harcamak.
O tatilde gerçekten para döktü, her şey çok pahalıydı.
para peşin kırmızı meşin: Para ödemek, genellikle peşin ödeme anlamında.
O malı almak için para peşin kırmızı meşin ödedim, her şey hazır.
para yemek: Çok para harcamak, gereksiz yere para tüketmek.
O gece dışarıda çok para yedi, masraflar fazlasıyla arttı.
parasını sokağa atmak: Para harcamak, genellikle bu harcamanın israf olduğu düşünülür.
O yeni telefonun fiyatı çok yüksek, parasını sokağa atmış gibi oldu.
paraya kıymak: Parayı önemli görmek, harcamayı ciddiye almak.
İşin sonunda paraya kıyacak, her şeyin değerini bilecek.
paraya para dememek: Parayı önemsememek, çok para harcamak.
O kişi paraya para demiyor, her şeye bolca harcıyor.
parayı denize atmak: Parayı boşa harcamak.
O yatırım, parayı denize atmak gibi oldu, hiçbir getirisi yok.
parlare chiaro: İtalyanca bir ifade olup “açıkça konuşmak” anlamına gelir.
Toplantıda parlare chiaro oldu, herkes ne konuşulduğunu net bir şekilde anladı.
parmağı ağzında kalmak: Şaşkınlık veya sessizlik içinde olmak.
O haberi duyunca parmağı ağzında kaldı, ne diyeceğini bilemedi.
parmağı olmak: Bir olayda, işte etkili olmak.
O proje başarılı oldu çünkü onun parmağı vardı, katkıda bulundu.
parmağı var: Bir işte etkisi veya katkısı olmak.
Bu işte onun parmağı var, başarılı olmasının sebebi o.
parmağına dolamak: Birine karşı çok fazla güvenmek veya bağımlı olmak.
O, işte her şeyi ona parmağına dolamak zorunda kaldı, her şeyi ona güveniyor.
parmağını bile kıpırdatmamak: Hiçbir şey yapmak, harekete geçmemek.
Sorumluluklarını unuttu, parmağını bile kıpırdatmadı.
parmak atmak: Bir şeyin veya birinin üzerine dikkat çekmek.
O yanlış yapınca hemen parmak atıldı, herkes onu suçladı.
parmak basmak: Bir sorun veya konuyu vurgulamak.
O konuşmada önemli noktaya parmak basıldı, herkes dikkatle dinledi.
parmak bozmak: Bir şeyi bozmak veya hatalı yapmak.
O işte parmak bozdum, sonuç istediğim gibi olmadı.
parmak hesabı: Basit bir hesaplama, genellikle paranın hızlıca hesaplanması.
O işte parmak hesabı yaparak bütçeyi ayarladık.
parmak ısırmak: Bir hata veya pişmanlık nedeniyle üzüntü duymak.
O yanlış karardan sonra parmak ısırıyor, pişmanlık duyuyor.
parmak ısırtmak: Çok etkileyici veya başarılı olmak.
O gösterisi parmak ısırtacak bir başarıydı, herkes hayran kaldı.
parmak kadar: Çok küçük, az.
O işteki katkısı parmak kadar, büyük bir etkisi yok.
parmak yalamak: Bir şeyin tadını çok beğenmek, memnun olmak.
Yemeğin tadı o kadar güzeldi ki parmak yalamak zorunda kaldı.
parmakla gösterilmek: Çok dikkat çekici, ünlü olmak.
O başarıyla parmakla gösteriliyor, herkes onun başarısını konuşuyor.
parmaklarını yemek: Çok beğenmek, hayran kalmak.
O yemek o kadar lezzetliydi ki parmaklarını yedi, tadına doyamadı.
Paskalya yumurtası gibi: Çeşitli renklerde, parlak ve dikkat çekici.
O eski arabanın renginden sonra Paskalya yumurtası gibi parlıyor.
pastırmasını çıkarmak: Bir şeyin veya durumun çok kötüye gitmesi.
O iş, pastırmasını çıkarmış durumda, her şey bozulmuş.
patentasının altına almak: Bir iş veya buluş için resmi olarak sahiplenmek.
O yeni tasarımı patentasının altına aldı, artık başkaları kullanamaz.
pay edene pay kalmamak: Bir şeyi paylaştırdıktan sonra geri bir şeyin kalmaması.
O işin sonunda pay edene pay kalmadı, her şey kullanıldı.
paydos borusunu çalmak: İşin sonlandığını, molanın başladığını duyurmak.
O iş günü paydos borusunu çaldı, herkes gün sonunu işaret etti.
pek söylemek: Bir şeyi açıklamak, ifade etmek.
O sorunun çözümünü pek söylemek zorundayız, herkesin anlaması lazım.
pençe atmak: Güç veya zorbalıkla birine saldırmak.
O kişi, rakibine pençe attı, büyük bir mücadele verdi.
perde arkası: Görünmeyen, gizli durumlar.
O işin perde arkası oldukça karmaşık, herkes her şeyi bilmiyor.
pergelleri açmak: Sınırları genişletmek, alanı genişletmek.
O yeni projede pergelleri açmak zorundayız, daha geniş bir alanı kapsamalıyız.
pervane olmak: Çok aktif, enerjik olmak.
O toplantıda pervane oldu, sürekli hareket ediyordu.
pes demek: Yeter demek, artık dayanamayacak hale gelmek.
O zor şartlar altında pes dedi, artık devam edemedi.
pestil gibi olmak: Çok yorulmak, bitkin düşmek.
O uzun yolculuktan sonra pestil gibi oldu, tamamen tükenmiş durumda.
pestilini çıkarmak: Çok yorulmak veya tükenmek.
O ağır iş sonunda pestilini çıkardı, bitkin hale geldi.
peşinden koşmak: Bir şeyi veya kişiyi sürekli takip etmek, uğraşmak.
O fırsatı yakalamak için peşinden koşuyor, her şeyi deniyor.
peşinden sürüklemek: Birine veya bir şeye bağlı kalmak, onu takip etmek.
O sorun, herkesi peşinden sürükledi, çözülmesi gereken bir durum haline geldi.
peşkeş çekmek: Bir şeyi rüşvet veya haksızlıkla başkasına vermek.
O ihaleyi peşkeş çekti, doğru olmayan bir yolla kazandı.
pılı pırtı: Dağınık, gereksiz eşyalar.
O eski evde pılı pırtı vardı, her şey dağınıktı.
pılı pırtı toplamak: Eşyaları toplamak, toparlanmak.
O işten sonra pılı pırtıyı topladı ve eve döndü.
pırasa bıyıklı: İri ve kalın bıyık sahibi olmak.
O kişinin bıyıkları pırasa bıyıklı gibi, oldukça kalın ve dikkat çekici.
pırlanta gibi: Çok iyi, mükemmel, kusursuz.
O araba pırlanta gibi, her detayına özen gösterilmiş.
piç etmek: Bir şeyi veya durumu kötü hale getirmek.
O proje tamamlanmadan piç edildi, sonuç tam bir felaket oldu.
pilavdan yemek: İlgisiz, sıradan bir işi yapmak.
O sadece pilavdan yemek, asıl işin önemli kısmıyla ilgilenmiyor.
pireye kızıp yorgan yakmak: Küçük bir sorundan dolayı büyük bir sorun yaratmak.
O hatayı yapınca pireye kızıp yorgan yaktı, her şeyi büyütüp abarttı.
pirinci su kaldırmamak: İşe yaramaz, basit şeyler yapmak.
O adamın yaptığı işler pirinci su kaldırmıyor, fazla bir katkı sağlamıyor.
pislik parmağından akmak: Çok kötü, pis bir durumda olmak.
O ev pislik parmağından akıyor, temizlikten uzak.
pişmiş aşa soğuk su katmak: İşin ya da durumun sonuna zarar vermek.
O öneriler pişmiş aşa soğuk su kattı, her şeyi berbat etti.
pişmiş kelle gibi sıratmak: İlgisiz veya umursamaz bir tavır sergilemek.
O işte pişmiş kelle gibi sıratıyor, hiçbir şeyi ciddiye almıyor.
piyango vurmak: Şans eseri büyük bir kazanç sağlamak.
O işte piyango vurdu, beklenmedik bir başarı yakaladı.
piyasaya düşmek: Ürün veya kişinin geniş bir kitle tarafından tanınması.
O yeni telefon piyasaya düştü, herkes onu konuşuyor.
polemiğe girmek: Tartışma veya çekişmeye dahil olmak.
O konuda polemiğe girdi, birçok kişiyle tartıştı.
posasını çıkarmak: Bir şeyi çok yıpratmak veya kötü hale getirmek.
O eski araba posasını çıkardı, artık kullanılmaz durumda.
post elden gitmek: Durumun kötüleşmesi, zorluk yaşamak.
İşler kötüye gitmeye başladı, post elden gitmek üzere.
post sermek: Bir şeyi iyi hale getirmek veya hazırlamak.
O yeni evi güzel bir şekilde post serdi, her şey mükemmel görünüyor.
post vermek: Birine bilgi, haber vermek.
O önemli gelişmeleri post verdi, herkes bilgilendi.
posta etmek: Bir şeyi yollamak veya göndermek.
O mektubu posta etti, şimdi beklemek kaldı.
posta geçmek: Bir yere geç gelmek.
Toplantıya posta geçti, birçok önemli şey kaçırdı.
postayı kesmek: İletişimi durdurmak veya kesmek.
O kişi postayı kesti, artık haberleşmiyoruz.
postu deldirmek: Birinin güvenliğini veya korumasını aşmak.
O adam postu deldirdi, büyük bir sırrı açığa çıkardı.
postu kaptırmak: Kişinin avantajlı bir durumu kaybetmesi.
O fırsatı kaçırınca postu kaptırdı, geri dönmek zor oldu.
postu sudan çıkarmak: Durumu düzelmek, sorunları çözmek.
O kriz durumunda postu sudan çıkardı, her şeyi yoluna koydu.
postunu çıkarmak: Kişisel olarak kazanç sağlamak veya başarı elde etmek.
O proje ile postunu çıkardı, büyük bir başarı kazandı.
postuna saman doldurmak: Bir şeyi boş veya gereksiz şekilde doldurmak.
O eşyayı postuna saman doldurdu, her şey dağınıktı.
postunu çıkarmak: Bir konuda avantaj sağlamak veya başarılı olmak.
O işte postunu çıkardı, büyük bir gelir elde etti.
pöstekiyi kurtarmak: Eski veya modası geçmiş bir şeyi yeniden kullanmak veya eski hale döndürmek.
O eski takım elbiseyi pöstekiyi kurtardı, yeniden kullanılır hale getirdi.
pöstekiyi sermek: Yüzeyde bir şeyin görünmesini sağlamak.
O odanın köşesine eski püskü bir halı pöstekiyi serdi, yer düzenli göründü.
pöstekiyi sudan çıkarmak: Eski ve modası geçmiş bir şeyi yeniden kullanmak veya eski hale döndürmek.
O eski arabayı pöstekiyi sudan çıkardı, bakım yaptı ve kullanılır hale getirdi.
prangaya vurmak: Bir kişiyi veya şeyi kısıtlamak, engellemek.
O hareketi yasaklayınca prangaya vurdu, özgürlükleri kısıtladı.
prim yapmak: Bir işi veya kişiyi öne çıkarmak, teşvik etmek.
O yeni projeye prim yaptı, destek verdi.
puan kazanmak: Başarı sağlamak, iyi performans göstermek.
O sınavda yüksek puan kazanarak başarılı oldu.
pupa yelken: Rüzgarın gemiyi ilerletmesini sağlamak, doğru yolda ilerlemek.
O yeni strateji ile pupa yelken gidiyoruz, işimiz hızla ilerliyor.
pusuya düşürmek: Birini veya bir şeyi tuzağa düşürmek, sakıncalı bir duruma getirmek.
O adamı pusuya düşürdü, artık yakalanmak zorunda.
put kesilmek: Bir konuda dikkat çekmek veya vurgulanmak.
O yeni tasarımın put kesilmesi, herkesin ilgisini çekti.
püsküllü bela: Büyük ve karmaşık bir sorun.
O problem püsküllü bela oldu, çözümü oldukça zor.
Baba baba değil iskele babası: Sözde otorite sahibi, ancak aslında saygı görmeyen kişi .
Patron baba baba değil iskele babası, çalışanlarına güven vermiyor.
Babadan babaya: Nesiller boyunca süregelen, kuşaklar arası bir gelenek veya alışkanlık.
Bu meslek babadan babaya devredilen bir iş, herkes aile içinde çalışıyor.
Babadan oğula: Bir işin ya da mirasın babadan oğula geçmesi .
Çiftlik babadan oğula geçiyor, bu aile nesiller boyu tarımla uğraşıyor.
Babaları üstünde olmak: Çok öfkeli, sinirli olmak .
Adam iş yerinde sürekli bağırıyor, babaları üstünde resmen.
Babasına taş çıkartmak: Bir kişinin, babasından daha üstün bir başarı göstermesi .
O kadar başarılı ki, resmen babasına taş çıkartıyor.
Bacakları tutmamak: Yorgunluktan ya da korkudan yürüyemez hale gelmek .
Sınav sonuçlarını görünce bacaklarım tutmadı, şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim.
Bacası tütmez olmak: Evde geçim sıkıntısının olduğunu, işlerin iyi gitmediğini ifade eder.
Artık o evin bacası tütmüyor, yıllardır zor günler geçiriyorlar.
Badem gibi: Güzel, zarif ve düzgün yapılı bir şeyi ifade eder.
Bu çocuğun elleri badem gibi, maşallah çok güzel.
Bağrı pişmek: Sabırsızlanmak, içi içine sığmamak .
Yeni işini görmek için bağrım pişti, sabırsızlıkla bekliyorum.
Bağrı yanık: Büyük acılar çekmiş, kederli insanları tanımlamak için kullanılır.
O yaşlı kadının gözlerinden belli, bağrı yanık biri.
Bağrına taş basmak: Büyük bir acıya katlanmak .
O kaybı yaşadıktan sonra bağrına taş bastı ve hayatına devam etti.
Baharı başına vurmak: Mevsimle birlikte kişinin coşkulu ve neşeli olması anlamında gelir.
Gençler baharı başına vurmuş gibi, her gün sokakta eğleniyorlar.
Bahis tutuşmak: İddiaya girmek, bir konuda tartışarak anlaşmaya çalışmak .
Arkadaşlarla maça dair bahis tuttuk, bakalım kim kazanacak.
Bakkal makyajı: Çok abartılı, aşırı derecede dikkat çekici makyaj .
O kadar abartmış ki, resmen bakkal makyajı yapmış gibi görünüyor.
Bal tutan parmağını yalar: İyi bir konumda olan kişinin kazançlı çıkması .
Bu işin başındaki kişi kimse, bal tutan parmağını yalar, herkes ona çalışıyor.
Balık etinde: Ne zayıf ne de kilolu, sağlıklı ve dolgun yapıda olmak .
O kadın tam balık etinde, çok sağlıklı ve güzel görünüyor.
Balta girmemiş: Hiç el değmemiş, dokunulmamış yerler için kullanılır.
Bu orman balta girmemiş, doğallığını hala koruyor.
Bardaktan boşanırcasına: Çok şiddetli yağmur yağması .
Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, sokağa çıkamayız.
Barut kesilmek: Çok sinirlenmek, öfkelenmek .
Patron son olaydan sonra barut kesildi, kimse onunla konuşmaya cesaret edemiyor.
Basireti bağlanmak: Kişinin olaylar karşısında karar veremez hale gelmesi .
Sınavda öyle bir heyecanlandı ki basireti bağlandı, hiçbir şey yapamadı.
Baş başa vermek: Bir araya gelip birlikte iş yapmak .
Sorunları çözmek için ekip olarak baş başa verdik ve çözüm ürettik.
Baş başa vermeyince taş yerinden kalkmaz: İşbirliği olmadan büyük işleri başarmanın zor olduğunu ifade eder.
Bu kadar işi bitirebilmek için baş başa vermeyince taş yerinden kalkmaz, birlikte çalışmalıyız.
Baş koymak: Bir işe tüm benliğiyle adanmak .
Bu projeye baş koydum, her ne olursa olsun başarıya ulaşacağız.
Baş tacı etmek: Birine çok değer vermek .
Onu çok seviyorlar, resmen baş tacı etmişler.
Baş vermek: Büyük bir fedakarlıkta bulunmak, gerekirse canını vermek .
Vatanı için baş vermeye hazır bir askerdi.
Başı bağlı olmak: Evli olmak ya da bir taahhüdün olması .
Onunla evlenmeyi düşünme, başı bağlı zaten.
Başı çatlamak: Şiddetli baş ağrısı çekmek .
O kadar çok çalıştı ki, akşam olunca başı çatladı.
Başı darda olmak: Zor durumda kalmak .
Başı darda olan birine yardım etmek her zaman iyidir.
Başı dönmek: Büyük bir heyecan ya da şaşkınlık yaşamak .
O kadar güzel bir haberdi ki, resmen başı döndü.
Başı göğe ermek: Çok mutlu olmak .
İstediği terfiyi alınca başı göğe erdi.
Başı kazan gibi olmak: Çok şiddetli bir baş ağrısı çekmek .
Bütün gün gürültü içindeydim, akşam oldu başım kazan gibi.
Başı sıkışmak: Zor bir durumda kalmak .
Her başı sıkıştığında bana geliyor, yardım istiyor.
Başı yukarıda olmak: Kendine güvenli, onurlu olmak .
Başarısından sonra herkesin önünde başı yukarıda durdu.
Başına çıkmak: Birine haddinden fazla yetki vermek, onu şımartmak .
Çocuklara fazla yüz verince başına çıkarlar, dikkatli olmalısın.
Başına feleğin tokmağı inmek: Çok büyük bir felaketle karşılaşmak .
Son ekonomik krizle birlikte başına feleğin tokmağı indi.
Başına kakmak: Yapılan bir iyiliği sürekli hatırlatıp kişinin başına kalkmak .
Her fırsatta yardım ettiğini başına kakıp duruyor, bu çok can sıkıcı.
Başına sarmak: Birini sürekli bir problemle meşgul etmek, zor duruma sokmak .
Bu sorunları başına sardın, artık nasıl kurtulacaksın bilemiyorum.
Başına vur elinden ekmeğini al: Bir kişinin saf ve kolay kandırılır olduğunu ifade eder.
O kadar saf ki, başına vur elinden ekmeğini al.
Başından aşkın olmak: Bir kişinin çok meşgul olması, yapacak çok işi olması .
Şu sıralar başından aşkın iş var, kimseye vakit ayıramıyor.
Başını kaşıyacak vakti olmamak: Çok yoğun olmak .
O kadar çok çalışıyor ki, başını kaşıyacak vakti yok.
Başının etini yemek: Sürekli birini rahatsız edecek şekilde konuşmak, dırdır etmek .
Çocuklar sabahtan akşama kadar başımın etini yedi, hiç susmadılar.
Bel bağlamak: Birinden ya da bir şeyden büyük beklenti içinde olmak .
Bu projeye çok bel bağladılar, sonuç hayal kırıklığı olursa zor durumda kalacaklar.
Bela aramak: Bilinçli olarak tehlikeli işlere bulaşmak .
Bu kadar riskli işe girmek resmen bela aramak gibi bir şey.
Belaya çatmak: İstemeden kötü bir durumla karşılaşmak .
Yolda yürürken bir grup adamla tartışmaya girdi, resmen belaya çattı.
Ben sana hayran sen cama tırman: Birinin ilgisine karşılık vermemek, ters davranmak .
Sürekli ilgi gösteriyor ama o da ben sana hayran sen cama tırman der gibi davranıyor.
Ben sarhoş yolcu sarhoş: Hem kişinin hem de karşısındakinin anlaşılmaz halde olduğunu ifade eder.
İkisi de o kadar kafası karışıktı ki, tam ben sarhoş yolcu sarhoş misaliydi.
Benden sonra tufan: Kendi sonrası hakkında endişe duymayan, sadece mevcut durumu önemseyen kişiler için kullanılır.
Her şeyi bana bırakıp gitti, benden sonra tufan der gibi davrandı.
Benim adım Hıdır elimden gelen budur: Kendi yapabileceklerini sınırlı gören ve daha fazlasını yapamayacağını söyleyen kişiler için kullanılır.
Elimden bu kadar geliyor, benim adım Hıdır elimden gelen budur.
Besle kargayı, oysun gözünü: İyilik yapılan birinden kötülük görmek .
O kadar yardım etti ama sonunda ona zarar verdi, tam besle kargayı, oysun gözünü durumu.
Beti benzi atmak: Yüzü solmak, korku ya da hastalık nedeniyle rengi kaçmak .
Kötü haberi duyunca beti benzi attı, ne yapacağını bilemedi.
Beyin yıkamak: Bir kişiye sürekli telkinde bulunarak onun düşüncelerini değiştirmek .
Onu yıllarca beyin yıkamışlar, ne söylesek inandıramıyoruz.
Beyni sulanmak: Yaşlılık ya da hastalık nedeniyle zihinsel yeteneklerinin zayıflaması .
O kadar yaşlandı ki artık beyni sulanmış, hiçbir şeyi hatırlamıyor.
Bıçak kemiğe dayanmak: Sabır sınırının zorlanması, tahammül edilemeyecek bir duruma gelmek .
Artık bıçak kemiğe dayandı, daha fazla dayanamayacağım.
Bileğinde altın bileziği olmak: Bir kişinin meslek sahibi olması .
Oğlumun bileğinde altın bileziği var, her zaman iş bulabilir.
Bin dereden su getirmek: Bir sorunu çözmek için çeşitli yollar denemek .
Dava dosyasını kapatabilmek için bin dereden su getirdi.
Bir ağızdan çıkan bin dile yayılır: Bir kişinin söylediği sözler geniş bir alana yayılabilir ve başkaları tarafından duyulabilir.
Söylediği bu sözler bir ağızdan çıkan bin dile yayılır, dikkatli olmalı.
Bir arpa boyu yol almak: Çok az mesafe kat etmek, ilerlemek .
O projede bir arpa boyu yol aldı, hala çok iş var.
Bir avuç toprak olmak: Kişinin değerinin kalmaması, çok küçülmesi .
Şirket iflas etti ve bir avuç toprak oldu.
Bir ayak üstünde bin yalan söylemek: Çabuk ve uydurma şekilde çok sayıda yalan söylemek .
Onun bu kadar yalan söylemesi, bir ayak üstünde bin yalan söylemek gibi.
Bir baltaya sap olmak: Bir işte yetenekli ve başarılı olmak .
O adam bir baltaya sap olmuş, her işin altından başarıyla kalkıyor.
Bir çırpıda: Hızlı ve kolay bir şekilde, kısa sürede.
O işi bir çırpıda bitirdi, çok hızlıydı.
Bir dalda duramamak: Sürekli yer değiştirip karar verememek .
Sürekli iş değiştiriyor, gerçekten bir dalda duramıyor.
Bir don bir gömlek kalmak: Yalnızca temel giysilere sahip olmak, çok az eşyası olmak .
Sonunda bir don bir gömlek kaldı, her şeyini kaybetti.
Bir dudağı yerde bir dudağı gökte: Düşkün ve mutsuz olmanın yanı sıra, şımarıklık veya fazla keyif verme hali .
O kadının hali bir dudağı yerde bir dudağı gökte. Hem çok üzgün hem de sürekli şımarıyor.
Bir eli yağda bir eli balda: Her iki durumda da rahat ve bolluk içinde olmak .
O, işinden kazandığı parayla bir eli yağda bir eli balda.
Bir elle verdiğini öteki elle almak: Birinden bir şey verip, diğerinden aynı veya daha fazlasını almak .
Sürekli yardım ediyor ama bir elle verdiğini öteki elle alıyor.
Bir gözü kör bir kulağı sağır olmak: Belirli bir konuda hiçbir bilgi veya farkındalığa sahip olmamak .
Toplantıda bir gözü kör bir kulağı sağır gibi davrandı, hiçbir şey anlamadı.
Bir iğne bir iplik kalmak: Az malzemeyle iş yapabilmek, yalın şekilde kalmak .
Tüm malzemeler bitti, bir iğne bir iplik kaldı.
Bir kaşık suda boğmak: Küçük bir sorunu büyütmek, abartmak .
O olaydan bir kaşık suda boğuyor, aslında çok basit bir şeydi.
Bir kazanda kaynamak: Çok sayıda insanın bulunduğu ve sıkışık ortam .
İçerisi bir kazanda kaynıyor, yer kalmadı.
Bir koltuğa iki karpuz sığdırmak: İki büyük işi aynı anda yapmak, birini ya da her ikisini de başarıyla yapamamak .
O kadar yoğun programda bir koltuğa iki karpuz sığdırmak zor olacak.
Bir olmak: Birlikte hareket etmek, birleşmek .
Başarıya ulaşmak için hepimizin bir olması gerekiyor.
Bir pire için yorgan yakmak: Küçük bir sorun için büyük bir şey feda etmek .
O tartışma yüzünden bir pire için yorgan yaktı, işleri zorlaştırdı.
Bir seksen uzanmak: Uzun ve rahatsız edici şekilde yatmak .
O akşam yemeğinden sonra bir seksen uzandı, çok yorgundu.
Bir taşla iki kuş vurmak: Tek bir hareketle iki farklı amacı gerçekleştirmek .
O projede bir taşla iki kuş vurdu, hem tasarruf sağladı hem de süreyi kısalttı.
Bir yastığa baş koymak: Birinin yanında uyumak veya güvenli ve huzurlu bir yer edinmek .
Yatacak yer bulduktan sonra bir yastığa baş koydu, rahatladı.
Bir yaşına daha girmek: Yaş almak, bir yaş daha büyümek .
Bugün bir yaşına daha girdi, doğum günü partisi yapacak.
Boğazı düğümlenmek: Çok duygusal olmak, konuşacak hali olmamak .
Kötü haber aldığında boğazı düğümlendi, konuşmakta zorlandı.
Boğazından artırmak: Zor durumda olan birine yardım etmek .
O kadar yardıma ihtiyacı vardı ki, boğazından artırarak destek oldu.
Bomba patlatmak: Büyük bir sürpriz veya etkili bir olay yaratmak .
O konuşmada bomba patlattı, herkes şok oldu.
Borç batağına batmak: Çok fazla borca girmek .
Tüm birikimlerini borçlara harcadı, şimdi borç batağına battı.
Borusu ötmek: Kendi yeteneklerini veya başarılarını gururla göstermek .
Yeni proje ile borusu ötmeye başladı, herkese başarısını gösterdi.
Borusu çalmak: Sözde liderlik etmek ya da söz sahibi olmak .
O grup toplantısında borusunu çaldı, herkesi dinledi ve yönlendirdi.
Boş atıp dolu tutmak: Gerçekten değer vermediği şeyleri abartmak .
Küçük bir hata yüzünden boş atıp dolu tuttu, aslında önemi yoktu.
Boş gezenin boş kalfası: Hiçbir iş yapmayan, boşta gezen kimse .
O kadar tembel ki, boş gezenin boş kalfası gibi dolaşıyor.
Boş yapmak: Gereksiz yere bir şey yapmak, zaman harcamak .
Sürekli aynı şeyleri tekrar ediyor, sadece boş yapıyor.
Boşan da semerini ye: Artık daha fazla dayanamayacağını ve sonunun geldiğini belirtir.
O kadar sorun yaşadık ki, boşan da semerini ye.
Boynu kıldan ince: Çok ince, zarif ya da çok rahat durumda olmak .
O kadar nazlı ve zarif ki, boynu kıldan ince.
Boyun eğme: Birine ya da bir şeye teslim olmamak, karşı gelmek .
O kadar direndi ki, sonunda boyun eğmedi.
Boyun eğmek: Teslim olmak, bir şeye razı olmak .
Zorlu süreçten sonra sonunda boyun eğdi ve kabul etti.
Boyun eğmeme: Teslim olmama durumu .
Kendisine yapılan haksızlığa rağmen boyun eğmeme tavrını sürdürdü.
Boyun eğmemek: Teslim olmamak, karşı çıkmak .
Her türlü zorluğa rağmen boyun eğmemek için savaşıyor.
Boyunun ölçüsünü almak: Kişinin ya da bir şeyin gerçek kapasitesini veya sınırlarını anlamak .
Rakip takım boyunun ölçüsünü aldı, maçı kaybettiler.
Bozguna uğramak: Büyük bir yenilgiye uğramak, başarısız olmak .
Savaşta ciddi kayıplar verdiler ve bozguna uğradılar.
Bozuk para gibi harcamak: Para harcamada dikkatli olmamak, gereksiz yere harcamak .
Son zamanlarda bütçeyi bozuk para gibi harcıyor, parasını yönetemiyor.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu: İki zıt durumun birlikte olması, çelişkili bir davranışta bulunmak .
Sağlıklı beslenmeye çalışırken tatlıları da bolca yemesi, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu durumu.
Buldukça bunamak: Kısıtlı olanaklarla elde edilen şeyleri değerlendirip tutumsuz davranmak .
Her fırsatı değerlendirmeye çalışıyor, buldukça bunamak onun için alışkanlık haline geldi.
Bulgurlu’ya gelin mi gidecek?: Bir şeyin ya da birinin aslında gereksiz olduğunu ifade eden, şüphe uyandıran bir söylem.
Bu kadar masraf yapılmasına gerek var mı? Bulgurlu’ya gelin mi gidecek?
Bulut gibi olmak: Hafif ve rahat olmak, herhangi bir sıkıntı veya endişe taşımamak .
Güzel bir tatilden dönerken, bulut gibi oldum, tamamen rahatladım.
Buluttan nem kapmak: Küçük bir umut ya da fayda beklemek, belirsizlik içinde olmak .
O kadar az kaynakla çalışıyoruz ki, sadece buluttan nem kapıyoruz.
Burnu havada olmak: Kendini üstün görme, kibirli olma .
Yeni iş pozisyonuyla burnu havada dolaşıyor, başkalarını küçümseyerek davranıyor.
Burnu havalarda: Aynı şekilde kibirli veya kendini beğenmiş olmak .
O parayı kazanınca burnu havalarda olmaya başladı, herkesi küçümsüyor.
Burnu Kaf dağında olmak: Gerçeklerden kopuk, hayalperest ve uzak olmak .
Çok büyük hayaller kuruyor ama gerçeklerden uzak, burnu Kaf dağında.
Burnu kokuyu iyi almak: İyi bir sezgiye sahip olmak, durumu doğru değerlendirmek .
İş dünyasında burnu kokuyu iyi alıyor, fırsatları hemen değerlendiriyor.
Burnu sızlamak: Bir konuda rahatsızlık hissetmek veya ağrı duymak .
Eski dostuyla karşılaştığında, burnu sızladı, eski anılar aklına geldi.
Burnundan yakalamak: Birini bir konuda yakından izlemek veya dikkatlice gözlemlemek .
Her hareketini burnundan yakalıyor, hiçbir şeyi kaçırmıyor.
Burnunun dikine gitmek: Kendisini dinlemeden, sadece kendi yolunda ilerlemek .
Tüm uyarılara rağmen, burnunun dikine gidiyor ve hata yapmaya devam ediyor.
Burnunun ucunu görememek: Kendi sorunlarını veya durumunu fark edememek, dar görüşlü olmak .
Kendisine sürekli iyilik yapanları göremiyor, sadece kendi sorunlarına odaklanmış, burnunun ucunu göremiyor.
Burun kıvırmak: Bir şeye karşı küçümseyici veya olumsuz bir tavır sergilemek .
Yeni fikre burun kıvırdı, hiç beğenmediğini açıkça belirtti.
Buyrun cenaze namazına: Çok kaba bir şekilde kabul etmek, bir şeyi zorla ya da gereksiz yere kabul ettirmek .
Artık bu kadar geç kalmışken buyrun cenaze namazına, yapılacak bir şey yok.
Bülbül gibi konuşmak: Güzel ve akıcı bir şekilde konuşmak .
Sunum yaparken bülbül gibi konuştu, herkes etkilenmişti.
Büyük söz söylemek: Gereksiz yere büyük laflar etmek, iddialı konuşmak .
Proje tamamlanmadan önce büyük söz söyledi, gerçekçi davranmadı.
Büyük sözüme tövbe: Önceden söylenen büyük sözlerden geri dönmek, yapılan iddialardan pişman olmak .
Projeyi bitiremedikten sonra, büyük sözüme tövbe etti, daha dikkatli olacak.
Büyümüş de küçülmüş: Fiziksel olarak büyük ama hareketleri veya davranışları çocukça olan .
O kadar yaşlanmış ama hala büyümüş de küçülmüş gibi davranıyor.
kabak başına patlamak: Yapılan bir hatanın veya olumsuzluğun tüm sorumluluğunun kişiye yüklenmesi, cezasını çekmesi.
Yalanları sonunda kabak başına patladı ve tüm suç onun üzerine kaldı.
kabak çıkmak: Beklenen veya istenmeyen sonuçların ortaya çıkması.
Proje tam anlamıyla bitmek üzereydi, ama kabak çıktı ve büyük bir sorun yaşadık.
kabak çiçeği gibi açılmak: Çok hızlı ve beklenmedik bir şekilde gelişmek.
Yeni iş fırsatları kabak çiçeği gibi açıldı, beklenmedik bir şekilde büyüdü.
kabak tadı vermek: Aynı şeyin sürekli tekrar etmesinden sıkılmak, bıkkınlık duymak.
Her gün aynı sorunları yaşamak kabak tadı vermeye başladı.
kabasını almak: Bir konuda fikir edinmek veya bir şeyin kaba hatlarını anlamak.
Projeye başlamadan önce işin kabasını aldık ve nasıl ilerleyeceğimizi belirledik.
kabına sığmamak: Kendisini veya hislerini kontrol edememek, taşkın davranmak.
Yeni başarısından dolayı kabına sığmıyor, her fırsatta bunu anlatıyor.
kabir suali sormak: Ölümden sonra karşılaşılacak sorulara veya ahiret hayatına dair konuşmak.
Ahirette ne olacağını düşünmek, kabir suali sormak insanı düşündürüyor.
kaç parça olayım: Büyük bir belaya düşmek veya kötü bir duruma gelmek.
Yüzlerce işin arasında nasıl kaç parça olabileceğini anlayamıyorum.
kaçacak delik aramak: Bir sorundan veya sorumluluktan kaçmak için sürekli bahaneler üretmek.
Sorunlarla yüzleşmemek için kaçacak delik arıyor, çözüm aramak yerine kaçıyor.
kaçak güreşmek: Kurallara uymadan, gizlice veya dürüst olmayan bir şekilde davranmak.
İş yerinde hakkını aramak yerine kaçak güreşmek, her şeyi gizli yapıyor.
kaçmaktan kovalamaya vakit olmamak: Bir şeyden kaçarken, aynı zamanda başka bir şeyle ilgilenmeye zaman bulamamak.
İşlerin yoğunluğundan dolayı kaçmaktan kovalamaya vakit olmuyor, her şey bir arada.
kadere razı olmak: Başına gelen olayları, olan biteni kabul etmek ve direnmemek.
Kötü haberleri aldığında kadere razı olup, hayatına devam etti.
kafa cilalamak: Zihni açmak, düşünmek veya kafa yormak.
Yeni bir proje üzerinde kafa cilalaması yapmalı, stratejiyi detaylandırmalı.
kafa kafaya vermek: İki kişi arasında fikir alışverişinde bulunmak veya tartışmak.
İki arkadaş kafa kafaya verip, iş planlarını tartıştılar.
kafa patlatmak: Bir problem üzerinde yoğun bir şekilde düşünmek veya çözüm aramak.
O sorunun çözümünü bulmak için kafa patlattık, çeşitli yöntemler denedik.
kafaları çekmek: Sıkılmak, bıkkınlık yaşamak veya bir şeyden rahatsız olmak.
Aynı konuşmaları sürekli dinlemek kafaları çekmeye başladı.
kafası almamak: Bir şeyi anlamakta zorlanmak veya kavrayamamak.
İşin karmaşıklığı kafasını almıyor, nasıl yapılacağı konusunda hala kararsız.
kafası çalışmak: Zeki ve akıllı olmak, iyi düşünmek ve problem çözmek.
Projeye yaklaşımı çok iyi, kafası çalışıyor ve her detayı düşünüyor.
kafası kızmak: Sinirlenmek, öfkelenmek.
İş arkadaşının hatalı davranışı yüzünden kafası iyice kızdı.
kafası sıyrık: Aşırı derecede sinirlenmiş, telaş içinde veya karmaşık bir durumda olmak.
O olaydan sonra kafası sıyrık durumda, durumu toparlamakta zorlanıyor.
kafası şişmek: Fazla düşünmekten veya sıkıntıdan dolayı zihni yorulmak.
Her şeyi düşünmekten kafası şişti, bir süre dinlenmeye ihtiyacı var.
kafası yerinde olmamak: Düşünceleri karışmış veya mantıklı düşünemeyen durumda olmak.
O gece çok fazla alkol aldı, kafası yerinde olmuyor ve karar veremiyor.
kafasına dank etmek: Bir şeyin aniden ve net bir şekilde anlaşılması, farkına varılması.
İşin çözümü kafasına dank etti, sonunda nasıl ilerleyeceğini anladı.
kafasına girmek: Birisinin bir konuda sürekli düşünmesini veya etkilenmesini sağlamak.
O mevzu kafasına girdi, sürekli o konuda konuşuyor ve düşünüyordu.
kafasında şimşekler çakmak: Hızlı bir şekilde düşünmek, parlak fikirler ortaya koymak.
Toplantıda kafasında şimşekler çaktı ve harika bir çözüm önerdi.
kafasını duvardan duvara vurmak: Bir sorunu çözmek için sürekli mücadele etmek, kendini zorlamak.
O projeyi bitirmek için kafasını duvardan duvara vurdu, çok emek verdi.
kafasının bir tahtası noksan olmak: Akıl veya mantık açısından eksik, garip düşüncelere sahip olmak.
Yaptığı işlerle kafasının bir tahtası noksan olduğunu herkese gösterdi.
kafaya takma: Bir şeyi fazla önemsememek veya dert etmemek.
Başarıya odaklan, başarısızlıkları kafaya takma.
kafayı üşütmek: Aşırı düşünmek, kafayı karıştırmak veya akıl sağlığıyla ilgili sorun yaşamak.
İşlerin karmaşıklığı kafayı üşütmeye başladı, çok stresli bir dönem geçiriyor.
kafese girmek: Kendini sıkışmış veya kısıtlanmış hissetmek.
İş yerinde sürekli aynı şeyleri yapmak zorunda kalıyor, kafese girmiş gibi hissediyor.
kâğıt üzerinde kalmak: Bir planın veya fikrin sadece teoride kalması, uygulanmaması.
Proje önerisi kâğıt üzerinde kaldı, gerçek uygulama aşamasına geçilemedi.
kalbi küt küt atmak: Heyecan, korku, endişe gibi duygular yüzünden kalbin hızlı bir şekilde atması.
Sınav sonucunu öğrenmek için beklerken kalbi küt küt atıyordu.
kalbini kırmak: Birine üzüntü vermek, duygusal olarak zarar vermek.
Arkadaşının söylediği sözler kalbini kırdı, çok üzüldü.
kalbura çevirmek: Bir şeyin delik deşik olması veya sıkıntılı bir durumda olması.
Yağmurdan sonra yol kalbura çevrildi, geçmek neredeyse imkansız hale geldi.
kaleyi içinden fethetmek: İçten bir şekilde güçlü bir konumu veya durumu ele geçirmek, çoğunlukla ihanet yoluyla.
Şirketin yönetim kurulu tarafından kaleyi içinden fethetti ve kendi çıkarlarını ön planda tuttu.
kalubeladan beri: Uzun bir süre, eskiden beri.
Kalubeladan beri bu köyde yaşıyorum, değişiklikleri çok iyi biliyorum.
kambersiz düğün olmaz: Her işin ve olayın kendi kuralları ve gereklilikleri vardır, bazı şeyler eksiksiz yapılamaz.
Bu işin de bir standardı var, kambersiz düğün olmaz, her şeyi eksiksiz yapmalıyız.
kambur felek: Feleğin veya kaderin zor ve sıkıntılı durumları ifade etmek için kullanılan bir tabir.
Son zamanlarda başına gelenler, kambur felek işte, her şey üst üste geldi.
kamburu çıkmak: Bir şeyin istenilen gibi gitmemesi, planların bozulması.
Proje toplantısında kamburu çıktı, planlanan tarihte tamamlanamadı.
kan beynine çıkmak: Öfke nedeniyle kanın beyne gitmesi, sinirlenmek.
Üzerine çok konuşulunca kanı beynine çıktı ve öfkeyle tepki verdi.
kan beynine sıçramak: Aşırı sinirlenmek, öfkeden kendini kaybetmek.
Tartışma sırasında kan beynine sıçradı ve kontrolünü kaybetti.
kan çanağı gibi: Çok kızarmış, öfkeden veya yorgunluktan gözleri kırmızı olmuş.
Sinirli konuşurken gözleri kan çanağı gibi olmuştu.
kan ter içinde kalmak: Çok yorulmak veya zor bir durumda olmak.
Yoğun antrenman sırasında kan ter içinde kaldı, neredeyse bayılacak gibi oldu.
kana susamak: Büyük bir öfke veya hırsla bir şeyler yapmak, birinin veya bir şeyin kanını içmek anlamında.
Rakibini mağlup ettikten sonra kana susamış bir savaşçı gibi hissediyordu.
kanadı altına almak: Koruma ve destek sağlamak.
Yeni işe başlayan genç çalışanı kanadı altına aldı ve ona rehberlik etti.
kancayı takmak: Birine kötü bir şekilde bağlı kalmak veya birine tuzak kurmak.
Ona olan bağlılığı kancayı takmak gibiydi, sürekli onun etrafında dolanıyordu.
kandilin yağı tükenmek: Bir şeyin bitmek üzere olması veya tükenmiş durumda olması.
Her şey yolunda görünüyordu ama sonunda kandilin yağı tükendi ve sorunlar baş göstermeye başladı.
kandilli küfür: Küfürlerin ağır ve kırıcı olması.
Tartışma sırasında kullandığı kelimeler, tam anlamıyla kandilli küfürlerdi.
kanı bozuk: Kötü niyetli veya karakteri kötü olan biri.
İş dünyasında karşınıza çıkan bazı insanlar gerçekten kanı bozuk, dürüstlükleri tartışılır.
kantarın topuzunu kaçırmak: Bir işte aşırıya gitmek, ölçüyü kaçırmak.
Projeyi yaparken kantarın topuzunu kaçırdı ve bütçeyi aşmak zorunda kaldı.
kapağı atmak: Güvende bir yere veya rahat bir duruma geçmek.
Uzun süren iş arayışından sonra nihayet bir yere kapağı attı ve mutlu oldu.
kapana kısılmak: Sıkışmak, çıkış yolu bulamamak.
İş yerindeki sorunlar yüzünden kapana kısıldı ve çözüm bulmakta zorlandı.
kapanın elinde kalmak: Bir şeyin veya kişinin kontrolüne geçmek.
Anlaşmazlık yüzünden işleri kapanın elinde kaldı ve çözüm bulamadı.
kapı gibi adam: Güvenilir, sağlam ve güçlü bir kişiyi tanımlamak için kullanılır.
Şirketin finansal işlerini ona emanet ettik, kapı gibi adamdır.
kapıdan kovsan bacadan girer: Bir şeyin, kişi ya da olayın her şekilde devam edeceğini veya kaçınılmaz olduğunu ifade eder.
İş görüşmesinde kabul edilmedi ama kapıdan kovsan bacadan girer misali, tekrar denedi.
kapılar yüzüne kapanmak: Bir kişinin ya da bir şeyin imkânlarının kapanması, fırsatların kaybolması.
İş teklifine kabul edilmediği için kapılar yüzüne kapanmış oldu.
kapıları kapamak: Bir şeyi tamamen kapatmak veya sonlandırmak.
Eski projelere tamamen veda edip, kapıları kapamak istedi.
kapısı açık olmak: Birinin destek sunmaya, yardıma veya iletişime açık olduğunu ifade eder.
Sorunlar hakkında konuşmak için her zaman kapısı açık, yardım etmeye hazır.
kapısını aşındırmak: Bir yere sürekli gitmek, başvuruda bulunmak.
İşe girmek için her gün kapısını aşındırdı ama bir türlü kabul edilmedi.
kara gün dostu: Zor zamanlarda yanınızda olan gerçek dost.
En zor anlarımda hep yanımda olanlar, kara gün dostumdur.
kara haber: Kötü veya üzücü haber.
Başarı hikâyeleri yerine hep kara haber aldı, morali bozuldu.
kara kara düşünmek: Endişe etmek, karamsar düşünceler içinde olmak.
Gelecekte ne olacağını kara kara düşünmekten uyuyamaz hale geldi.
Karadeniz’de gemilerin mi battı?: Çok büyük bir sorunla mı karşı karşıyasın? Genellikle birinin yaşadığı zor durumu ifade eder.
İşlerin neden bu kadar kötü olduğunu anlayamadım, Karadeniz’de gemilerin mi battı?
karaya ayak basmak: Zorlu bir yolculuktan sonra güvenli bir yere varmak, rahat bir duruma geçmek.
Uzun ve zorlu bir iş görüşmesinden sonra nihayet karaya ayak bastı ve rahatladı.
karaya oturmak: Kötü bir duruma düşmek, başarısız olmak, genellikle bir işin veya girişimin başarısızlıkla sonuçlanması.
Yatırım yaptığı iş karaya oturdu ve bütün parası boşa gitti.
karda gezip izini belli etmemek: Bir şeyin veya birinin yaptığı işin veya hareketlerin izini belli etmemek, dikkatli ve gizli hareket etmek.
Şirket içindeki planlarını karda gezip izini belli etmemek gibi yürütüyordu, kimse ne yaptığını anlayamadı.
karga bokunu yemeden: Bir işin veya durumun kötüye gitmeden, zarar vermeden önce yapılması gerekenleri yapmak.
İşlerin yolunda gitmesi için gerekli önlemleri almalı, karga bokunu yemeden her şeyi kontrol etmelisin.
karıncayı bile incitmemek: Çok nazik, hassas ve iyi niyetli olmak.
Herkes onu karıncayı bile incitmemek olarak tanımlar, çok nazik bir insandır.
karizmayı çizdirmek: İmajını, prestijini veya saygınlığını zedelemek.
Hatalı açıklamaları yüzünden karizmayı çizdirdi ve itibarını kaybetti.
karnı zil çalmak: Açlıktan midesinin guruldaması.
Uzun bir toplantının ardından karnı zil çalıyordu, hemen bir şeyler yemek istedi.
kartal gözlü: Çok dikkatli ve her şeyi görebilen biri.
O kadar dikkatli bir gözlemci ki, kartal gözlü gibi her detayı görebiliyor.
kasıp kavurmak: Bir şeyi çok iyi yapmak, özenli ve dikkatli olmak.
Yatırım işini kasıp kavurdu, her detayı titizlikle kontrol etti.
kaşık atmak: Bir işe müdahale etmek veya katkıda bulunmak.
Projeye katkıda bulunmak için kaşık attı ve ekibin gelişimine yardımcı oldu.
kaşık çalmak: Hile yapmak, işin içine şüpheli şeyler katmak.
İş anlaşmasında kaşık çaldığından şüpheleniliyor, dikkatli olmalısın.
kaşının altında gözün var dememek: Birinin gözünde gizli bir anlam veya niyet olduğunu düşünmemek.
Herkesin onunla ilgili bir şeyler düşündüğünü sanma, kaşının altında gözün var dememek lazım.
katana gibi: Keskin ve etkili, genellikle bir şeyin veya kişinin üstün niteliklerini ifade etmek.
İş yerindeki yetenekleri katana gibi, her işte başarılı.
katır kuyruğu gibi kalmak: Kötü bir durumda kalmak, sıkıntılı bir halde olmak.
Finansal kriz nedeniyle mali durumu katır kuyruğu gibi kaldı.
kaz kafalı: Zeki, kurnaz veya hilekar biri.
Her duruma uygun bir çözüm bulabilen kaz kafalı bir iş insanı.
kazan kaldırmak: Haksızlık veya olumsuz bir duruma karşı ayaklanmak, isyan etmek.
Yüksek maliyetler yüzünden kazan kaldırdı ve değişiklikler talep etti.
kazdığı kuyuya düşmek: Kendi yaptığı veya başkalarına zarar veren bir hareketin kendi aleyhine sonuçlanması.
Rüşvet almakla ilgili başkalarına baskı yaparken kazdığı kuyuya düştü ve kendisi de yargılandı.
kazık kadar: Büyük, önemli veya dikkate değer bir şeyi tanımlamak için kullanılır.
Bu işin her ayrıntısı kazık kadar önemli, dikkatlice yapılması gerekiyor.
kazık yemek: Aldatılmak veya haksızlığa uğramak.
Yatırım yaptığı projede kazık yedi, tüm parası boşa gitti.
kazın ayağı öyle olmamak: Bir şeyin görüldüğü gibi veya söylendiği gibi olmaması, gerçek durumun farklı olması.
Başlangıçta her şey mükemmel görünüyordu ama kazın ayağı öyle olmamakla çıktı, sorunlar baş gösterdi.
keçi inadı: Çok inatçı olmak, kendi bildiğini okumak.
Her konuda kendi fikrinde ısrar eden biri, keçi inadı gibi davranıyor.
kedi gibi: Sessiz ve nazik hareket etmek, dikkatli olmak.
Evdeki toplantıda herkes kedi gibi sessizdi, kimse gürültü yapmadı.
kedi gibi dört ayak üstüne düşmek: Her durumda başarılı olmak, zorluklarla başa çıkmak.
İş yerinde yaşadığı krizlerden sonra kedi gibi dört ayak üstüne düştü ve yeniden başarılı oldu.
kedi ile harara girmek: Kedi ve fare gibi çekişmek, anlaşmazlık yaşamak.
Toplantıda herkes kendi görüşünü savundu, kedi ile harara girdik, anlaşmazlıklar çıktı.
kedi ile köpek gibi: Sürekli çekişmek, anlaşmazlık yaşamak.
İki rakip şirket arasında kedi ile köpek gibi bir rekabet var, sürekli çatışıyorlar.
kel başa şimşir tarak: Hiçbir işe yaramayan veya gereksiz bir şey.
Geçmişte yapılmış bazı düzenlemeler kel başa şimşir tarak, işimize yaramıyor.
kellesini koltuğa almak: Riskli bir duruma girerek büyük bir sorumluluğu üstlenmek.
Yeni projeyi üstlenirken kellesini koltuğa aldı ve başarılı olması için her şeyi göze aldı.
kemeri dolu olmak: Maddi açıdan iyi durumda olmak, yeterli paraya sahip olmak.
İşte terfi aldıktan sonra kemeri dolu oldu ve finansal olarak rahatladı.
kemerleri sıkmak: Tasarruf yapmak, harcamaları azaltmak, ekonomik olarak tasarruf yapmaya çalışmak.
Mali kriz nedeniyle kemerleri sıktı ve gereksiz harcamaları kesti.
kendi kuyusunu kazmak: Kendi başını derde sokmak, kendi zararına olacak hareketlerde bulunmak.
O projeye yaptığı yatırımlarla kendi kuyusunu kazdı ve büyük bir zarara uğradı.
kendine yontmak: Kendi çıkarlarını ön planda tutmak, bencil davranmak.
Toplantılarda sürekli kendine yontuyor, diğerlerinin görüşlerini dikkate almıyor.
kepçe gibi: Büyük, geniş, genellikle dikkat çeken bir şeyi tanımlamak için kullanılır.
O kadar büyük bir telefon aldı ki kepçe gibi, cebinde bile zor taşıyor.
kıç atmak: Üzerine düşmediği veya ilgilenmediği bir konu hakkında sorumluluk almak istememek.
Projeyle ilgili tüm sorunlar ortaya çıkınca kıç atmayı tercih etti, sorumluluğu üstlenmedi.
kılçık atmak: Küçük, önemsiz ayrıntılarla uğraşmak, detaylara takılmak.
Toplantı boyunca hep kılçık atıyordu, her küçük detayı büyütüyordu.
kılıç kuşanmak: Cesur, savaşçı bir tavır sergilemek, mücadeleye hazır olmak.
Yeni işe başlarken kılıç kuşanmış gibi, her zorluğa karşı hazırlıklıydı.
kılıç takmak: Savaşçı veya mücadeleci bir tavır sergilemek, kararlı olmak.
Yatırım dünyasında başarılı olmak için kılıç takmış gibi çalıştı ve rakiplerini geride bıraktı.
kınalar yakmak: Genellikle birisinin evlenmesi veya bir başka önemli olay için yapılan hazırlıklar, kutlamalar.
Düğün öncesi kınalar yakıldı ve tüm köy hazırlıklara başladı.
kıran girmek: Büyük bir mücadeleye veya savaşa girmek, zorlu bir duruma düşmek.
Yeni projede kıran girdi ve tüm ekip büyük bir mücadeleye girdi.
kırdığı ceviz bini aştı: Yaptığı veya uğradığı zorluklar çok fazladır, büyük bir sıkıntıya düştü.
İş yerindeki sorunlar kırdığı ceviz bini aştı, büyük bir krizle karşı karşıya kaldı.
kırığı olmak: Bir konuda sorun yaşamak, problemi olmak.
İki arkadaş arasında sürekli tartışma çıkıyor, kırığı var gibi görünüyorlar.
kırık iğne bile vermemek: Hiçbir yardımda bulunmamak, çok cimri olmak.
Çalıştığı yerde kırık iğne bile vermemekle tanınıyor, yardımseverliği yok.
kırkı çıkmak: Genellikle bir olaydan sonra kırk gün geçmek, olayın etkisinin devam etmesi.
O olayın kırkı çıktı ve hala etkileri sürüyor.
kırkından sonra saz çalmak: Yaş ilerledikten sonra yeni bir şeyler yapmak, geç yaşta bir hobi veya ilgi edinmek.
Emekli olduktan sonra kırkından sonra saz çalmaya başladı ve büyük bir yetenek geliştirdi.
kısmeti ayağına gelmek: Şansın veya fırsatların kişinin karşısına çıkması, şansın kapıyı çalması.
İş teklifi kısmeti ayağına geldi, beklemediği bir anda büyük bir fırsat yakaladı.
kıtlıktan çıkmış gibi yemek: Çok aç veya iştahlı bir şekilde yemek yemek, aşırı şekilde yemek yemek.
O akşam yemekte kıtlıktan çıkmış gibi yedi, her şeyi bitirdi.
kız kesmek: Birine karşı ilgi göstermek, hoşlanmak.
Onun yanına sürekli kız kesiyor, ilgisini belli ediyor.
kimi kimsesi: Çevresi, tanıdıkları, destekçileri.
İş dünyasında kimi kimsesi yok, yalnız başına mücadele ediyor.
kimi kimsesi olmamak: Çevresi, destekçileri, tanıdıkları olmamak, yalnız olmak.
Bu sektörde kimi kimsesi olmamak büyük bir dezavantaj, destek arıyor.
kimsenin burnu kanamamak: Hiçbir zarar görmemek, olumsuz bir durumda kalmamak.
İş anlaşmasında kimsenin burnu kanamadı, her şey yolunda gitti.
kimseye eyvallah etmemek: Kimseye minnettarlık göstermemek, kendi başına hareket etmek.
Başarıları kendi çabasıyla elde etti, kimseye eyvallah etmedi.
kimya gibi: Çok uyumlu, mükemmel bir şekilde bir araya gelmek.
İkili iş ilişkilerindeki kimya gibi, her şey mükemmel uyum sağladı.
kin beslemek: Birine karşı öfke ve düşmanlık duyguları taşımak.
O olay yüzünden kin besliyor, bu konuda affetmeye pek niyeti yok.
kirli çamaşırlarını ortaya dökmek: Kişisel veya özel sorunları kamuoyuna açıklamak.
Aile içindeki problemleri kamuoyuna açıkladı, kirli çamaşırlarını ortaya döktü.
kokusu çıkmak: Bir şeyin veya birinin gerçek yüzünün ortaya çıkması.
Yalan söyleyen kişinin kokusu çıktı, gerçekleri sonunda anladık.
kollarını açmak: Misafirperverlik göstermek, hoşgörülü ve sıcak bir şekilde karşılamak.
Yeni arkadaşlarını karşılamak için kollarını açtı ve onları içten bir şekilde ağırladı.
koltuğunun altına sığınmak: Birinin korumasına veya yardımına ihtiyaç duymak.
Zorlu durumlarda hep patronunun koltuğunun altına sığınıyor, destek arıyor.
koynunda yılan beslemek: Kendine zarar verecek, tehlikeli bir şeyi veya kişiyi yanına almak.
İş ortamında bazı güvenilmez insanları yanına alarak koynunda yılan besledi.
koyunun kaval dinlediği gibi dinlemek: Bir konuyu ilgisiz ve dikkatsiz bir şekilde dinlemek.
Toplantıda önemli bilgileri koyunun kaval dinlediği gibi dinledi, hiçbir şey anlamadı.
köküne kibrit suyu dökmek: Bir şeyin, bir kişinin tamamen ortadan kaldırılması, yok edilmesi.
Eski alışkanlıklarını köküne kibrit suyu dökerek değiştirmeye karar verdi.
kökünü kazımak: Bir şeyi tamamen ortadan kaldırmak, yok etmek.
Bu sorunu kökünden kazıyacağız, böylece bir daha yaşanmayacak.
köpeğe hoşt, kediye pişt dememek: Herkese aynı şekilde yaklaşmak, tarafsız olmak.
İş yerinde herkesle aynı şekilde muamele ediyor, köpeğe hoşt, kediye pişt demiyor.
köprünün altından çok sular aktı: Geçmişte birçok olayın yaşandığı, zamanın geçtiği anlamında kullanılır.
O eski anlaşmazlıkların köprünün altından çok sular aktı, şimdi her şey farklı.
köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek: Bir zorluğun aşılmasını beklemek, sorun çözülmeden güvenmemek.
Önce köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı dememek gerek, sonra güvenebilirsin.
kör ocak: Bilinmeyen veya belirsiz bir durum, yere veya kişiye dair net bir bilgi olmadan yapılan değerlendirme.
Gelecekteki gelişmeleri kör ocakta değerlendirmek zor, kimse ne olacağını bilemez.
kör şeytanın işi yok: Kötü niyetli kişilerin genellikle işsiz olduğunu ve boş vakitlerinde kötülük düşündüklerini ifade eder.
Boş işlerle uğraşanlar genellikle kör şeytanın işi yok derler, kötülük yapacak vakitleri vardır.
körler mahallesinde ayna satmak: Herkesin bildiği bir şeyi anlatmak veya gereksiz bir bilgi vermek.
Bu açıklama körler mahallesinde ayna satmak gibi, herkes zaten biliyor.
köstek vurmak: Bir işin yapılmasını engellemek, zorlaştırmak.
Projeyi ilerletmeye çalışırken köstek vurdu, işleri daha da zorlaştırdı.
köşesine çekilmek: Geri planda kalmak, daha az dikkat çekmek.
İşlerin yoğunluğundan sonra köşesine çekildi ve daha az görünür olmaya başladı.
köşeyi dönmek: Maddi olarak rahat bir duruma geçmek, ekonomik anlamda iyi duruma gelmek.
Yeni iş teklifinden sonra köşeyi döndü, artık maddi olarak rahat bir yaşam sürüyor.
kötü yola sapmak: Yanlış, etik olmayan, olumsuz bir yola girmek.
İş hayatında biraz para kazanmak için kötü yola sapmaya başladı, bu da moralini bozdu.
kraldan çok kralcı olmak: Birine veya bir ideolojiye aşırı bağlı olmak, abartılı bir destek göstermek.
Proje liderine öyle bağlı ki, kraldan çok kralcı oldu ve her sözünü dinliyor.
kulağına kar suyu kaçmak: Bilgi edinmek, sırları öğrenmek, haber almak.
Son toplantıda kulağına kar suyu kaçtı ve önemli bir bilgiyi öğrendi.
kulağını açmak: Dinlemek, dikkatle kulak vermek.
Sunum yaparken herkese kulağını açmasını ve dikkatle dinlemesini söyledi.
kulağını çekmek: Özellikle çocuklara yapılan bir ceza, uyarı veya disiplin yöntemi.
Yanlış bir şey söylediğinde öğretmeni kulağını çekti ve doğruyu anlatmasını istedi.
kulağını çınlatmak: Bir kişinin adından veya hakkında konuşmak, hatırlamak.
Orada senin adını anarken kulağını çınlattılar, seni konuştuklarını duydum.
kulak asmak: Dikkatle dinlemek, önem vermek.
Hoca ders sırasında önemli açıklamalarda bulundu ve herkes kulak asarak dinledi.
kulak kesilmek: Dikkatle dinlemek, bilgileri dikkatlice takip etmek.
Oyun hakkında konuşulurken herkes kulak kesildi, çünkü çok heyecanlı bir gelişme vardı.
kulak tırmalamak: Hoş olmayan bir ses veya konuşma duymak, rahatsız olmak.
O gürültülü müzik kulak tırmalayıcı, çok rahatsız edici.
kulakları dolmak: Bir kişinin çok fazla konuşması veya sürekli bir şeyler duyması nedeniyle kulaklarının dolması.
Sunum sırasında kulakları doldu, çok fazla bilgi ve ses vardı.
kulu kölesi olmak: Birine tamamen bağlı olmak, onun her isteğini yerine getirmek.
O kadar bağlı ki, kulu kölesi olmuş durumda, her dediğini yapıyor.
kum gibi: Yapısı gevşek, tutunması zor, kontrol edilmesi güç.
Çalışma alanı kum gibi, her şey dağılmış ve düzenlenmesi gerekiyor.
kundak koymak: Bir şeyin, bir işin temelini oluşturmak, başlangıç yapmak.
Yeni projeyi başlatmak için kundak koymak gerekiyor, temelleri sağlam atmalısınız.
kurban vermek: Bir şey için kendinden fedakarlık yapmak, bir şeye zarar vermek.
O proje için birçok zaman ve enerji harcadı, adeta kendi kurbanını verdi.
kurdu koyunla barıştırmak: Karşıt veya düşman olanları barıştırmak, aralarını düzeltmek.
İki rakibi bir araya getirdi ve kurdu koyunla barıştırdı.
kurşun yağdırmak: Birine çok fazla eleştiri yapmak veya bir şeyi çok sert bir şekilde eleştirmek.
Toplantıda projenin eksikliklerine kurşun yağdırdı, her detayını eleştirdi.
kurtlarını dökmek: Uzun zamandır birikmiş dertleri veya sıkıntıları paylaşmak.
Dertlerini dinlerken tüm kurtlarını döktü, içindeki tüm sıkıntıları anlattı.
kuru soğuk: Soğuk hava koşullarında nem bulunmayan, kuru olan.
Kışın kuru soğuk bir hava var, üşümek için daha kalın giysiler giyilmeli.
kuruşu kuruşuna: Paranın tam olarak hesaplanması, her kuruşun sayılması.
Hesap kitap işlerini kuruşu kuruşuna yaptılar, hiçbir eksiklik yok.
kuş beyinli: Çok dar görüşlü veya akılcı olmayan, düşünmeden hareket eden.
O kişinin kuş beyinli olduğuna inanıyorum, kararlarını genellikle düşünmeden alıyor.
kuş sütüyle beslemek: Çok lüks bir hayat yaşatmak, mükemmel bir şekilde bakmak.
Çocuğuna kuş sütüyle besliyor gibi bakıyor, her şeyin en iyisini alıyor.
kuş uçurmamak: Hiçbir şeyin veya kimsenin kaçmasına izin vermemek, her şeyin kontrol altında olması.
O evde kuş uçurmamak mümkün, her şey çok düzenli ve kontrollü.
kuşa benzetmek: Bir şeyi hafif, zarif veya ilginç bir şekilde tanımlamak.
Yeni arabayı kuşa benzettim, çok hafif ve şık görünüyor.
kuyruğa girmek: Bir hizmet almak veya bir şey elde etmek için sıraya girmek.
Yeni telefon almak için kuyruğa girdi, sabahın erken saatlerinden itibaren bekliyordu.
kuyruğuna basmak: Birinin sinirini veya tepkisini çekmek, onu rahatsız etmek.
Yine de kuyruğuna bastı ve öfkeli bir şekilde yanıt verdi.
kuyruğunu kıstırmak: Çekilmek, geri adım atmak, bir konuda teslim olmak.
Haksız olduğunu anlayınca kuyruğunu kıstırdı ve özür diledi.
kuyusunu kazmak: Kendine zarar verecek şekilde hareket etmek, kendi aleyhine olan bir şey yapmak.
Bu kadar riske girerek projeyi yöneten adam, aslında kendi kuyusunu kazıyor.
kuzu postuna bürünmek: Masum ve iyi niyetli görünmek, aslında daha farklı bir amaç taşıyor olmak.
Çalışan, yönetici önünde kuzu postuna büründü, ama aslında birçok soruna yol açıyordu.
küçük dilini yutmak: Şaşkınlık veya korkudan konuşamaz hale gelmek.
Son dakika golünden sonra küçük dilini yuttu, ne söyleyeceğini bilemedi.
küçük düşmek: Kendini veya birini aşağılanmış, utanmış hissetmek.
Toplantıda herkesin önünde hatasını anlatınca küçük düştü.
küçük köyün büyük ağası: Küçük bir alanda yetki veya güç sahibi olan kişi, küçük bir çevrede önemli olmak.
Şehirde küçük köyün büyük ağası gibi hareket ediyor, her konuda söz sahibi olmaya çalışıyor.
küfelik olmak: Eşyaların ya da malzemelerin düzenli bir şekilde saklanması veya yerleştirilmesi durumu.
Depoyu düzenlerken her şeyi küfelik yapmak çok işimizi kolaylaştırdı.
küfrü basmak: Çok ağır küfürler etmek, sert şekilde hakaret etmek.
Sinirlenince küfrü bastı, herkes şok oldu.
küfür savurmak: Çok sayıda küfür etmek, hakaretler yağdırmak.
Tartışma sırasında küfür savurdu ve ortamı gerdi.
küfür yemek: Başkalarından hakaret veya kötü sözler duymak.
O gece çok küfür yedi, herkes ona hakaret etti.
kül yutmak: İğrenç bir durumla karşılaşmak, kötü bir duruma düşmek.
Bütün planları bozuldu ve kül yuttu, başarılı olamadı.
külahını havaya atmak: Şaşkınlık veya heyecan içinde ne yapacağını bilememek, öngörülemez bir şekilde davranmak.
O kadar büyük bir haber aldı ki, külahını havaya attı.
külçe gibi oturmak: Sıkışık ve rahatsız bir durumda olmak, hareket edememek.
Trafikte sıkıştığında külçe gibi oturmak zorunda kaldı, ilerleyemedi.
küp gibi: Oldukça iri, büyük ve dikkat çekici bir şekilde tanımlamak.
Yeni aldıkları masa küp gibi, odanın ortasında büyük bir yer kaplıyor.
küpe dönmek: Bir konuda sürekli aynı şeyi yapmak veya aynı durumu yaşamak.
Sürekli aynı hatayı yapıyor ve adeta küpe dönüyor.
küplere binmek: Büyük bir öfke veya sinir krizi yaşamak.
İşyerinde yapılan hatadan dolayı küplere bindi, öfkesi dinmedi.
kürek kadar dili olmak: Çok konuşkan, geveze olmak.
Toplantıda kürek kadar dili vardı, herkese her şeyi anlatmak istiyordu.
laçka olmak: Bir şeyin, bir kişinin gevşemesi, düzeninin bozulması.
O kadar çok iş birikti ki, her şey laçka oldu ve düzeni sağlamak zorlaştı.
laf ağzında kalmak: Söylenmek istenen şeyin söylenmeden kalması.
Eleştiri yapma fırsatı bulamadı ve laf ağzında kaldı.
laf atmak: Başkalarına söz söylemek, genellikle iğneleyici veya eleştirel.
Toplantıda herkes laf attı, kimse diğerinin fikrine saygı göstermedi.
laf ebesi: Konuşmayı çok seven, bolca laf yapan kişi.
Her fırsatta konuşan, laf ebesi bir kişidir.
laf geçirmek: Başkalarına küçümseyici veya alaycı şekilde laf atmak.
O, rakiplerinin başarılarını küçümseyip laf geçirdi.
laf işitmek: Başkalarının yorumlarını veya eleştirilerini duymak.
Herkes onun hakkında laf işitti, olumlu ve olumsuz yorumlar geldi.
laf kaçırmak: Bilinçli olarak konuşmaları dinlemek veya bir konuda bilgi edinmek.
Toplantı sırasında laf kaçırarak önemli bilgileri öğrendi.
laf ola beri gele: Söylenen sözlerin veya eleştirilerin önemsiz olduğunu belirtir.
Eleştiriler için laf ola beri gele, asıl önemli olan sonuçlar.
lafı ağzında kalmak: Söylenen sözlerin etkisiz kalması, unutulması veya dikkate alınmaması.
Önerilerini sundu ama lafı ağzında kaldı, kimse dikkate almadı.
lafın gümrüğü olmaz: Söylenen sözlerin sınırlarının veya kurallarının olmadığını belirtir.
Hangi konuda konuşursan konuş, lafın gümrüğü olmaz; herkes fikrini söyler.
lafına tabanca sıkmak: Söylenen sözlere sert tepki vermek, onları önemsememek.
Eleştirilerine lafına tabanca sıktı, pek ciddiye almadı.
lafını balla kesmek: Söylenen bir şeyin etkisini veya önemini artırmak, dikkat çekici hale getirmek.
Kritik noktaları vurgularken lafını balla kesti ve daha etkili oldu.
lak lak etmek: Sürekli ve gereksiz şekilde konuşmak, laf ebeliği yapmak.
Toplantıda herkes lak lak ediyordu, toplantı verimsiz geçti.
lakırtı ağzından dökülmek: Konuşurken gereksiz veya fazla bilgi vermek, çokça konuşmak.
O, sürekli lakırtı ağzından döküyor, konuştukça konuşuyor.
lakırtı taşımak: Çoğu zaman gereksiz veya anlamsız konuşmalar yapmak.
Sohbet sırasında lakırtı taşımak yerine daha anlamlı şeyler konuşmalıyız.
lakke yapmak: Çok konuşmak veya çok fazla laf yapmak.
Sürekli konuşarak lakke yaptı, bir türlü susmadı.
lala paşa eğlendirmek: Birini eğlendirmek veya o kişiyi mutlu etmek.
Parti boyunca herkesi lala paşa eğlendirdi, çok başarılıydı.
lamı cimi yok: Açık ve net bir şekilde konuşmak, lafı dolandırmadan doğrudan söylemek.
Bu işte lamı cimi yok, ya kabul edeceksin ya da reddedeceksin.
leb demeden leblebiyi anlamak: Bir kişinin ne demek istediğini hemen anlamak, önceden tahmin etmek.
O kadar deneyimli ki, leb demeden leblebiyi anlıyor.
leke sıçratmak: Bir kişinin ya da şeyin itibarını zedelemek, ona kötü bir özellik atfetmek.
Haberler leke sıçrattı, şirketin prestiji ciddi şekilde etkilendi.
leke sürmek: Bir kişiye ya da şeye kötü bir iz bırakmak, olumsuz bir etki yapmak.
Bu skandal, onun kariyerine leke sürdü.
leşini çıkarmak: Birinin kusurlarını veya kötü yönlerini açığa çıkarmak.
İhtirası yüzünden, işlerin leşini çıkardı, tüm hataları ifşa oldu.
leyleği havada görmek: Gerçekle ilgisi olmayan, hayali şeyler peşinde koşmak.
O projeyi gerçekleştirmek için leyleği havada görmek gerekiyor, çok ütopik.
leylek gibi: Uzun ve ince yapılı olmak.
Bu kadar ince ve uzun biri leylek gibi, ne kadar zarif.
leylekler getirmek: Çocuk sahibi olmak, yeni bir bebek dünyaya getirmek.
Aile bu yıl leylekler getirdi, bebekleri doğdu.
lif gibi: Çok ince, hafif veya narin olmak.
Bu kumaş lif gibi, çok hafif ve zarif görünüyor.
lime lime etmek: Bir şeyi küçük parçalara ayırmak, parçalara ayırarak zarar vermek.
O eşyayı lime lime etti, artık hiçbir parçası kalmadı.
limoni tabiatlı: Huysuz ve gergin bir kişiliğe sahip olmak, kolayca sinirlenen.
O, limoni tabiatlı biri, bir şey ters gittiğinde hemen sinirleniyor.
linç etmek: Bir kişiyi topluca ve sert bir şekilde eleştirmek veya suçlamak.
Sosyal medyada linç etmek, oldukça yaygın bir uygulama oldu.
lodos balığı: Lodos esintisiyle gelen, denizle ilgili bir terim.
Lodos balığı avında şansımız var, deniz durumuna göre.
lokman hekimin ye dediği: Sağlık açısından tavsiye edilen yiyecekleri tüketmek, sağlıklı yaşamaya özen göstermek.
Lokman hekimin ye dediği besinleri diyetine eklemelisin.
lop yumurta: Büyük ve taze yumurta.
Kahvaltıda lop yumurta yapalım, harika olur.
lügat parçalamak: Dil bilgisi veya kelime bilgisi açısından çok iyi olmak, geniş bir kelime dağarcığına sahip olmak.
Akademik yazılarda lügat parçalamak, ona büyük avantaj sağlıyor.
lülüye gelmek: Alışılmadık, beklenmedik bir durumla karşılaşmak.
Yeni proje toplantısında lülüye geldik, hiç beklenmedik sorunlar ortaya çıktı.
lüpe konmak: Dikkatle incelenmek, üzerine çok fazla durulmak.
Raporu lüpe konarak inceledi, her detayını kontrol etti.
“Zırva tevil götürmez” atasözü, Türkçede sıklıkla kullanılan ve anlamı oldukça net olan bir deyimdir. Bu atasözü, mantıksız, saçma veya gerçek dışı olan bir düşüncenin, ne kadar farklı şekillerde ifade edilirse edilsin, yine de asıl doğasını koruduğunu ve mantıklı bir açıklamaya kavuşturulamayacağını ifade eder.
Dolayısıyla, “zırva tevil götürmez” atasözü, ne kadar uğraşırsak uğraşalım, mantıksız bir şeyi mantıklı kılmanın mümkün olmadığını, saçmalığın her zaman saçmalık olarak kalacağını ifade eder.
Bu atasözünün kesin bir kökeni olmamakla birlikte, Türk kültüründe uzun yıllardır kullanılan ve halk arasında yaygınlaşmış bir deyim olduğu bilinmektedir. “Zırva” kelimesinin Arapça kökenli olduğu ve “boş” anlamına geldiği düşünülmektedir. “Tevil” ise Arapça’da “yorumlama” . Bu iki kelimenin bir araya gelmesiyle oluşan atasözü, zamanla Türkçenin bir parçası haline gelmiştir.
Bu atasözü, günlük hayatta sıklıkla karşılaşılan durumları ifade etmek için kullanılır. Örneğin:
Bu atasözleri de “zırva tevil götürmez” gibi, boş ve anlamsız konuşmaların veya iddiaların gerçekliği yansıtmadığını vurgular.
Sonuç olarak, “zırva tevil götürmez” atasözü, Türkçede sıklıkla kullanılan ve mantıksız düşüncelerin hiçbir şekilde haklı çıkarılamayacağını ifade eden önemli bir deyimdir. Bu atasözü, hem günlük hayatta hem de edebi eserlerde sıklıkla kullanılmaktadır.
Özetle:
Bu atasözü, doğru ve mantıklı düşünmenin önemini vurgulayan önemli bir kültürel mirasımızdır.
Bu atasözü, fakir veya maddi durumu olmayan kişilerin, zenginlerin mallarını kıskanarak ve hayıflanarak sürekli konuşmalarını ifade eder. Başka bir deyişle, bir şeyin kendisine ait olmamasına rağmen sürekli olarak onun hakkında konuşmak, hayâl kurmak . Bu durum, konuşanın çenesini yormasına, yani yorulmasına neden olur.
Atasözü, insanların sahip olmadıkları şeylere olan özlemlerini ve bu özlemleri dile getirme eğilimlerini mizahi bir dille ele alır. Aynı zamanda, insanların sahip oldukları şeylere değer vermeleri gerektiği mesajını da verir.
Bu atasözünün kesin bir kökeni olmamakla birlikte, Türk kültüründeki uzun yıllara dayanan gelir eşitsizliği ve bu eşitsizliğin yarattığı sosyal farklılıklar üzerine kurulmuş olduğu düşünülmektedir. Tarih boyunca var olan zengin-fakir ayrımı, bu atasözünün ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Atasözünün ortaya çıkışında etkili olabilecek bazı faktörler:
Bu atasözü, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Özellikle sosyal medya gibi platformlarda, insanların başkalarının hayatlarını takip etmeleri ve sahip oldukları şeylere imrenmeleri oldukça yaygındır. Ancak, bu durumun mutluluğu artırmak yerine, aksine mutsuzluk ve tatminsizlik duygularına neden olabileceği unutulmamalıdır.
Özetle, “Zenginin malı, züğürdün çenesini yorar” atasözü, insanların sahip olmadıkları şeylere duydukları özlemi ve bu durumun yarattığı psikolojik etkileri mizahi bir dille ifade eder. Bu atasözü, aynı zamanda, insanların sahip oldukları şeylere değer vermeleri gerektiği mesajını da verir.
Bu atasözü hakkında ne düşünüyorsunuz? Günümüzde bu atasözünün geçerliliğini koruduğunu düşünüyor musunuz?
Bu atasözü, Türk kültüründe sıkça kullanılan ve derin anlamlar taşıyan deyimlerden biridir. Yüzyıllardır dilde yaşatılan bu atasözünün tam olarak nereden çıktığına dair kesin bir bilgi bulunmasa da, anlamı ve taşıdığı mesaj oldukça nettir.
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” atasözü, toplum içinde doğruyu söylemenin her zaman kolay olmadığını, hatta çoğu zaman istenmeyen bir durum olabileceğini ifade eder. Doğruyu söyleyen kişi, çevresindeki insanların hoşuna gitmeyen gerçekleri ortaya koyabilir ve bu durum, kişinin dışlanmasına veya kabul görmemesine neden olabilir.
Bu atasözü, aşağıdaki durumları özetler:
Bu atasözünün kökeni hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, çeşitli efsaneler ve hikayeler anlatılır. Bunlardan biri, bir çobanın sürüsündeki bir ineğin hastalandığını fark etmesi ve bunu köy muhtarıyla paylaşmasıyla ilgilidir. Muhtar, çobanın bu sözünü doğrulamamak için onu köyden kovmuş ve bu olay zamanla atasözüne dönüşmüştür.
Bu atasözleri de “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” atasözü gibi, doğruyu söylemenin zorluklarına ve bunun sonuçlarına dikkat çeker.
Bu atasözü, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Özellikle sosyal medya gibi platformlarda, farklı görüşlere sahip insanların birbirleriyle etkileşimi sırasında bu durum sıklıkla yaşanmaktadır. Doğruyu söylemek yerine popüler olanı söylemek, çoğu zaman daha kabul görmektedir.
Sonuç olarak, “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” atasözü, insan doğası ve toplumların işleyişi hakkında önemli bir gözlemdir. Doğruyu söylemek, her zaman kolay olmasa da, dürüstlük ve şeffaflık için önemli bir değerdir.
Bu atasözü bize şunları hatırlatır:
Peki siz bu atasözü hakkında ne düşünüyorsunuz? Günümüzde bu atasözünün geçerliliğini koruduğunu düşünüyor musunuz?
maça beyi gibi kurulmak: Kendini oldukça iyi veya güçlü bir şekilde göstermek, kendine güvenli bir şekilde davranmak.
İş toplantısında maça beyi gibi kuruluyordu, herkes onun kendine olan güvenini fark etti.
madalyonun öteki yüzü: Bir olayın ya da durumun başka bir, genellikle olumsuz yüzünü ifade etmek.
İşin görünüşü güzel ama madalyonun öteki yüzü, aslında oldukça karmaşık.
mahalle çocuğu: Mahalledeki çocuklardan biri olarak tanınan, genellikle samimi ve sıradan biri.
Onun mahalle çocuğu gibi tavırları var, samimi ve doğal.
mahkemede dayısı olmak: Mahkeme veya yasal süreçlerde arka planda destekçi veya tanıdık olan birinin olması.
O davada mahkemede dayısı olmak, ona büyük avantaj sağladı.
mahkemeye düşmek: Bir dava sürecine girmek, yasal sorunlarla karşılaşmak.
İş anlaşmazlıkları yüzünden mahkemeye düştü, uzun bir süreç başladı.
makara geçmek: Şaka yapmak, eğlenceli bir şekilde sohbet etmek.
Akşam yemeğinde makara geçtik, çok eğlendik.
makaraya takmak: Bir şeyi dikkatlice incelemek veya detaylarına çok fazla önem vermek.
O konuyu makaraya takmış gibi görünüyor, her ayrıntıyı araştırıyor.
makineli tüfek gibi konuşmak: Hızlı ve arka arkaya konuşmak, genellikle durmadan konuşmak.
Toplantıda makineli tüfek gibi konuştu, herkes onun hızına yetişmekte zorlandı.
maksadı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek: Asıl amacın sorunu çözmek değil, daha kötü hale getirmek olduğunu ifade etmek.
Onun eleştirileri, maksadı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek gibiydi.
marsık gibi: Eski, yıpranmış veya modası geçmiş.
O elbiseler marsık gibi, artık giymektense yenilerini almak daha iyi.
mart kedisi gibi: Mevsime uygun davranmak veya alışılmadık şekilde davranmak.
Bu kış, mart kedisi gibi geçiyor, hava bir garip.
masal okumak: Bir durumu olduğundan daha güzel veya ideal bir şekilde anlatmak.
O projenin her detayını masal okumak gibi anlatıyordu, gerçekte işler daha zor.
maskesi düşmek: Gerçek yüzünü, gerçek düşüncelerini veya duygularını açığa çıkarmak.
Son toplantıda maskesi düştü, gerçek düşüncelerini açıkça ifade etti.
masraftan kaçmak: Gereksiz harcamalardan veya aşırı maliyetlerden kaçınmak.
Bu proje için masraftan kaçmak zorundayız, her harcamayı dikkatlice planlamalıyız.
maşa gibi kullanmak: Bir kişiyi kendi çıkarları için veya başkaları için aracılık yapmak.
O, başkalarına maşa gibi kullanıyor, kendi işlerini başkalarının üstünden hallediyor.
mat etmek: Satranç oyununda rakibi hareket edemez hale getirerek oyunu kazanmak anlamında kullanılır, genelde başarısız duruma düşürmek.
Onun stratejisi sonunda rakibi mat etti, herkes onun zekasını takdir etti.
mayası bozuk: İnsan ya da şeyin işlevselliğinin veya kalitesinin bozulduğunu ifade etmek.
Son zamanlarda işler hep aksıyor, sanki mayası bozuk gibi.
maydanoz olmak: Her yerde bulunmak, her konuda görünmek veya müdahil olmak.
Her toplantıda maydanoz olmasından bıktık, biraz geri çekilse iyi olacak.
Medine fukarası gibi dizilmek: Sıkışık veya kalabalık bir ortamda, dar bir şekilde sıralanmak.
Otobüste Medine fukarası gibi dizildik, hareket etmek neredeyse imkansızdı.
mektep görmemiş: Eğitim almamış, okula gitmemiş; genellikle düşük eğitim düzeyine sahip kişiyi tanımlamak.
O kadar mühim konuları mektep görmemiş biri gibi konuşuyor ki, doğru bilgi almak zor.
melek gibi insan: Çok iyi, temiz ve saf bir kişilik.
Onun yardımları melek gibi insan olduğunu gösteriyor, herkese yardım etmeye çalışıyor.
mendil sallamak: Bir şeyin sona erdiğini veya bitirildiğini belirtmek.
O projenin tamamlandığını mendil sallayarak kutladı.
merak getirmek: Bir konuda insanın ilgisini ve sorgulamasını artırmak.
Yeni kitap fragmanı merak getirdi, hemen almak istiyorum.
merdiven dayamak: Bir pozisyona veya bir yere erişim sağlamak için destek kullanmak.
Kariyerinde ilerlemek için merdiven dayamak yerine kendi yeteneklerine güvenmeli.
meryem Ana kandili gibi: Çok parlak, dikkat çekici.
O geceki yıldızlar meryem Ana kandili gibi parlıyordu, çok etkileyiciydi.
mesafe bırakmak: İki şey arasında fiziksel veya duygusal bir uzaklık bırakmak.
İş ve özel hayat arasında mesafe bırakmak önemli, yoksa stres artar.
meşe odunu: Dayanıklı ve sağlam, genellikle güçlü bir kişiyi tanımlamak.
O işte meşe odunu gibi, her türlü zorluğu rahatça aşar.
meteliğe kurşun atmak: Çok az paraya sahip olmak, maddi durumu kötü.
Bu ay meteliğe kurşun atıyoruz, bütçeyi dikkatli yönetmemiz lazım.
meteliğe kurşun sıkmak: Benzer şekilde, çok az paraya sahip olmak, finansal zorluk çekmek.
Borçlar yüzünden meteliğe kurşun sıkmak zorunda kaldı.
mevsimli, mevsimsiz konuşmak: Bir konuyu uygun zamanında veya zamanının dışında konuşmak.
O gün mevsimli, mevsimsiz konuştu, bazı şeylerin zamanını şaşırmış gibiydi.
meydan vermek: Birine fırsat tanımak, belirli bir durumu kabul etmek.
Yeni projede yeniliklere meydan vermek, gelişim için önemlidir.
meydana atılmak: Bir duruma veya pozisyona cesurca giriş yapmak.
Yeni iş fikriyle meydana atılmak, risk almayı gerektiriyor ama büyük ödüller de sunabilir.
meydanı boş bulmak: Bir alanın veya durumun, rakiplerin veya engellerin olmadığı bir anda fırsatları değerlendirmek.
Rakiplerin hepsi tatilde, bu dönemi meydanı boş bulmak olarak değerlendirmeli.
mezarını kazmak: Kendi kendine veya yanlış davranışlarla kendine zarar vermek.
O yanlış kararlarla işini batırdı, adeta mezarını kazdı.
mezuna kalmak: Belirli bir işi yapmaktan veya başarılı olmaktan geri kalmak, başarısız olmak.
O projenin tamamlanması mezuna kaldı, zamanında bitirilemedi.
Mısır’daki sağır sultan bile duydu: Bir olayın o kadar büyük ve etkileyici olduğu ki, en uzak yerlerden bile haberdar olunan bir durum.
O büyük skandalı Mısır’daki sağır sultan bile duydu, herkes konuşuyor.
mızrağı çuvala sığdıramamak: Büyük veya karmaşık bir sorunu basit bir şekilde ifade edememek, çözüm bulamamak.
O sorunu mızrağı çuvala sığdıramamak gibi, nasıl çözeceğini bir türlü bulamadı.
midesi yanmak: Rahatsızlık duymak, özellikle hayal kırıklığı veya stres nedeniyle mide ağrısı çekmek.
O beklenmedik masraflar yüzünden midesi yandı, zor durumda kaldı.
mideye oturmak: Bir şeyin kişinin üzerinde etkili olması, ağırlık oluşturması.
O kadar büyük bir borç, sonunda mideye oturdu ve hayatını zorlaştırdı.
milimi milimine: Her şeyi en küçük detayına kadar, eksiksiz ve doğru bir şekilde yapmak.
Proje raporunu milimi milimine hazırladı, her detay eksiksizdi.
mirasyedi: Miras kalan mal varlığı ile geçinen, genellikle çalışmadan hayatını sürdüren kişi.
O mirasyedi, ailesinin mirasıyla geçiniyor ve kendi işine hiç dokunmuyor.
miskinler teknesi: Tembel veya miskin kişilerin toplandığı yer veya onların temsil ettiği durum.
O toplantı, miskinler teknesi gibi, herkes sadece vakit geçirdi.
muallakta kalmak: Bir konuda belirsizlik yaşamak, kesin bir sonuca ulaşamamak.
Karar verme süreci muallakta kaldı, hala net bir sonuç yok.
muhasebesini yapmak: Bir olayın, davranışın veya durumun sonuçlarını değerlendirmek.
Son yapılan harcamaların muhasebesini yapmalıyız, bütçeyi nasıl yöneteceğimizi görmeliyiz.
mum yakmak: Birine veya bir şeye dua etmek, destek olmak veya yardım etmek.
O zorlu süreçte arkadaşına mum yakmaktan başka çare bulamadı.
muma çevirmek: Bir şeyi, durumu ya da kişiyi belirgin bir şekilde değiştirmek veya kötüleştirmek.
O yanlış karar projeyi muma çevirdi, her şey daha kötü hale geldi.
mürekkep yalamış: Eğitim görmüş, bilgi sahibi veya deneyimli.
O iş konusunda mürekkep yalamış, her detayı biliyor.
mürüvvetini görmek: Bir kişinin evlilik veya benzeri önemli yaşam olaylarını görmek, yaşamak.
Sonunda evlilik mürüvvetini gördü, büyük bir mutluluk yaşadı.
Müslüman adam: İyi, dürüst ve ahlaklı bir kişiyi tanımlayan bir ifade.
O gerçekten Müslüman adam, her zaman doğru ve adil davranıyor.
nabza göre şerbet vermek: Bir kişinin veya durumun gereksinimlerine uygun davranmak, uyum sağlamak.
O müşterilere nabza göre şerbet veriyor, herkesin ihtiyacına göre hareket ediyor.
nafile yere: Gereksiz yere, boş yere yapılan bir şey.
O kadar tartışma nafile yere, hiçbir sonuç çıkmadı.
nal deyip mıh dememek: Her şeyi en uygun şekilde yapmak, gereksiz detaylara girmemek.
O işi nal deyip mıh dememek gibi yapıyor, önemli olanı yapıyor.
nal toplamak: Çok sayıda nal veya benzeri eşyayı toplamak, genellikle başarısızlık veya gereksizlik.
Eski eşyaları nal toplamak gibi, hiçbir işimize yaramıyor.
nalına mıhına vurmak: Her türlü ayrıntıyı düşünmek, detayları önemsemek.
O işi nalına mıhına vurmak gibi ele aldı, her ayrıntıyı dikkatle inceledi.
nalıncı keseri gibi kendine yontmak: Kendi çıkarları için başkalarını veya durumu kullanmak, çıkarcı davranmak.
O nalıncı keseri gibi kendine yontuyor, her fırsatı kendi lehine çeviriyor.
nalını sökmek için ölmüş eşek aramak: İşine yarayacak şeyleri elde etmek için her yolu denemek, bazen mantıksız veya zor bir yol seçmek.
O işte nalını sökmek için ölmüş eşek aramak gibi davranıyor, her yolu deniyor.
nalları dikmek: İşlerin veya durumların iyi gitmesi, başarılı olmak. Aynı zamanda sıkıntılardan veya zorluklardan sonra rahatlama anlamında da kullanılır.
O projeyi bitirdikten sonra nalları dikti, rahat bir nefes aldı.
namı nişanı kalmamak: Bir şeyin ya da bir kişinin isminin veya itibarının unutulması veya öneminin kalmaması.
Eski şöhretinin namı nişanı kalmadı, artık kimse hatırlamıyor.
nanik yapmak: Birine kandırmak, aldatmak, sözünde durmamak.
Söz verdiği halde nanik yaptı, beklentileri boşa çıkardı.
nanpareye muhtaç olmak: Çok zor durumda olmak, en küçük yardıma bile ihtiyaç duymak.
O kadar kötü durumdaydı ki, nanpareye muhtaç oldu.
nara atmak: Yüksek sesle bağırmak, özellikle bir şey veya bir durum hakkında heyecan, öfke veya sevinç göstermek.
Maçın sonunda büyük bir zafer yaşadılar ve nara attılar.
nargile suyu: Nargilede kullanılan su, genellikle mecaz anlamda hoş bir şey ya da rahatlatıcı bir durum.
Akşam çayıyla sohbet gibi, nargile suyu gibi bir rahatlama.
nazı geçmek: Birinin naz ve kaprislerinin sona ermesi.
O kadar çok naz yaptı ki, sonunda nazı geçti ve her şey yoluna girdi.
nazını çekmek: Bir kişinin naz ve kaprislerini çekmek, bunlarla uğraşmak.
O kadar nazını çekmek zorunda kaldım ki, yoruldum.
ne ala memleket: Her şeyin çok iyi olduğu, harika bir durumda olunduğunu ifade eden bir deyim.
Tatil yerimiz gerçekten çok güzel, ne ala memleket!
ne idiği belirsiz: Belirsiz, karışık veya anlaşılması zor bir durum veya kişi.
O projede herkesin kafası karıştı, ne idiği belirsiz bir hal aldı.
ne kızı verir ne dünürü küstürür: Bir kişinin iki taraf arasında denge sağlamaya çalışması, hiç kimseyi kırmadan durumu yönetmeye çalışması.
İşyerinde tüm tarafların isteklerini yerine getirmeye çalışıyor, ne kızı verir ne dünürü küstürür.
ne mal olduğunu biliriz: Bir kişinin ya da şeyin ne kadar değerli veya işe yarar olduğunu bildiğimizi ifade eder.
O eski eşyaların aslında ne mal olduğunu biliriz, tarihi değeri var.
ne oldum delisi olmak: Kişinin başarılı veya ünlü olduktan sonra kendini aşırı derecede beğenmesi veya kibirli davranması.
O ünlü olduktan sonra ne oldum delisi oldu, her şeyi kendine mal ediyor.
ne söylüyorsun?: Birinin söylediği şeyin anlaşılmadığını, garipsendiğini ya da şaşkınlıkla karşılandığını ifade eden bir soru.
Senin ne söylediğini anlamadım, ne söylüyorsun?
ne sularda?: Bir şeyin veya kişinin nereye düştüğünü, hangi durumda olduğunu anlamak için kullanılır.
Projeler hakkında bilgi verdin ama ne sularda, hangi aşamada olduğunu bilmiyoruz.
ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü: Bir şeyin ya da birinin göründüğü kadar iyi veya etkileyici olmadığını ifade eden bir deyim.
O kadar büyük bir reklam yaptı ama ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü, sonuç aynı.
ne yalan söyleyeyim?: Doğru olanı söylemekten başka seçeneğin olmadığını ifade eder.
Durum gerçekten kötü, ne yalan söyleyeyim, en iyisi bu.
ne yazar?: Bir şeyin ya da bir durumun önemsiz olduğunu veya fazla etkisi olmadığını ifade eder.
Bu küçük detaylar önemli değil, ne yazar?
ne yer, ne yedirir: Bir şeyin ya da birinin hem kendisi hem de başkaları için hiçbir faydası yok.
O işin sonucu ne yer ne yedirir, hiç faydalı değil.
ne yüzle: Birinin davranışlarını veya söylemlerini eleştirmek amacıyla kullanılır; utanmazlık veya yürek kabartma durumu.
Böyle bir hata yaptıktan sonra ne yüzle konuşuyor?
neci oluyor: Bir kişinin veya şeyin kim olduğunu, hangi rolü üstlendiğini veya anlamını sormak için kullanılır.
Bu yeni gelen kişi neci oluyor, işyerinde ne rolü var?
nefes etmek: Dinlenmek, rahatlamak anlamında kullanılır.
Yoğun bir günün ardından biraz nefes etmek gerekiyor.
nefes nefese: Çok yorulmuş, nefes almakta zorlanan durum.
Koşu sonrası nefes nefese kaldı, iyice yoruldu.
nefsine yedirememek: Kişinin kendi istek ve ihtiyaçlarını kontrol edememesi, kendine yetememesi.
O tatlıları görünce nefsine yediremedi, hepsini yedi.
nereden esti: Birinin veya bir şeyin aniden ortaya çıkması, beklenmedik bir davranış sergilemesi.
O kadar ani bir çıkış yaptı ki, nereden esti anlamadık.
nereye kazık çaksam oraya torba asar: Kişinin ne yaparsa yapsın, her durumda sorun yaşaması veya her şeyin olumsuz etkilenmesi.
O projede her şey ters gidiyor, nereye kazık çaksam oraya torba asar.
nev’i şahsına münhasır: Kendine özgü, benzersiz veya eşsiz.
O tasarımlar nev’i şahsına münhasır, gerçekten başka örneği yok.
nevaleyi düzmek: Bir şeyin düzenini sağlamak, düzene koymak.
Yatak odasının dağınıklığını nevaleyi düzmek gibi topladı.
nevri dönmek: Kişinin ruhsal veya fiziksel olarak bozulması, sıkıntı yaşaması.
O zor süreçler sonunda nevri döndü, iyice stresli ve yorgun görünüyor.
dağ fare doğurdu: Küçük bir olayın veya durumun, büyük bir beklentiyi karşılamaması .
Yeni çıkan ürün, herkesin umutla beklediği kadar etkileyici olmadı; sonuçta dağ fare doğurdu.
dağa çıkmak: Zor bir işe girişmek veya zorlu bir mücadeleye kalkışmak .
Bu proje gerçekten büyük bir çaba gerektiriyor, adeta dağa çıkmak gibi.
dağarcıkta bir şey kalmamak: Bir kişinin bilgi veya malzeme açısından tamamen tükenmiş olması.
Tüm kaynakları tükettiği için artık dağarcıkta bir şey kalmamakta.
dağdan gelip bağdakini kovmak: Başkalarının işine karışmak veya onların kararlarına müdahale etmek .
Şirketin eski yönetici, yeni yönetime sürekli müdahale ediyordu; adeta dağdan gelip bağdakini kovmak gibi.
daha iyisi can sağlığı: Sağlığın her şeyden önemli olduğunu ifade eden bir deyimdir.
Yeni iş teklifini kabul edemedim, ama daha iyisi can sağlığı, sağlığım yerinde.
dakikası dakikasına uymaz: Zaman konusunda düzensizlik veya belirsizlik .
Toplantı saatine bir türlü uyamadık, dakikası dakikasına uymaz durumda.
dal budak salmak: Bir işin genişleyip gelişmesi .
İşletme yıllar içinde dal budak saldı ve şimdi büyük bir şirket haline geldi.
dal gibi kalmak: Hareketsiz ve ilgisiz durumda kalmak.
Toplantı sırasında herkes aktif bir şekilde katkıda bulunurken, o dal gibi kaldı.
dal kol atmak: Bir işe veya duruma müdahale etmek .
Şirketin finansal sorunlarına dal kol attı ve durumu düzeltti.
dala çıka: Bir konu hakkında netleşmeden konuşmak veya bir konuya çok fazla dalmak .
Toplantı sırasında çok fazla dala çıktı ve esas konuyu unuttu.
dalavere çevirmek: Hile veya yalanla bir işi başarmak .
İşler yolunda gitmediği zamanlarda dalavere çevirdiği söylenir.
dalga boyu aynı olmak: İki şeyin uyumlu veya benzer olması .
Projeye katılan herkesin dalga boyu aynı olduğundan, takım çok uyumlu çalışıyor.
dalgaya düşmek: Kandırılmak veya aldatılmak .
İş teklifinde yüksek maaş vaatleri ile dalgaya düştü ve sonrasında hayal kırıklığı yaşadı.
dalgayı başa almak: Zor bir durumu veya sorunu ilk başta üstlenmek .
Projeye başlamak zorunda kaldık, bu yüzden dalgayı başa alıp tüm yükü üstlendik.
dalgınlığına getirmek: Bir kişiyi dikkatsiz veya unutkan yapmak .
Sürekli yeni bilgileri unutmaya başladım, dalgınlığına getirdi beni.
dalıp çıkmak: Bir konuya derinlemesine dalmak ve sonra tekrar yüzeye çıkmak .
Kitap okurken dalıp çıkıyorum; bazen saatlerce fark etmeden okuduğum oluyor.
dalıp gitmek: Bir düşünceye veya hayale yoğunlaşmak .
İşleri düşünmekten dalıp gitmiş, çevresindeki her şeyi unuttu.
dallandırıp budaklandırmak: Bir konuyu gereksiz yere karmaşık hale getirmek .
Basit bir sorunu dallandırıp budaklandırmak yerine, direkt çözüm önerisi getirmeliydi.
dalları basmak: Bir konuda etkisiz veya yetersiz olmak .
Bu toplantıda önerileriyle dalları basan kimse olmadı.
dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı: İki yüzlülük veya ikiyüzlülük .
Herkesin önünde bir şeyler söyleyip, arkasından başka şeyler yapması dam üstünde saksağan gibiydi.
dama taşı gibi oynatmak: Bir kişiyi kontrol etmek veya yönlendirmek .
Her adımını belirleyip dama taşı gibi oynatıyor, kendi planlarına göre hareket ettiriyordu.
damak çatlatan: Çok lezzetli veya etkileyici .
Bu tatlı gerçekten damak çatlatan bir lezzete sahip.
damarına çekmek: Bir işin veya olayın içine çekilmek .
Bu yeni projeye damarıma çekti, artık tüm enerjimi buraya harcıyorum.
damarını bulmak: Bir kişinin zayıf noktasını veya hassasiyetini keşfetmek .
Rakiplerinin damarını bulmayı başardı ve onun zayıf yönlerinden yararlandı.
damdan düşer gibi: Aniden ve beklenmedik şekilde bir şey yaşamak .
O an damdan düşer gibi bir his yaşadım, tamamen şok oldum.
damga vurmak: Bir kişi veya şey üzerinde kalıcı bir etki bırakmak .
O konuşmasıyla toplantıya damga vurdu ve herkes onun fikirlerini tartıştı.
damgasını vurmak: Bir konuda güçlü bir izlenim bırakmak .
Yenilikçi tasarımıyla projeye damgasını vurdu ve herkes beğendi.
danalar gibi bağırmak: Yüksek sesle ve gürültüyle bağırmak .
Sinirli olduğu zaman danalar gibi bağırıyor, etrafı bıçak gibi kesiyor.
dananın kuyruğu kopmak: Büyük ve önemli bir olayın yaşanması .
Sonunda dananın kuyruğu koptu ve tüm gerçekler ortaya çıktı.
dandini bebek: Basit ve sıradan bir şey .
O eşyayı dandini bebek gibi değerlendirdik, aslında pek bir işlevi yoktu.
dara düşmek: Zorluk içinde kalmak veya sıkıntı yaşamak .
Son aylarda ekonomik sıkıntılardan dolayı dara düştük.
darbe vurmak: Şiddetli bir etki yapmak veya zarar vermek .
Yeni yasa tasarısı sektöre büyük bir darbe vurdu.
darbe yemek: Bir konuda olumsuz etkilenmek veya zarar görmek .
Kriz döneminde şirketler ciddi darbe yedi.
darboğazdan geçmek: Bir sıkıntı veya zorluğun üstesinden gelmek .
Proje bütçesinde bir darboğazdan geçtik ama sonunda çözüm bulduk.
darısı dostlar başına: Kişinin başına gelen iyi bir şeyin, başkalarına da olması temennisinde bulunmak.
Mezuniyetini kutlarken “darısı dostlar başına” dedik, onların da bu başarıyı yaşamasını istedik.
davar gütmek: Sürü veya büyük bir grup hayvanı yönetmek .
Çocukluk yıllarında köyde davar gütmekle meşguldüm.
davul dövmek: Gürültü yapmak veya çok dikkat çekmek .
Düğünlerde davul döver gibi ortalıkta gezer, herkesin dikkatini çeker.
davul görür oynar, mihrap görür ağlar: Kişinin bulunduğu ortamın veya nesnenin tipine göre davranışını değiştirmesi .
İşte davul görür oynar, mihrap görür ağlar; bu yüzden her ortamda farklı davranıyor.
dediği dedik, çaldığı düdük: Kendi bildiğini okuyan, başkalarının fikirlerine önem vermeyen kişi .
Yöneticimiz dediği dedik, çaldığı düdük; önerilerimizi dikkate almıyor.
dediğinden çıkmak: Söylediğinden sapmak veya değiştirmek .
Bu proje için verdiği sözden çıktı ve farklı bir yol izlemeye başladı.
defi bela kabilinden: Bir işin ya da olayın zorlaştırılmadan veya sorun çıkarmadan halledilmesi .
O işi çözerken belli başlı sıkıntılar yaşadı, ama defi bela kabilinden halletti.
defterden silmek: Bir kişiyi veya şeyi tamamen unutmak .
Eski hataları defterden silmek en iyisidir, geçmişte takılmamak gerek.
defteri dürülmek: Bir kişinin ya da olayın son bulması .
Eski projeyi defteri dürülmek zorunda kaldık, yeni bir başlangıç yapmamız gerekiyor.
defterini dürmek: Bir kişinin işlerinin veya planlarının son bulması .
Artık bu işin defterini dürmek zamanı geldi, yeni fırsatlara yelken açmalıyız.
değirmen taşının altından diri çıkar: Bir durumun zorluklarından sağ çıkmak .
Zorlu sınavlardan geçtik ama yine de değirmen taşının altından diri çıktık.
değirmenin suyu nereden geliyor?: Bir işin arka planında ne tür kaynakların olduğunu sorgulamak .
Bu kadar büyük bir yatırımın arkasında değirmenin suyu nereden geliyor, araştırmalıyız.
dehşete kapılmak: Büyük bir korku yaşamak .
O an yaşadığı kaza sonrası dehşete kapıldı ve ne yapacağını bilemedi.
deli bayrağı açmak: Çılgınca davranmak veya sıradışı hareketlerde bulunmak .
Parti sırasında deli bayrağı açtı ve herkes onun eğlenceli hareketlerini konuştu.
deli danalar gibi dönenmek: Aniden ve kontrolsüz bir şekilde hareket etmek .
Yoğun iş temposu nedeniyle deli danalar gibi dönenmekten yoruldum.
deli danalar gibi dönmek: Çılgınca ve kontrolsüz bir şekilde hareket etmek .
Kutlamada herkes deli danalar gibi dönüyordu, hiç durmadan eğlendiler.
deli divane olmak: Tamamen akıl sağlığını yitirmiş olmak .
O kadar çok stres yaşadı ki, artık deli divane olmuş gibi davranıyor.
deli etmek: Bir kişiyi çok sinirli veya üzüntülü yapmak .
Her gün aynı hataları yaparak beni deli etti.
deli kızın çeyizi gibi: Çılgınca veya karışık bir durumda olmak .
Odanın içi tamamen dağınıktı, deli kızın çeyizi gibiydi.
deli olmak işten değil: Akıl sağlığının kaybolmasının kolay olabileceği .
Sürekli strese maruz kalan bu tempoda deli olmak işten değil.
deli pösteki sayar gibi: Çıldırmış gibi davranmak veya kontrolsüz hareket etmek .
O işte başına gelen sorunlardan sonra deli pösteki sayar gibi davranmaya başladı.
deli Raziye: Çok çılgın veya kontrolsüz davranan bir kişiyi tanımlamak için kullanılır.
Toplantılarda herkesi deli Raziye gibi karşılıyor, hiç kimse onunla baş edemiyor.
deliğe girmek: Büyük bir sıkıntı veya zor durumda kalmak .
O mali kriz yüzünden deliğe girdi, tüm planları suya düştü.
delik deşik aramak: Her şeyi en ince ayrıntısına kadar incelemek veya eleştirmek .
Projeyi teslim etmeden önce her detayı delik deşik aradı.
delinin eline değnek vermek: Akıl sağlığı yerinde olmayan birine yetki vermek veya sorumluluk yüklemek .
Yönetim, delinin eline değnek vermiş gibi bu kadar sorumluluğu ona bıraktı.
deliye dönmek: Çok sinirli veya çılgın hale gelmek .
Yine geç kaldı, bu durumda deliye dönecek gibi görünüyor.
deliye her gün bayram: Çılgınca davranışları olan birinin her günün fırsat olarak görmesi .
Yatırımcı, borsa dalgalanmalarında deli gibi davranıyor; deliğe her gün bayram.
dem çekmek: İkili ilişkilerde bir şeyi beklemek veya çekmek .
İyi bir fırsat için dem çekiyoruz, umarız yakında bir gelişme olur.
dem sürmek: Bir şeyi beklemek veya zaman geçirmek .
Tatil için dem sürmek zorunda kaldık çünkü her şey son dakika değişti.
demediğini bırakmamak: Her şeyi ayrıntısıyla söylemek veya her şeyi belirtmek .
Toplantıda her ayrıntıyı demediğini bırakmamak istiyorum, her şeyi netleştirmek gerek.
demem o deme değil: Söylediğiniz şeyin kastettiğiniz anlamda olmadığını belirtmek için kullanılır.
“Zamanı dolmuş” dediğimde demem o deme değil, sadece geçici bir durumdan bahsediyorum.
demeye kalmamak: Söylediğiniz şeyin hemen gerçekleşmesi .
Planları yaparken demeye kalmadan olaylar gelişti ve her şey değişti.
demir almak: Bir şeyden ders çıkarmak veya tecrübe edinmek .
O zor işlerden demir aldı ve daha dikkatli olmaya başladı.
demir gibi olmak: Sağlam ve güçlü olmak .
Bu performansın ardından moralim demir gibi oldu, hiçbir şey beni yıkamaz.
demir leblebi: Çok sert ve dayanıklı bir şey .
Eski köy evinin kapısı demir leblebi gibi, hiç bozulmuyor.
denizi geçip çayda boğulmak: Büyük bir başarıya ulaştıktan sonra küçük bir hatadan dolayı başarısız olmak .
İş projelerini başarıyla tamamladı, ama küçük bir detayda hata yaparak denizi geçip çayda boğuldu.
derdini Marko Paşa’ya anlat: Kişinin sorununu önemli veya etkili birine anlatması gerektiğini ifade eder.
Proje sorunlarını çözmek için yetkililere iletmen gerek; derdini Marko Paşa’ya anlat.
dereden tepeden konuşmak: Konuşulan şeyin konuya uygun olmaması veya düzensiz bir şekilde yapılması .
Konuşurken dereden tepeden konuştu ve kimse ne demek istediğini anlayamadı.
dereyi görmeden paçaları sıvamak: Bir durumu veya problemi yeterince görmeden hareket etmek .
Önce işin detaylarını öğrenmeden harekete geçti; dereyi görmeden paçaları sıvamıştı.
derinlere dalmak: Bir konuya veya düşünceye derinlemesine yoğunlaşmak .
Kitap okumaya başladığında derinlere dalıyor ve saatlerin nasıl geçtiğini fark etmiyor.
derisi kemiklerine yapışmak: Bir kişinin çok zayıf veya hasta görünmesi .
Hastalıktan sonra derisi kemiklerine yapışmış durumda, sağlık durumunu iyileştirmesi gerekiyor.
derisini yüzmek: Bir kişiyi zor durumda bırakmak veya ona zarar vermek .
O sıkıntılı süreçte derisini yüzdü ve işini kaybetti.
destan gibi: Çok etkileyici veya uzun bir şey .
Bu başarı öyküsü destan gibi, herkesin ilgisini çekti.
deve kuşu gibi başını yere gömmek: Sorunları görmezden gelmek veya kaçmak .
Sorunlar göz önündeyken deve kuşu gibi başını yere gömmek yerine, çözüm aramalı.
deveye hendek atlatmak: Büyük bir zorluğu aşmak veya başarmak .
İşyerinde birçok zorluk yaşandı, ama deveye hendek atlatmayı başardık.
deveyi hamuduyla yutmak: Bir işin tüm yönleriyle başa çıkmak veya her şeyle ilgilenmek .
Bu projeyi devraldığında deveyi hamuduyla yutmak zorunda kaldı, her detayla ilgilenmek durumunda kaldı.
deveyi havutuyla yutmak: Aynı şekilde büyük bir işin tüm yönleriyle başa çıkmak .
Proje başlangıcında tüm ayrıntıları göz önünde bulundurarak deveyi havutuyla yutmak zorundaydı.
deyip de geçmek: Bir konuyu yüzeysel olarak ele almak .
Önemli detayları göz ardı ederek deyip de geçmek yerine, her yönüyle incelemek gerek.
deyip de geçmemek: Bir konuya yeterince önem vermek veya üzerine düşünmek .
Yatırım kararını alırken deyip de geçmemek, her detayı analiz etmek önemlidir.
dırdır etmek: Sürekli şikayet etmek veya söylenmek .
Her fırsatta işten şikayet ederek dırdır etmekten bıktım.
dış kapının dış mandalı: Bir kişinin veya şeyin dışarıdan gelen etkilerden veya sorunlardan haberi olmaması.
İş yerindeki yeni düzenlemeler onun için dış kapının dış mandalı gibiydi.
dışı seni, içi beni yakar: Görünüşte bir şey başkasına zarar vermezken, aslında kişinin kendisine zarar verdiği .
O öneriler dışı seni, içi beni yakar; herkes için iyi olmayabilir.
dibi düşmek: Çok kötü bir duruma düşmek .
Mali kriz yüzünden şirketin durumu dibi düştü.
didik didik etmek: Bir şeyi ayrıntılarıyla incelemek veya araştırmak .
Raporları didik didik etti ve her eksik detayı buldu.
dik başlı: İnatçı ve kendi bildiğini okuyan kişi .
O işteki başarısızlığına rağmen dik başlı davranmaya devam ediyor.
dikili ağacı olmamak: Sahiplenilecek veya güvenilecek bir konumda olmamak .
Yöneticinin bu projede dikili ağacı yok; dolayısıyla sorumluluk almak istemiyor.
dilenemez dilenci: Herhangi bir yardım veya destek alamayacak durumda olan kişi .
Durumu o kadar kötü ki, dilenemez dilenci gibi yardım beklemekte.
dili bir karış: Çok sessiz ve konuşmayan kişi .
Toplantıda dili bir karış uzundu; hiç konuşmadı.
dili çetrefilli olmak: Konuşurken karmaşık ve anlaşılması zor olmak .
Sunumunu dinlerken dili çetrefilli oldu ve ne dediğini anlamakta zorlandık.
dili tutulmak: Şaşkınlıktan veya utançtan dolayı konuşamaz hale gelmek.
Şaşırtıcı haberi duyduğunda dili tutuldu ve hiçbir şey söyleyemedi.
dili varmamak: Bir konuda konuşmaya yeteneği veya cesareti olmamak.
O kadar sinirliydi ki, dili varmamakta ve hiçbir şey söylememekte kararlıydı.
dilini zaptetmek: Konuşmalarını kontrol altına almak veya susturmak .
Tartışmaların büyümemesi için dilini zaptetmek zorundaydı.
dilinin altındaki baklayı çıkarmak: Bir kişinin sakladığı bir sırrı veya düşünceyi açıklamak .
Sonunda dilinin altındaki baklayı çıkardı ve gerçekleri anlattı.
dilinin altındaki baklayı çıkartmak: Aynı şekilde bir kişinin sakladığı bir sırrı veya düşünceyi açıklamak .
Bu konuda sessiz kalmak yerine dilinin altındaki baklayı çıkartmalı.
dillere düşmek: Çok konuşulan veya yaygın olarak bilinen bir kişi veya konu olmak.
Yeni yaptığı proje sayesinde dillere düştü ve herkes ondan bahsediyor.
direksiyon sallamak: Araç kullanmak , bazen de yönlendirme anlamında metaforik olarak kullanılır.
Uzun yolculuk sırasında direksiyon sallamak zorunda kaldım.
dirsek çevirmek: Bir işte veya durumda hile yapmak veya manipülasyon yapmak .
Yöneticinin bu hileyle dirsek çevirdiğini ve kuralları çiğnediğini düşünüyorum.
diş geçirememek: Bir şeyi etkileyememek veya başaramamak .
Yetersiz hazırlık yüzünden projeye diş geçiremedik.
diş göstermek: Birine karşı cesaret veya tehdit göstermek .
Rakiplerine diş gösterdi ve nasıl başa çıkacaklarını göstermek zorunda kaldılar.
dişini sıkmak: Zor bir durumda sabırlı ve dayanıklı olmak .
Bu zor süreçte dişini sıkmak zorunda kaldı, umarım yakında işler yoluna girer.
dişini sökmek: Zor bir durumda büyük bir çaba sarf etmek .
Proje sürecinde dişini sökmek zorunda kaldı, ama başarılı oldu.
dişinin kovuğuna yetmemek: Yetersiz veya eksik olmak .
Bu iş için gerekli kaynaklar dişinin kovuğuna yetmemekte; daha fazla desteğe ihtiyacımız var.
dişlek kodaman: Sosyal veya ekonomik olarak güçlü, ancak dişleriyle bir şeyler yapamayan kişi .
Güçlü biri olduğu halde bazı konularda dişlek kodaman gibi davranıyor.
dişleri dökülmek: Yaşlanmak veya güçsüzleşmek .
Yaşlandıkça dişleri dökülmeye başladı ve artık çiğneme güçlüğü çekiyor.
divaneye dönmek: Aklını yitirmek veya çok tuhaf davranmak .
İşlerin karmaşası içinde divaneye döndü ve ne yapacağını şaşırdı.
diz dize oturmak: Yan yana oturmak veya yakın ilişkilerde olmak .
Eski arkadaşlarla bir araya gelip diz dize oturduk ve eski günleri yad ettik.
dizginleri eline almak: Bir işin kontrolünü tamamen ele geçirmek .
Proje kriz durumdaydı ve lider dizginleri eline alarak durumu toparladı.
dizginleri gevşetmek: Bir şeyi daha serbest bırakmak veya kontrolü gevşetmek .
Proje ilerledikçe dizginleri gevşetti ve ekip üyelerine daha fazla özgürlük tanıdı.
dizginleri salıvermek: Tamamen serbest bırakmak .
Her şey yolunda olduğunda dizginleri salıverdi ve yaratıcı özgürlüğe izin verdi.
doğduğuna inanıp öldüğüne inanmamak: Bir şeyin yaşam süresine dair kesin bir yargıya varmak .
Yeni projeyi başlattık, ancak doğduğuna inanıp öldüğüne inanmamak lazım, gelişmeleri takip etmek gerekiyor.
doğmamış çocuğa don biçmek: Henüz gerçekleşmemiş bir olay için plan yapmak veya tahminlerde bulunmak.
Proje onaylanmadan doğmamış çocuğa don biçmek gibi davranma, önce kesinleşmesini bekle.
dokuz doğurmak: Bir durumu dikkatli bir şekilde değerlendirmek veya çok dikkatli olmak .
İş yerindeki her yeni değişiklikte dokuz doğurmak zorundayız, her detayı incelemeliyiz.
dokuz köyden kovulmuş: Herkes tarafından dışlanmış veya kabul edilmemiş olmak .
Çalıştığı yerden ayrılmak zorunda kaldı, şimdi dokuz köyden kovulmuş gibi hissediyor.
dolmaları yutmak: Herhangi bir işte çok yetenekli veya başarılı olmak .
Yeni tarifleriyle dolmaları yutmakta, gerçekten bu işi çok iyi yapıyor.
domuzdan kıl koparmak: Çok zor bir işi başarmak veya değerli bir şeyi elde etmek .
Bu proje için çok uğraştı, adeta domuzdan kıl koparmak gibi bir çaba sarf etti.
dona kalmak: Şaşkınlık veya korkudan hareketsiz kalmak .
Beklenmedik bir haber aldığında dona kaldı ve ne yapacağını bilemedi.
dost acı söyler: Gerçek dostlar, acı bile olsa doğruyu söyler .
O, her zaman dost acı söyler; hatalarını yüzüne vurur ve bunu kişisel almazsan, iyiliğini düşünür.
dost kazığı: Bir arkadaşın, dost olarak görünmesine rağmen size zarar vermesi .
Ona güvenip verdiği tavsiyeyi uyguladım ama sonuç dost kazığı oldu.
dosta düşmana karşı: Her durumda destek olma veya yardımcı olma .
Her zaman dostuna düşmana karşı çıkmak gerek, gerçek arkadaş böyle olur.
dostlar başına: Zorluklar veya sorunlarla karşılaşan bir kişinin durumunu belirtirken kullanılır.
O kadar büyük bir sıkıntıya düştü ki, dostlar başına!
dosya açmamak: Bir şeyi veya kişiyi göz ardı etmek veya önemsememek .
O olayla ilgili dosya açmamak en iyisi, zamanla unutulur.
doyumluk değil tadımlık: Bir şeyin küçük miktarda veya kısa süreli olduğunu belirtir.
Bu tatlılar doyumluk değil tadımlık; çok hafif ve sadece bir parça yeter.
dozunu kaçırmak: Bir şeyin aşırıya kaçmak veya gereğinden fazla yapmak .
İkili ilişkilerde dozunu kaçırmak, tarafları zora sokabilir.
Döner taşım yok öter kuşum yok: Kendini göstermek veya öne çıkarmak için malzemeleri veya donanımı eksik olan .
Bu etkinlikte tüm hazırlıklar eksikti; döner taşım yok öter kuşum yok gibiydi.
dört ayak üstüne düşmek: Başarılı bir şekilde kriz veya zor durumdan çıkmak .
İş yerindeki krizi dört ayak üstüne düştü ve her şey eski düzenine döndü.
dört göz bir evlat için: Çok beklenen veya önemli bir şey için büyük bir sabır ve özlem .
Oğlunun mezuniyet töreni için dört göz bir evlat için bekledi.
dört yanı deniz kesilmek: Etrafın tamamen denizle çevrilmiş olması .
Tatil köyü dört yanı deniz kesilmiş bir yer, manzarası muhteşem.
dörtnala kaldırmak: Hızla ve büyük bir enerjiyle hareket etmek .
Proje ilerleyişi dörtnala kaldırdı ve sonuçlar kısa sürede geldi.
döviz kaçırmak: Yatırımlarda para kaçırmak veya kayıptan kaçınmak .
Mali kriz döneminde döviz kaçırmak zorunda kaldı, çünkü tasarruflarını korumak istedi.
dudak büzmek: Bir şeye karşı küçümseyici bir tavır takınmak veya memnuniyetsizlik göstermek .
Yatırım raporunu okurken dudak büzdü, sonuçları beğenmedi.
dudukuşu: Üzerinde konuşulmaması gereken veya önemsiz bir konu .
O konu tamamen dudukuşu; önemli bir şey değil, üzerinde durmaya gerek yok.
dumanı üstünde: Bir şeyin yeni veya sıcak olduğunu belirtmek .
Yeni alınan araba dumanı üstünde, daha dün çıktı bayiden.
dumur olmak: Şaşkınlığa düşmek veya afallamak .
Aniden gelen haberle dumur oldu ve ne yapacağını bilemedi.
durup dinlenmeden: Sürekli veya kesintisiz bir şekilde devam etmek .
İşler o kadar yoğun ki, durup dinlenmeden çalışmak zorundayım.
Dut yemiş bülbüle dönmek: Çok üzülmek veya moralinin bozulması .
İşler kötü gittiğinde dut yemiş bülbüle dönüyor, yüzü asılıyor.
duyguları okşamak: Bir kişinin duygusal olarak tatmin olması veya mutlu olması .
Güzel bir hediye almak duyguları okşamak gibiydi, çok mutlu oldum.
düdük gibi olmak: İlgisiz veya önemsiz görünmek .
Toplantıda öyle düdük gibi oturdu ki, hiç katkı sağlamadı.
düğün değil bayram değil eniştem beni niye öptü: Gereksiz veya uygunsuz bir davranışı ifade eden bir deyimdir.
Yatırım kararlarını görüşürken ani bir değişiklik yapmak, düğün değil bayram değil eniştem beni niye öptü gibi bir durum yaratabilir.
düğün dernek, hep bir Her durumda benzer bir örnek ya da model olmak .
Her toplantıda aynı sorunları tartışıyoruz; düğün dernek, hep bir örnek.
dümdüz etmek: Bir şeyi tamamen düz hale getirmek veya düzenlemek .
Çalışma alanını dümdüz etmek istiyorum, her şey yerli yerinde olmalı.
dümen suyundan gitmek: Birinin izinden gitmek veya onun etkisinde kalmak .
Başarılı yöneticilerin dümen suyundan giderek kariyerimde ilerlemek istiyorum.
dünya kazan ben kepçe: Her şeyin gereğinden fazla veya aşırı olduğunu belirtir.
Her projede bu kadar ayrıntıya takılmak, dünya kazan ben kepçe, biraz da esnek olmalı.
dünyadan el etek çekmek: Toplumdan veya sosyal yaşamdan uzaklaşmak .
Emekli olduktan sonra tamamen dünyadan el etek çekmek ve huzurlu bir yaşam sürmek istiyor.
dünyaya gözlerini açmak: Dünyaya gelmek, doğmak .
Yeni bir bebek dünyaya gözlerini açtı ve aile büyük bir sevinç yaşadı.
dünyaya gözlerini kapamak: Ölmek veya hayata veda etmek .
Yaşlı bir insanın dünyaya gözlerini kapaması, hayat döngüsünün doğal bir parçasıdır.
dünyaya kazık çakmak: Dünyayı değiştirmek veya önemli bir etki bırakmak .
O yenilikçi projeyle dünyaya kazık çakmayı başardı ve sektörde devrim yarattı.
dünyaya kazık kakmak: Aynı şekilde dünyayı değiştirmek veya etkili bir şey yapmak .
Şirketin başarıları, dünyaya kazık kakmak anlamına geliyor, büyük bir etki yarattı.
dürbünün tersiyle bakmak: Bir durumu veya olayı yanlış anlamak veya küçümsemek .
Sorunları çözmek yerine dürbünün tersiyle bakmak, problemi daha da büyütür.
düşeş atmak: Şanssız bir durumla karşılaşmak veya kötü bir sonuç almak .
Şanslı bir gün geçiremedim; birçok düşeş atmak zorunda kaldım.
düşte görse hayra yormamak: Bir şeyi olumlu olarak değerlendirmemek veya şansa bağlı olmamak .
Bu kadar büyük bir başarıyı düşte görse hayra yormamak gerek, dikkatli olmalıyız.
düşük yapma: Tıbbi bir durum olarak hamilelik sırasında bebeğin ölmesi .
Gebelik sırasında bazı komplikasyonlar nedeniyle düşük yaptı.
düşünüyorum, öyleyse varım: Düşünme yetisinin, varlık ve bilincin kanıtı olduğuna inanmak .
Felsefi tartışmalarda “düşünüyorum, öyleyse varım” düşüncesini ele aldık.
düzlüğe çıkmak: Zor bir durumu atlatarak rahatlamak veya düzelmek .
Proje sürecindeki zorlukları aştık, şimdi nihayet düzlüğe çıktık.
Ebussuut Efendi’nin gelini: Ünlü bir kişiye veya onun ailesine ait olmak .
İş dünyasında, başarılarıyla Ebussuut Efendi’nin gelini gibi saygı görüyor.
Ebusuut Efendi’nin torunu: Aynı şekilde ünlü bir kişinin torunu olmanın getirdiği avantajları belirtir.
Aile mirası ve gelenekleri sayesinde Ebusuut Efendi’nin torunu gibi ayrıcalıklı.
ecel beşiği: Ölümün kaçınılmaz olduğunu belirtir, ölüme dair bir ifade olarak kullanılır.
Sağlık problemleri nedeniyle her an ecel beşiğinde olabiliriz.
eceline susamak: Ölümün yaklaşması .
Yaşlılık ve hastalıklar nedeniyle eceline susamış durumda.
edepsizliği gündeliğe takılmak: Kötü davranışların veya edepsizliğin sürekli hale gelmesi .
Edepsizliği gündeliğe takılmak gibi, her fırsatta saygısızlık yapıyor.
efendilik yapmak: Kendisini üstün ve saygıdeğer biri olarak göstermek .
Toplantılarda sürekli efendilik yapmak yerine, gerçek yeteneklerini göstermesi gerekiyor.
efendizadem: Eski bir hitap ifadesidir; efendi .
Toplantı sırasında eski bir dostu görüp, “Efendizadem” diyerek selamlaştı.
eğrisi doğrusuna gelmek: Her şeyin zamanla kendine döneceği, yerli yerine oturacağı .
Başarısızlıklar geçici, eğrisi doğrusuna gelir ve her şey yoluna girer.
ekmeği dizinde: Geçim kaynağını, rızkını sağlayan kişinin durumunu belirtir.
İşten çıkarıldıktan sonra ekmeği dizinde değil, sıkıntılı bir dönem geçirdi.
ekmeğine yağ sürmek: Birinin işine yardım ederek ya da iyi davranarak onu desteklemek .
İş yerinde başarılı olmak için patrona ekmeğine yağ sürmek gerekiyor.
ekmeğini eline almak: Geçim kaynağını kazanmak .
Kendi işini kurarak ekmeğini eline almaya başladı.
ekmek elden su gölden: Kolay ve rahat bir yaşam .
O kadar iyi bir işte çalışıyor ki, ekmek elden su gölden gibi bir yaşam sürüyor.
ekrut: Çeşitli anlamlarda kullanılan, özellikle iş yerlerinde belirli görevleri ifade eden bir terimdir.
Yeni görevler alarak iş yerinde ekrut pozisyonunda çalışıyor.
el ayak çekilmek: Bir şeyden uzaklaşmak veya bir ortamdan çıkmak .
İşler kötü gidince, hızla el ayak çekilmek zorunda kaldı.
el ele vermek: Bir işi birlikte yapmak veya yardımlaşmak .
Projeyi başarıyla tamamlamak için tüm ekip el ele verdi.
el üstünde gezmek: Birini çok özel ve ayrıcalıklı görmek .
Yeni çalışanı el üstünde gezdiriyorlar, çünkü çok yetenekli.
elemtere fiş kem gözlere şiş: Kötü gözlerden veya nazardan korunmak için kullanılan bir ifadedir.
Yeni arabayı elemtere fiş kem gözlere şiş diyerek nazardan korumak istiyorlar.
eli ayağı birbirine dolanmak: Karışıklık veya karmaşaya düşmek .
Çalışma sırasında tüm belgeler karıştı ve eli ayağı birbirine dolandı.
eli ayağı olmak: Birisinin yardımcısı veya destekleyeni olmak .
Yeni projede tüm işlerin eli ayağı oldum, her şeyi ben organize ettim.
eli ayağı titremek: Heyecan veya korkudan titremek .
Sunum yaparken eli ayağı titredi, çok heyecanlıydı.
eli çabuk: İş yapma konusunda hızlı ve becerikli olmak .
O, eli çabuk bir marangoz; işi hızla bitiriyor.
eli kolu bağlı kalmak: Bir işte veya durumda sınırlı olmak veya hareket edememek .
Bürokratik engeller yüzünden eli kolu bağlı kalmak zorunda kaldı.
eli sıkı: Paraya karşı cimri veya tutumlu olmak .
Evin sahibi eli sıkı bir adam, kirayı zamanında almakta çok titiz.
eli sopalı: Sert ve otoriter olmak .
Yönetici eli sopalı biri; kurallara çok dikkat ediyor.
eline sağlık: Bir işin iyi yapıldığını veya yapılan işten memnuniyet duyulduğunu ifade eder.
Yemek gerçekten harika olmuş, eline sağlık.
eline vur ekmeğini ağzından al: Birinin emeğine zarar vermek veya onu engellemek .
Yeni düzenlemeler, çalışanların eline vurup ekmeğini ağzından alıyor gibi.
elini kana bulamak: Kötü bir iş yapmak, birine zarar vermek .
Bu tür işlerle elini kana bulamamalı, etik olmayan şeylerden uzak durmalı.
elini vicdanına koyarak konuşmak: İçten ve samimi olarak bir şey söylemek .
Elini vicdanına koyarak konuştu ve tüm doğruları söyledi.
elinin hamuruyla erkek işine karışmak: Kadınların erkek işlerine karışmaması gerektiğini belirten bir ifadedir.
Bu proje tamamen erkek işi; elinin hamuruyla erkek işine karışma.
emeği geçmek: Bir işte katkısı olan, çaba gösteren kişi olmak .
Başarılı projede herkesin emeği geçti; katkıda bulunan herkese teşekkürler.
emmeli gömmeli: Hem iyi hem de kötü özelliklerin bir arada olması .
Projede hem olumlu hem de olumsuz yönler var, emmeli gömmeli bir durum.
Ermeni gelini gibi: İşlerin veya davranışların abartılı ve dikkat çekici olması .
O kadar süslü giyinmiş ki, Ermeni gelini gibi dikkat çekiyor.
Ermeni gelini gibi kırıtmak: Abartılı veya aşırı bir şekilde kendini göstermek .
Yeni arabasıyla Ermeni gelini gibi kırıtmak istemiyor, daha sade bir yaşam tercih ediyor.
ervahlarına yuf olsun: Ölen veya kaybolan kişilere yönelik bir anma veya dua .
Geçmişteki dostları için ervahlarına yuf olsun diyerek anma düzenledi.
esen kalmak: Sağlıklı ve huzurlu olmak .
Tatilden dönerken herkesin esen kalmasını diledim.
eski hamam eski tas: Eski düzenin veya alışkanlıkların devam etmesi .
Yeni yönetim değişikliğine rağmen eski hamam eski tas, hiçbir şey değişmedi.
eski köye yeni âdet getirmek: Yeni bir şeyin, eski alışkanlıkları değiştirmeye çalışması .
O kadar yeni fikir önerdi ama eski köye yeni âdet getirmek gibi oldu; kimse alışamadı.
eskisini aratmak: Öncekinden daha kötü bir duruma düşmek .
Yeni sistem eski düzeni aratıyor; işlerin daha da kötüleştiğini düşünüyorum.
eşeğe gücü yetmeyip semerini dövmek: Kendi eksikliklerini başkalarına yüklemek .
İşteki başarısızlıklarını başkalarına yükleyip, eşeğe gücü yetmeyip semerini dövüyor.
eşek başı mısın: Bir kişinin akıl veya mantık eksikliği .
Bu kadar basit bir hatayı yapman, eşek başı mısın gibi bir durum yaratıyor.
eşek hoşaftan ne anlar: Bir şeyin anlamını veya değerini anlamayan kişi .
Ona bu karmaşık konuyu anlatmanın anlamı yok, eşek hoşaftan ne anlar ki?
eşek sikine kelebek konmuş gibi: Bir kişinin gereksiz yere büyüklenmesi veya kendini beğenmesi .
O yeni başarısı karşısında eşek sikine kelebek konmuş gibi davranıyor.
eşekten düşmüş karpuza dönmek: Bir kişi kötü bir duruma düştüğünde kullanılan bir ifadedir.
İşteki hatalar yüzünden tamamen eşekten düşmüş karpuza döndü.
eşiğine yüz sürmek: Bir yere büyük bir saygı göstermek veya orada çok zaman geçirmek .
O mekânda uzun yıllar çalıştı ve eşiğine yüz sürdü, orayı ev gibi gördü.
eşref saati gelmek: Bir kişinin en iyi veya en şanslı zamanının gelmesi .
Sonunda eşref saati geldi ve hayalindeki işe başladı.
eşşeğin amına su kaçırmak: Bilinçli olarak sorun yaratmak veya dikkat çekmek .
Her toplantıda kaos yaratması, eşşeğin amına su kaçırmak gibi bir durum yarattı.
et et üstüne koymamak: Bir konuda yeterince ilerleme kaydetmemek veya sorunları çözmemek .
Proje ilerlemiyor, et et üstüne koymamak gibi bir durum var.
eteği tutuşmak: Aşırı kıskançlık veya sıkı denetim .
Eşi her hareketini dikkatle izliyor, eteği tutuşmak gibi bir durum var.
etek belde: Kadın giysileriyle ilgili bir ifade olup, daha çok kıyafetlerin yerini belirtir.
Geleneksel elbiselerde etek belde, daha zarif bir görünüm sağlar.
etekleri uzamak: Yaşlılık veya deneyimle birlikte kişinin davranışlarının değişmesi .
Yaş ilerledikçe etekleri uzamak gibi, daha sabırlı ve anlayışlı hale geliyor.
ev ev dolaşmak: Her yeri gezmek veya bir şey aramak .
Eski eşyaları bulmak için ev ev dolaştı.
evi sırtında: Geçim sağlamak veya sürekli hareket halinde olmak .
Yeni işinde evi sırtında gibi sürekli seyahat ediyor.
evlerden ırak: Çok uzak bir yer .
Bu köy evlerden ırak, şehir merkezine oldukça uzak.
eyere de gelir semere de: Her şeyin belli bir değeri veya yararı olduğunu belirtir.
Her işin kendi zorlukları ve getirileri var; eyere de gelir semere de.
ez ez de suyunu iç: Zorlu bir işi veya durumu kabul etmek .
İşyerindeki sıkıntılar devam ediyor, ez ez de suyunu iç, yapacak bir şey yok.
ezan okumak: Namaz vakti olduğunda camilerde ezan okumak .
Sabah ezanını caminin minaresinden duydum.
ezilip büzülmek: Büyük sıkıntı veya zor bir durumda kalmak .
İşlerin yoğunluğu yüzünden sürekli ezilip büzülüyor.
Aba altından değnek göstermek: Gizlice veya dolaylı yoldan tehdit etmek, gizli bir şekilde güç veya otorite kullanmak .
Herkese tatlı görünmeye çalışıyor ama aslında aba altından değnek gösteriyor.
Abayı yakmak: Bir şeyi veya birini çok fazla ön plana çıkarmak, gereksiz yere önem vermek .
O projeyi her fırsatta övünce, abayı yaktı ve herkes dikkatini çekti.
Abbas yolcu: Gidici, durumu veya kişinin artık orada olmadığını ifade eden bir deyimdir.
Toplantıda konuşan kişinin Abbas yolcu olduğu anlaşıldı, artık burada değil.
Abdestinden şüphesi olmamak: Kendi doğru ve temiz olduğundan emin olmak .
Her şeyi doğru yaptığından emin, abdestinden şüphesi yok.
Abes kaçmak: Konu dışı, anlamsız veya gereksiz bir şey yapmak .
O tartışmanın bu kadar uzaması tamamen abes kaçtı.
Abesle iştigal etmek (veya uğraşmak): Gereksiz, anlamsız veya işe yaramayan bir şeyle meşgul olmak .
O konuda bu kadar vakit harcamak abesle iştigal etmek gibi.
Abuk sabuk konuşmak: Anlamsız ve mantıksız konuşmak .
Toplantıda sürekli abuk sabuk konuştu, kimse ne dediğini anlamadı.
Acı çekmek (duymak): Zor bir durumu yaşamak, fiziksel ya da duygusal olarak rahatsızlık duymak .
Sakatlıktan dolayı acı çekiyor, tedavi süreci çok uzun.
Acısını çekmek: Bir eylemin ya da olayın olumsuz sonuçlarını yaşamak .
Yanlış karar verdiği için acısını çekti, tüm projeyi kaybetti.
Acısını çıkarmak: Bir kişiden ya da durumdan intikam almak, bir şeyi telafi etmek .
Hatalı çalıştığı projeyi tekrar yaparak acısını çıkardı.
Aç susuz kalmak: Hem aç kalmak hem de susuz olmak, zor bir durumda olmak .
Uzun süren yolculuk sırasında aç susuz kaldık, büyük sıkıntı yaşadık.
Açık kapı bırakmak: Gelecekteki bir olasılık veya fırsat için bir alan veya şans bırakmak .
O konuyu netleştirmedi, açık kapı bıraktı her ihtimale karşı.
Açık vermek: Dikkatsizlik veya hatadan dolayı bir bilgi veya fırsatı düşürmek .
Sunumda açık verdi, bazı bilgiler eksikti.
Açıkta kalmak (olmak): Korumasız veya güvencesiz durumda olmak .
Yapı ruhsatı olmadan açıkta kaldı, inşaatı devam edemedi.
Açlıktan nefesi kokmak: Çok aç olmak, açlıktan rahatsızlık duymak .
O kadar açtı ki, açlıktan nefesi kokuyor.
Açmaza düşmek: Çözümü olmayan, karmaşık bir durum içine girmek .
O sorunlar yüzünden açmaza düştü, çıkış yolu bulamıyor.
Adı batmak: Kötü bir üne sahip olmak, ismi olumsuz bir şekilde anılmak .
O olaydan sonra adı batmış durumda, kimse onunla iş yapmak istemiyor.
Adı çıkmak: Bir kişinin veya şeyin belli bir üne sahip olması .
İyi işlerle tanındığı için adı çıktı, herkes onun başarılarını konuşuyor.
Adı kalmak: Sadece isminin veya unvanının kalması, gerçek başarı veya etkinin olmaması .
Projede eski ünvanının adı kaldı, hiçbir somut başarı elde edemedi.
Adını ağzına almamak: Bir kişiyi veya şeyi özellikle dile getirmemek, anmamak .
Kötü bir olaydan sonra adını ağzına almıyor, tüm bağlantıları kesmiş.
Adını koymak: Bir şeyin ne olduğunu veya ne olacağını belirlemek, isimlendirmek .
Yeni stratejiyi belirleyip adını koydu, artık her şey net.
Aforoz etmek: Bir kişiyi toplumdan veya belirli bir gruptan dışlamak, ayıplamak .
O olaydan sonra aforoz edildi, artık grupta yer almıyor.
Ağır basmak: Bir şeyin ya da bir kişinin üstün gelmesi, daha etkili veya önemli olması .
O tartışmada ağır basan onun görüşü oldu, diğerleri kabul etti.
Ağır gelmek: Zor veya sıkıntı verici olmak .
Bu sorumluluk ona ağır geldi, daha fazla yük taşıyamıyor.
Ağırdan almak: Bir işi yavaşlatmak, acele etmemek .
Son teslim tarihine rağmen ağırdan alıyor, işleri yavaşlatıyor.
Ağız kalabalığına getirmek: Gereksiz yere fazla konuşmak, laf kalabalığı yapmak .
Toplantıda ağız kalabalığına getirdi, konuyu uzattı.
Ağız yapmak: Konuşmak, bazı şeyleri dile getirmek .
Sıkıntıları hakkında ağız yaptı, her şeyi açıkladı.
Ağızda sakız gibi çiğnemek: Bir konuyu sürekli tekrarlamak veya aynı şeyi uzun süre gündemde tutmak .
Her fırsatta aynı tartışmayı ağızda sakız gibi çiğniyor.
Ağzı açık ayran delisi (budalası): Her şeye şaşıran, anlayışsız ve tepkisiz biri .
O kadar büyük bir sürpriz ki, ağzı açık ayran delisi gibi kaldı.
Ağzı kulaklarına varmak: Çok mutlu ve keyifli olmak .
Başarı haberini aldıktan sonra ağzı kulaklarına vardı, çok sevindi.
Ağzı süt kokmak: Genç, tecrübesiz veya çocukça davranmak .
Henüz iş dünyasında yeni olduğu için, ağzı süt kokuyor.
Ağzı var dili yok: Bir kişinin çok konuşmasına rağmen etkili bir şekilde ifade edememesi .
Toplantıda ağzı var dili yok, hiçbir somut öneri getirmedi.
Ağzında bakla ıslanmamak: Konuşmamak, bir şeyi gizli tutmak .
Saklı kalması gereken bir sır hakkında ağzında bakla ıslanmıyor.
Ağzından girip burnundan çıkmak: Bir şeyin çok uzun sürmesi veya bir kişiyi çok fazla konuşması .
Sunum ağzından girip burnundan çıktı, çok uzadı.
Ağzından kaçırmak: Bilmeden veya istemeden bir sırrı veya önemli bilgiyi söylemek .
Planları ağzından kaçırdı, herkes öğrendi.
Ağzını açıp gözünü yummak: Bir konu hakkında ne dediğini düşünmeden konuşmak .
Ona bu konuda dikkat etmesi gerektiğini söyledim ama ağzını açıp gözünü yummak gibi davrandı.
Ağzını aramak (yoklamak): Bir konuda bilgi toplamak, bir durumu öğrenmek .
Toplantı sırasında ağzını arıyor, herkesin fikrini öğrenmek istiyor.
Ağzını kapamak (kilitlemek): Konuşmayı veya bilgi vermeyi durdurmak .
O olaydan sonra ağzını kapadı, artık hiçbir şey söylemiyor.
Ağzının suyu akmak: Bir şeyi çok istemek, cazip bulmak .
O yemeği görünce ağzının suyu aktı, çok beğendi.
Ah almak: Bir kişinin veya bir şeyin zarara uğraması, bir konuda şikayetçi olmak .
Haksızlığa uğradığında ah aldı, içi rahatlamadı.
Ahı çıkmak: Bir eylem veya olayın sonrasında hakkının verilmemesi, haksızlığa uğramak .
O kadar emek vermesine rağmen, ahı çıktı ve ödülünü alamadı.
Ahkâm çıkarmak: Gereksiz yere detaylı ve karmaşık açıklamalar yapmak .
O konuda ahkâm çıkardı, basit bir işi karmaşık hale getirdi.
Akan sular durmak: Zamanla bir şeyin veya olayın etkisinin azalması .
Başarısız projeden sonra işleri toparlamak zor oldu, ama akan sular durdu ve düzene girdik.
Akıl etmek: Bir şeyi anlamak, bir fikre sahip olmak .
Bu işin detaylarını akıl etti, artık ne yapması gerektiğini biliyor.
Akla karayı seçmek: Zorlu bir durumla karşılaşmak, çözüm bulmakta zorlanmak .
O işin içinden çıkmak için akla karayı seçti, birçok çözüm yolu denedi.
Aklı almamak: Bir durumu veya durumu anlamamak, kabul edememek .
O kadar büyük bir başarısızlık ki, aklı almıyor.
Aklı başına gelmek: Bir kişinin daha mantıklı veya akıllı bir şekilde davranmaya başlaması .
Uzun süren kaosun ardından, aklı başına geldi ve işleri düzeltti.
Aklı başında olmamak: Normal düşünce yeteneğini yitirmek, mantıksız davranmak .
O kadar sinirlendi ki, aklı başında olmuyor.
Aklı başından gitmek: Şok veya yoğun bir duygudan dolayı normal düşünme yeteneğini kaybetmek .
O kadar büyük bir sürpriz yaşadı ki, aklı başından gitti.
Aklı çıkmak: Bir şeyi anlamakta veya kabul etmekte zorlanmak .
Önemli bir haberi duyduğunda aklı çıktı, ne yapacağını bilemedi.
Aklı durmak: Şok edici bir durum karşısında şaşkınlık yaşamak .
O olay karşısında aklı durdu, nasıl tepki vereceğini bilemedi.
Aklı karışmak: Düşünce ve kararlarını karıştırmak, kafa karışıklığı yaşamak .
Proje detayları hakkında konuşurken aklı karıştı, ne yapması gerektiğini bilemedi.
Aklı kesmek: Bir durumu veya durumu net bir şekilde anlamak .
O konuda bilgi sahibi olduktan sonra, aklı kesti ve ne yapması gerektiğini fark etti.
Aklına düşmek: Bir şeyin düşünceye gelmesi, akılda yer edinmesi .
O yeni fikri aklına düştü, hemen denemek istedi.
Aklına esmek: Bir şey yapmak için ani bir istek veya fikir gelmesi .
Birden aklına esti, planlarını değiştirdi.
Aklına gelmek: Bir şeyin düşünceye gelmesi, hatırlamak .
O eski arkadaşını aklına geldi, hemen aramak istedi.
Aklından zoru olmak: Akıl sağlığı yerinde olmamak, zihinsel zorluk yaşamak .
Son zamanlarda yaşadığı olaylar yüzünden aklından zoru oluyor.
Aklını (bir şeyle) bozmak: Bir şey yüzünden zihnini karıştırmak veya normal düşünce yeteneğini kaybetmek .
O uzun toplantılar aklını bozdu, artık ne yaptığını bilmiyor.
Aklını peynir ekmekle yemek: Çok düşüncesizce veya mantıksız bir şekilde hareket etmek .
Yaptığı açıklamalarla aklını peynir ekmekle yedi, çok komik bir duruma düştü.
Akşamdan kavur, sabaha savur: Akşamdan hazırlayıp, sabaha kadar tüketmek .
Yemekleri akşamdan kavurup sabaha savurdu, ertesi gün de hala vardı.
Al gülüm ver gülüm: Karşılıklı olarak iyiliklerde bulunmak, hediyeleşmek .
O etkinlikte sürekli al gülüm ver gülüm yaptılar, herkes bir şeyler hediye etti.
Al takke ver külah: Karşılıklı değişim yapmak, genellikle bir şeyin değiş tokuş edilmesi .
Sonunda al takke ver külah dediler ve anlaşmaya vardılar.
Alacağına şahin, vereceğine karga (kuzgun): Bir şeyi almak istediğinde çok hevesli olmak, ama vermesi gerektiğinde isteksiz davranmak .
Ödülleri almak için alacağına şahin, ama sorumlulukları yerine getirmekte vereceğine karga gibi.
Alı al, moru mor: Her şeyin renginin ve şeklinde olması, her şeyin uygun olması .
Yeni dekorasyonuyla her şey alı al, moru mor oldu, mükemmel görünüyor.
Alıcı gözüyle bakmak: Bir şeyi değerlendirme veya beğenme amacıyla dikkatli bir şekilde bakmak .
O eski eşyayı alıcı gözüyle inceledi, çok değerli olduğunu düşündü.
Alın teri dökmek: Çok çalışmak, emek vermek .
O projede büyük başarı elde etti çünkü alın teri döktü.
Allah yarattı dememek: Bir şeyin doğal olarak oluştuğunu, ilahi bir müdahaleye gerek olmadığını ifade etmek .
O işin bu kadar iyi olmasını sadece Allah yarattı dememek, titiz çalışmanın sonucu.
Alnının akıyla: Onurlu ve başarıyla tamamlamak, suçsuz ve temiz bir şekilde olmak .
Sınavı başarıyla geçti ve alnının akıyla mezun oldu.
Alnının kara yazısı: Kişinin kendi hataları veya suçları nedeniyle kötü duruma düşmesi .
O kötü kararlar yüzünden alnının kara yazısı oldu, kimse güvenmiyor.
Altında kalmamak: Bir durum veya kişi karşısında geri kalmamak, etkilenmemek .
Yeni teknolojilere uyum sağlamak için altında kalmamak gerek.
Altından girip üstünden çıkmak: Bir durumu dolambaçlı yollardan çözmek, kurnazca hareket etmek .
O anlaşmayı yaparken altından girip üstünden çıktı, birçok hile kullandı.
Altını çizmek: Önemli bir noktayı vurgulamak .
Sunumda önemli verilerin altını çizdi, herkes dikkatle dinledi.
Altını üstüne getirmek: Bir şeyi tamamen değiştirmek veya karıştırmak .
O rapor üzerinde çok oynadı ve altını üstüne getirdi, sonuçlar tamamen farklı oldu.
Aman dedirtmek (amana getirmek): Bir şeyin çok zorlayıcı veya rahatsız edici olması .
O işin zorluğu yüzünden herkese aman dedirtti, çok fazla stres yarattı.
Aman vermemek: Bir kişiye veya duruma tolerans göstermemek, sıkı davranmak .
Ona bu hatayı bir daha yapmaması için aman vermedi, sert bir şekilde uyardı.
Amana gelmek: Güvenilir ve sağlam bir durumu ifade eder, verilen sözlere bağlı kalmak .
Projeyi zamanında teslim ederek amana geldi, herkes memnun kaldı.
Anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek: Bir kişinin kötü davranışları yüzünden ceza veya kötü sonuçlarla karşılaşması .
Yaptığı hataların cezasını anasından emdiği süt burnundan geldi, çok büyük sorunlar yaşadı.
Anasının gözü: Bir kişinin en değerli, sevdiği şeyi ifade eder.
O çocuk, anasının gözü gibi, her zaman yanında.
Anca beraber, kanca beraber: Bir şeyin birlikte yapılması gerektiğini, ayrılmaz bir bütün olduğunu ifade eder.
Bu projede başarılı olmak için anca beraber, kanca beraber çalışmalıyız.
Aralarından su sızmamak: İki veya daha fazla kişi arasında çok yakın bir ilişki olduğunu ifade eder.
O çiftin ilişkisi gerçekten çok güçlü, aralarından su sızmıyor.
Araya girmek: Bir olayın veya konuşmanın içine dahil olmak, müdahale etmek .
O tartışmada araya girdi, iki tarafı da sakinleştirmeye çalıştı.
Arayı yapmak: İki taraf arasında mesafe veya ayrılık oluşturmak .
O olay yüzünden arayı yaptı, artık eski dostlarıyla konuşmuyor.
Arı kovanı gibi işlemek: Yoğun ve sürekli çalışmak .
O fabrikanın üretim hattı arı kovanı gibi işliyor, durmaksızın çalışıyor.
Arka arkaya vermek: Bir şeyi peş peşe yapmak, ardışık olarak sunmak .
Toplantıda arka arkaya verdi sunumlar, katılımcılar oldukça etkilendi.
Arka çıkmak: Bir kişi veya görüşü desteklemek .
O olayda arka çıktı, arkadaşının haklarını savundu.
Arka kapıdan çıkmak: Gizlice bir yerden çıkmak .
Parti sonunda, kalabalık dikkatini çekmeden arka kapıdan çıktı.
Arkadan söylemek: Bir kişiye doğrudan değil, dolaylı olarak konuşmak .
Eleştirilerini arkadan söyledi, doğrudan yüzüne karşı konuşmadı.
Arkadan vurmak: Bir kişiyi gizlice veya haksız yere eleştirmek .
O kişi arkadan vurdu, başka arkadaşlarıyla hakkında kötü konuştu.
Arkasını getirememek: Bir işi ya da durumu sürdürememek .
İyi bir başlangıç yapmasına rağmen, projeyi arkasını getiremedi.
Arpacı kumrusu gibi düşünmek: Çok şüpheci veya endişeli olmak .
O kadar detaylı düşündü ki, arpacı kumrusu gibi her ihtimali göz önünde bulundurdu.
Arpalık yapmak: Küçük ve önemsiz işlerle uğraşmak .
O görevde arpalık yaptı, önemli işler yerine küçük işlerle meşguldü.
Asıp kesmek: Sert ve aşırı bir şekilde eleştirmek .
Toplantıda proje hakkında asıp kesti, herkesin moralini bozdu.
Askıya çıkarmak: Bir şeyi geçici olarak durdurmak .
Proje bütçesi sorunları yüzünden askıya aldı, ilerlemeyi durdurdu.
Astarı yüzünden pahalı olmak (pahalıya gelmek): Bir şeyin görünen maliyetinden daha yüksek bir maliyeti olması .
O proje astarı yüzünden pahalıya geldi, bütçe aşımına yol açtı.
Astığı astık, kestiği kestik: Kural ve yasaklara sıkı sıkıya uymak .
Yönetici astığı astık, kestiği kestik bir tutum sergiledi, kimse kuralları ihlal edemedi.
Aşağıdan almak: Bir işte veya durumda en düşük seviyede kalmak .
O işte aşağıdan aldı, önemli bir sorumluluk üstlenmedi.
At oynatmak: Yetkili veya etkili bir şekilde davranmak, başkalarına yön vermek .
Yönetici toplantılarda at oynatıyor, her şey onun istediği gibi yürüyüyor.
Ateş almak: Zorluk çekmek, sıkıntı yaşamak .
Yeni iş düzenlemeleriyle ateş aldı, birçok sorun yaşadı.
Ağzı dili bağlanmak: Bir kişinin konuşma yeteneğini kaybetmesi ya da ağızının kapalı olması durumunu ifade eder. Örneğin: “Düşüncelerini açıkça ifade edemediği için ağzı dili bağlanmış gibi konuşuyor.”
Ağzı dört köşe olmak: Çok şaşkın veya hayret içinde olmak. Örneğin: “Son haberleri duyunca ağzı dört köşe oldu.”
Ağzı paça olmak: Çok aç gözlü veya çok konuşkan olmak. Örneğin: “Hikayeyi dinlerken ağzı paça oldu, her detayı öğrenmek istiyor.”
Ağzı sıkılık: Konuşkan olmamak, sır saklamak. Örneğin: “Önemli bilgileri sadece ağzı sıkı olanlardan alabilirsin.”
Ağzına düşmek: Bir şeyin ağzına düşmesi, genellikle yiyecek veya içeceklerin ağzına dökülmesi . Örneğin: “Biraz hızlı yediği için çorba ağzına düştü.”
Ağzına kaygan kapamak: Bir şeyi iyi gizlemek, sırıtmadan sessiz kalmak. Örneğin: “O konu hakkında hiç konuşmadı, ağzına kaygan kapamış gibi.”
Ağzına kilit takmak: Sırrı saklamak, konuşmamak. Örneğin: “O konuda ağzına kilit takmış, ne olacağını bilmiyoruz.”
Ağzına sağlık: Birinin söylediklerinden memnuniyet ifade eden bir teşekkür. Örneğin: “Lezzetli yemek için ağzına sağlık, ellerine sağlık.”
Ağzına sıçmak: Kötü bir şekilde yemek veya içmek . Örneğin: “Yemek yerken ağzına sıçtı, temizlenmesi uzun sürdü.”
Ağzına vermek: Birine bir şeyin iyi ya da kötü etkisini göstermek. Örneğin: “Yardım teklifini kabul etti, ağzına verdiği şeyler oldukça iyiydi.”
Ağzından bal damlamak: Ağızından tatlı sözlerin dökülmesi. Örneğin: “Hikayeyi anlatırken ağzından bal damlıyordu, herkes çok beğendi.”
Ağzından çıkanı kulağı duymamak: Kişinin söylediklerinin ne anlama geldiğini ya da verdiği sözleri önemsememek. Örneğin: “Sözlerine güvenme, ağzından çıkanı kulağı duymamak lazım.”
Ağzından laf almak: Bir kişiden bir şey öğrenmek. Örneğin: “Ondan bilgi alman zor, ağzından laf almak için özel bir ilişki kurmak gerekiyor.”
Ağzından yel almak: Boş konuşmak, gereksiz sözler söylemek. Örneğin: “O, her zaman ağzından yel alıyor, önemli bir şey söylediğini sanmıyorum.”
Ağzını aramak: İstemeden bir sorunu ya da durumu büyütmek. Örneğin: “Bu işin içine girmemeliydin, şimdi ağzını arıyorsun.”
Ağzını bıçak açmamak: Çok sessiz olmak, konuşmamak. Örneğin: “Toplantı sırasında ağzını bıçak açmıyordu, ne düşündüğü belli olmuyordu.”
Ağzını paça etmek: Konuşurken ağız hareketleriyle dikkat çekmek. Örneğin: “Toplantıda sürekli ağzını paça etti, her kelimeyi vurgulayarak söyledi.”
Ağzını poyraza açmak: Birine karşı çok açık ve net olmak. Örneğin: “O konuda açıkça konuşmak istiyorsa, ağzını poyraza açmak zorunda.”
Ağzının kaytanını çekmek: Konuşmaktan vazgeçmek, sır saklamak. Örneğin: “Sakın bu konuda konuşma, ağzının kaytanını çekmen gerek.”
Ağzının mührü ile: Bir şeyin kesinlikle doğru olduğunu vurgulamak. Örneğin: “Söyledikleri her zaman doğrudur, ağzının mührü ile doğruladı.”
Ağzının payını vermek: Birine hakkını teslim etmek, ödül vermek. Örneğin: “Başarıları için ağzının payını verdi, ödüllerle onurlandırdı.”
Ağzıyla kuş tutmak: Çok yetenekli olmak, olağanüstü başarılar göstermek. Örneğin: “Bu konuda ağzıyla kuş tutuyor, herkes ona hayran.”
Ah edip eh işitmek: Bir şeyin zorlayıcı olduğunu ya da zahmetli olduğunu ifade etmek. Örneğin: “O iş çok meşakkatli, ah edip eh işitmek zorunda kalıyorsun.”
Ahfeş’in keçisi gibi başını sallamak: Bir şeyi anlamış gibi görünmek ama aslında anlamamak. Örneğin: “Sunum sırasında ahfeş’in keçisi gibi başını salladı ama ne dediğini anlamadım.”
Ahı gitmiş vahı kalmış: Geçmişteki bir şeyin veya kişinin kötü durumda olması. Örneğin: “Geçmişten gelen bu işin ahı gitmiş vahı kalmış, bir an önce çözülmesi gerekiyor.”
Ahını yerde koymamak: Kötü bir durumu veya kişiyi adaletli bir şekilde cezalandırmak. Örneğin: “Haksızlığa uğradığında ahını yerde koymamak için hakkını aradı.”
Ak sakaldan yok sakala gelmek: Yaşlı kişilerin bilgeliği veya tecrübesinin yerinde olduğunu belirtmek. Örneğin: “Bu konuda çok tecrübeli, ak sakaldan yok sakala gelmek işin gereği.”
Akı bokuna karışmak: İşi veya durumu karmaşık hale getirmek. Örneğin: “Bu işin içine girdikten sonra akı bokuna karıştı, çözüm bulmak zorlaştı.”
Akıl akıl, gel çengele takıl: Bir kişinin akıl vermeye çalıştığını ama bu akılın işe yaramadığını ifade eder. Örneğin: “Her konuda akıl veriyor ama akıl akıl, gel çengele takıl diyesi geliyor.”
Akıl gel sikime takıl: Bu ifade, genellikle sinirli bir şekilde akıl vermeyi reddetmek . Örneğin: “Beni sinirlendirme, akıl gel sikime takıl demek istiyorum.”
Akıl öğretmek: Bir kişiye akıl vermek veya bilgi öğretmek. Örneğin: “Gençler, iş dünyasında başarılı olmak için akıl öğretmek gerekiyor.”
Akıl sır ermemek: Bir durumu veya düşünceyi anlamamak. Örneğin: “Bu planın nasıl işleyeceğini akıl sır ermemek zor.”
Akıl vermek: Başkalarına tavsiye veya öneride bulunmak. Örneğin: “Çözüm bulmak için ona akıl vermek yerine kendi yolunu bulmasını sağla.”
Akla karayı seçememek: Seçim yapmakta zorlanmak, net karar verememek. Örneğin: “Bu kadar seçeneğin arasında akla karayı seçememek zor.”
Aklı basmak: Bir şeyin mantığını kavramak. Örneğin: “O işi yaparken her şeyin aklı basmak gerek.”
Aklı başından bir karış yukarda: Kişinin düşünme yeteneği ya da karar verme kapasitesinin yüksek olduğunu ifade eder. Örneğin: “O kadar zeki ki, aklı başından bir karış yukarda.”
Aklı bokuna karışmak: Kişinin mantıksız ve saçma düşüncelere kapılması. Örneğin: “Bu konuda aklı bokuna karışmış, doğru karar vermekte zorlanıyor.”
Aklı durmak götü tavana vurmak: Kişinin aniden sinirlenmesi veya şaşırması. Örneğin: “Son gelişmeler karşısında aklı durmak götü tavana vurdu.”
Aklı durmak kıçı tavana vurmak: Kişinin çok sinirlenmesi veya şaşırması. Örneğin: “Olayın büyüklüğünden aklı durmak kıçı tavana vurdu.”
Aklı ermek: Bir şeyin mantığını kavrayabilmek, anlamak. Örneğin: “O kadar karmaşık işlerin mantığını anlamak aklı ermek gerekir.”
Aklı fırtmak: Kafanın karışması, düşünmenin zorlaşması. Örneğin: “Bu kadar detay arasında aklı fırtmak zor.”
Aklı götünde: Kişinin mantıksız veya saçma düşüncelere sahip olması. Örneğin: “Ona bir şey anlatmaya çalışmak, aklı götünde demek gibi.”
Aklı sikinde: Birinin kafasının karışık ve mantıksız bir durumda olması. Örneğin: “Sorunu çözmek yerine aklı sikinde bırakıyor.”
Aklına turp sıkmak: Birine veya bir şeye zarar vermek, kötü bir şey yapmak. Örneğin: “Onu bu durumda bırakmak, aklına turp sıkmak olur.”
Aklını başına almak: Akıllı ve mantıklı hareket etmek. Örneğin: “Sorunları çözmek için aklını başına alması lazım.”
Aklını çelmek: Birini düşüncelerinden alıkoymak, yönlendirmek. Örneğin: “Ona kötü alışkanlıklar kazandırarak aklını çelmek istiyorlar.”
Aklını kaçırmak: Şaşkınlık, stres veya üzüntü nedeniyle düşünme yeteneğini kaybetmek. Örneğin: “O kadar kötü bir haber aldı ki aklını kaçırdı.”
Akordeon olmak: Bir kişinin hem olumlu hem de olumsuz davranışları bir arada göstermesi. Örneğin: “Herkesle iyi geçiniyor ama bazen de akordeon gibi davranıyor.”
Akoz etmek: Bir kişiyi aldatmak veya kandırmak. Örneğin: “Herkes onu akoz etti, gerçekte ne yapacağını kimse bilmiyor.”
Akü doldurmak: Bir şeyi ya da bir durumu enerjiyle doldurmak, güçlendirmek. Örneğin: “Projenin başarısı için akü doldurmak gerekiyor.”
Aküsü bitmek: Bir şeyin ya da bir kişinin enerjisinin tükenmesi. Örneğin: “O kadar çalıştıktan sonra aküsü bitti, dinlenmeye ihtiyacı var.”
Akyazılı: Saf, temiz, yani doğal haliyle. Örneğin: “O bölgeyi keşfederken, doğal güzellikleri akyazılı buldum.”
Akyazılı görmek: Bir kişinin ya da durumun tamamen doğal ve saf olduğunu görmek. Örneğin: “Bu doğal manzarayı akyazılı görmek insana huzur veriyor.”
Al beni gaydası: Bir şeyi ya da durumu belirli bir standarda getirmek. Örneğin: “Her şey yerli yerinde, al beni gaydası oldu.”
Alabanda olmak: Yoğun bir şekilde çalışmak veya hareket etmek. Örneğin: “Projede çok çalıştı, alabanda olmak zorunda kaldı.”
Alabandayı çekmek: Zorlu bir duruma düşmek veya büyük bir çaba sarf etmek. Örneğin: “Bu işin içine girdikten sonra alabandayı çekmek zorunda kaldı.”
Alabandayı yemek: Büyük bir sorunla karşılaşmak. Örneğin: “Başarıya ulaşmak için çok çalıştı ama alabandayı yedi.”
Alafranga bebesi: Yüksek standartlarda giyinen veya yaşayan kişi. Örneğin: “O kadar şık giyinmiş ki, alafranga bebesi gibi görünüyor.”
Alakaya çay demlemek: Gereksiz veya alakasız bir şeyle uğraşmak. Örneğin: “Bu kadar detayla ilgilenmek alakaya çay demlemek gibi.”
Alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete: İşin içinde dolap döndürmek, sahtekarlık yapmak. Örneğin: “O işi bu kadar uzatmanın nedeni alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete.”
Alavere dalavere yapmak: İşleri karmaşık hale getirmek, hileli işlemler yapmak. Örneğin: “Bu işin bu kadar karmaşık hale gelmesinin nedeni alavere dalavere yapmak.”
Alaya çıkarılmak: Küçük düşürülmek, dalga geçilmek. Örneğin: “O önemli toplantıda alaya çıkarıldı, herkes onunla dalga geçti.”
Alaylı yazılımcı: Eğitimli veya lisanslı olmayan, kendi kendine öğrenmiş yazılımcı. Örneğin: “Bu proje için alaylı yazılımcılara da yer verdik.”
Alçacık boylu kadife donlu: Küçük, önemsiz ve sıradan kişileri ifade eden bir deyim. Örneğin: “Onun bu kadar düşük kalitedeki işine alçacık boylu kadife donlu muamelesi yaptık.”
Ali kıran baş keser: Çok acımasız, sert ve adaletsiz davranan kişi. Örneğin: “Hatalarını görmezden gelmek yerine ali kıran baş keser gibi davrandı.”
Ali Rıza: Yaygın bir ad, genellikle halk arasında kullanılan bir isim. Örneğin: “Ali Rıza isimli bu adam çok saygıdeğer biridir.”
Allah hakkı için: Bir şeyi yaparken dürüst ve samimi olmayı ifade eder. Örneğin: “Bu işi Allah hakkı için yapmalısın, her şeyin doğru olması gerek.”
Allah kerim yeri: Kişinin bilinmeyen ya da belirsiz bir durumda olduğunu ifade eder. Örneğin: “Şu an ne olacağını bilmiyorum, Allah kerim yeri.”
Atsan atılmaz, satsan satılmaz: Bir şeyin değersiz olduğunu, hiçbir şekilde fayda sağlamayacağını ifade eder.
O eski bilgisayar atsan atılmaz, satsan satılmaz durumda, artık işe yaramıyor.
Avucunu yalamak: Bir fırsatı kaçırmak veya bir şeye sahip olamayacağını anlamak .
Düşlediği evi almak için parası yetmeyince, avucunu yalamak zorunda kaldı.
Ayağa kalkmak: Bir yerden veya durumdan toparlanmak, kendini yeniden bulmak .
Yatırımlardaki kayıptan sonra şirket ayağa kalkmak için yeni stratejiler geliştirdi.
Ayağı ile gelmek: Bir yere gitmek , genellikle bir şeyi ifade etmek için kullanılır.
Davetli olmadan ayağı ile geldi ve etkinliği izlemeye başladı.
Ayağını kaydırmak: Bir hata yapmak, yanlış bir adım atmak .
O yanlış karar ayağını kaydırmasına neden oldu ve projeyi tehlikeye attı.
Ayak diremek: Bir şeyin yapılmasına karşı çıkmak, direniş göstermek .
Yeni düzenlemelere karşı ayak diremek zorunda kaldılar, değişiklikleri kabul etmediler.
Ayak uydurmak: Gelişmelere veya değişikliklere uyum sağlamak .
Hızla değişen teknolojilere ayak uydurmak zorundayız, aksi takdirde geride kalırız.
Ayaklar altına almak: Bir şeyi küçümsemek, önemsememek .
Başarılarını ayaklar altına aldı, tüm çabalarını hiçe saydı.
Ayakları geri geri gitmek: Bir şeyden korkmak veya çekinmek .
O iş yerinin zorlayıcı şartları yüzünden ayakları geri geri gitmeye başladı.
Ayıkla pirincin taşını: Bir işteki gereksiz veya kötü unsurları ayıklamak .
Proje raporunu gözden geçirirken ayıkla pirincin taşını, her detayı dikkatle kontrol et.
Aza çoğa bakmamak: Mevcut durumu kabul etmek, mevcutla yetinmek .
O işte aza çoğa bakmamak gerekti, mevcut şartlarla ilerlemek zorundaydık.
Azizlik etmek: Her şeyi kuralına uygun yapmak, dikkatli davranmak .
O işin detaylarına azizlik etti, her şeyin mükemmel olduğundan emin oldu.
Ağzı kulağına varmak: Çok mutlu, memnun veya şaşkın olmak .
O hediye ile ağzı kulağına vardı, çok sevindi.
Alıcı gözüyle bakmak: Bir şeyi dikkatli bir şekilde değerlendirmek .
O evi alıcı gözüyle inceledi, her detayını kontrol etti.
Ayaklar altında çiğnenmek: Bir şeyin veya kişinin değersizleşmesi .
Bu eski eşyalar artık ayaklar altında çiğneniyor, kimse önemsemiyor.
Bir dokun bin ah işit: Küçük bir hareketin veya sözün büyük bir etki yaratması .
Yaptığı küçük bir eleştiri ile bir dokun bin ah işit etti, herkes tepki gösterdi.
Bülbül gibi şakımak: Çok neşeli ve yüksek sesle konuşmak, şarkı söylemek .
Partide bülbül gibi şakımak istedi, her şeyi neşeyle anlattı.
Ciğeri yanmak: Çok üzülmek veya acı çekmek .
O olayda ciğeri yandı, büyük bir acı yaşadı.
Döner taşım yok, öter kuşum yok: Kendisinin veya çevresinin herhangi bir özelliği veya katkısı olmadığını ifade eder.
Kardeşim için her şeyi yapmaya çalıştım ama döner taşım yok, öter kuşum yok, hiçbir katkım olmadı.
Dört gözle beklemek: Bir şeyi büyük bir heyecanla veya sabırsızlıkla beklemek .
Yeni telefonunu dört gözle bekliyor, sabırsızlıkla teslim edilmesini istiyor.
Dut yemiş bülbüle dönmek: Çok üzülmek veya moralinin bozulması .
O olaydan sonra dut yemiş bülbüle döndü, çok üzgün görünüyor.
Namuslu adamdır; kursağından haram lokma geçmemiştir: Bir kişinin çok dürüst ve temiz olduğunu ifade eder.
O kişi namuslu adamdır; kursağından haram lokma geçmemiştir, her zaman düzgün bir yaşam sürmüştür.
Onda çüke sürülecek akıl yoktur: Bir kişinin akıl veya mantık yönünden yetersiz olduğunu ifade eder.
O kararın ne kadar yanlış olduğunu anlatmak zor, çünkü onda çüke sürülecek akıl yoktur.
Sofranın sınırı yok, tokadın yuları yok: Bir şeyin sınırsız olduğunu veya yapılacak şeyin kontrolsüz olduğunu ifade eder.
O evde her şey sofranın sınırı yok, tokadın yuları yok gibi
Sofranın sınırı yok, tokadın yuları yok: Bir şeyin sınırları olmadığını, kontrolün kaybolduğunu ifade eder.
Evdeki davette sofranın sınırı yok, tokadın yuları yok gibi, her şey serbestti.
Unu kuru olmak: İyi durumda, sorunsuz olmak .
Sosyal güvenceleri sağlam olan kişi unu kuru durumda, herhangi bir endişesi yok.
Aba altından sopa göstermek: Gizli şekilde tehdit etmek veya uyarıda bulunmak .
O konuşmada aba altından sopa gösterdi, dolaylı bir şekilde tehditte bulundu.
Aba gibi: Kaba, sert veya iri olarak tanımlamak .
O konuşma tarzı aba gibi; direkt ve sert bir üslubu var.
Abacı kebeci, sen neci: Bir kişinin işini bilmeden konuştuğunu veya bir şeyi anlamadığını ifade eder.
O işin detayları hakkında konuşurken, abacı kebeci, sen neci dedirtti, çünkü ne hakkında konuştuğunu bilmiyordu.
Abanoz gibi: Çok sert veya dayanıklı .
O insan abanoz gibi güçlü, hiçbir şey onu kolayca etkileyemez.
Abanoz kesilmek: Çok ciddi veya katı bir tavır sergilemek .
O toplantıda abanoz kesildi, ciddi bir tutum sergileyerek herkesin dikkatini çekti.
Abayı sermek: Çok fazla dikkat çekmek veya öne çıkmak .
O performansıyla abayı serdi, tüm gözler onun üzerindeydi.
Abaza çekmek: Bir durumu zorlaştırmak veya sıkıntıya sokmak .
Yeni yönetim değişikliği işleri abaza çekti, her şey daha karmaşık hale geldi.
Abazan döküntüsü: Genellikle zayıf, işe yaramaz bir kişi için kullanılan bir ifadedir.
Ona abazan döküntüsü denir, işten anlamayan ve sürekli sorun çıkaran biri olarak görülür.
Abazan kalmak: Bir şeyi ya da durumu yetersiz ve değersiz olarak tanımlamak .
O eski ekipman abazan kaldı, artık kullanılmaz hale geldi.
Abazan köyün dişi eşeği: Bir kişinin köydeki ya da toplumdaki çok düşük ve aşağılayıcı bir pozisyona sahip olduğunu ifade eder.
Kişinin sürekli olumsuz tavırları ve davranışları yüzünden abazan köyün dişi eşeği olarak adlandırılıyor.
Abdal dili dökmek: Yetersiz ve karışık konuşmak .
O konuda abdal dili döktü, konuşması anlaşılmaz ve dağınıktı.
Abdest almak: İslam dininde namaz öncesi yapılan temizlik .
Namazdan önce abdest aldı, temizlenmek için gerekli adımları tamamladı.
Abdest bozmak: Abdestin geçerliliğini yitirmesi, genellikle temizlik kurallarını ihlal etmek .
Yemek yedikten sonra abdest bozdu, namaz için tekrar abdest alması gerek.
Abdest tazelemek: Abdestin geçerliliğini sağlamak amacıyla yeniden almak .
O işten sonra abdest tazelemek zorunda kaldı, tekrar temizlenmesi gerekti.
Abdesti bozulmak: Abdestin geçerliliğini yitirmesi .
O olay abdesti bozulmasına neden oldu, namaz için abdestini tekrar alması gerekiyordu.
Abdesti gelmek: Abdest alma ihtiyacı duymak .
O uzun bir yolculuktan sonra abdesti geldi, temizlenmek istedi.
Abdesti kaçmak: Abdestin geçerliliğini yitirmesi .
Yemeğin ardından abdesti kaçtı, namaz kılmadan önce tekrar abdest alması gerekiyor.
Abdestinde namazında olmak: Dinî görevleri eksiksiz ve doğru şekilde yerine getirmek .
Her zaman abdestinde namazında olmaya özen gösterir, dini kurallara uygun yaşar.
Abdestini vermek: Abdest almak .
Namaz için abdestini verdi, temizlenmek için gerekli adımları tamamladı.
Abdestsiz yere basmamak: Abdestin bozulmaması için dikkatli olmak .
Temizlik kurallarına dikkat eden kişi, abdestsiz yere basmamak konusunda titizdir.
Abes bulmak: Bir şeyin anlamsız veya gereksiz olduğunu düşünmek .
O öneriyi abes buldu, konuyla ilgili hiç anlamlı görmedi.
Abesle iştigal etmek: Anlamsız veya gereksiz bir şeyle meşgul olmak .
Önemli işlerle ilgilenmesi gereken kişi abesle iştigal etti, vakit kaybı yaşandı.
Abesle uğraşmak: Anlamsız veya gereksiz işlerle vakit geçirmek .
O kadar önemli işler varken abesle uğraşmak doğru değil, zaman kaybediyorsun.
Abıhayat içmiş: Yaşlanmış, yaşlı bir kişi için kullanılır.
O çok yaşlı ve abıhayat içmiş, yılların verdiği yorgunluğu üzerinde taşıyor.
Abliyi bırakmak: Birine karşı aşırı davranışları bırakmak .
Yeniden ciddi bir ilişkiye başlamadan önce, abliyi bırakmak gerekti.
Abliyi kaçırmak: Bir kişinin aşırı ve gereksiz davranışlarını veya tavırlarını bırakmak .
O davranışlardan sonra, abliyi kaçırmak zorundaydık, daha ölçülü olmalıydık.
Abliyi koyvermek: Aşırı ve gereksiz tavırları tamamen bırakmak .
Geri dönüp eski tavırlarına abliyi koyvermek yerine, yeni bir başlangıç yap.
Abluka altına almak: Bir yeri veya kişiyi çevreleyerek kontrol altına almak .
Şehir, tehditler nedeniyle abluka altına alındı, giriş çıkışlar sıkı denetim altına alındı.
Abluka altında tutmak: Bir yeri veya kişiyi sıkı denetim altında tutmak .
Yönetim, muhalifleri abluka altında tuttu, her hareketleri izlendi.
Ablukayı yarmak: Çevrelenmiş bir durumu veya yerden çıkmak .
Şehir, uzun süre süren ablukanın ardından ablukayı yardı, yardımlar ulaştı.
Abuk sabuk konuşmak: Anlamsız ve düzensiz konuşmak .
O kişi toplantıda abuk sabuk konuştu, kimse söylediklerini anlayamadı.
Abula etmek: Gereksiz yere fazla konuşmak .
O kadar çok abula etti ki, toplantının esas konularına geçmek neredeyse imkansız oldu.
Abuse etmek: Kötüye kullanmak, istismar etmek .
Yönetim abuse etti, kuralları kişisel çıkarları için eğip bükmekten çekinmedi.
Abuzamzak kayabaşı: Bir kişinin karakterinin olumsuz ve olgunlaşmamış olduğunu ifade eder.
O karakter abuzamzak kayabaşı gibi, her zaman sorumsuz davranıyor.
Acayibine gitmek: Bir şeyin ya da durumun kişinin beklentilerini aşması .
O kadar çok çalıştı ki, sonuçlar acayibine gitti, beklediğinden çok daha iyi oldu.
Aceleye gelmek: Bir işin aceleyle yapılması .
O projeyi aceleye getirdi, bu yüzden birçok hata içeriyor.
Aceleye getirmek: Bir işi aceleye almak, hızlandırmak .
İşlerin hızlı bir şekilde yapılması gerektiğinde, aceleye getirdik ve kalite düştü.
Acemi kılıcı gibi: Beceriksiz ve yetersiz olmak .
O proje acemi kılıcı gibi yönetildi, sonuçlar istediğimiz gibi olmadı.
Acemilik çekmek: Deneyimsizlik yüzünden sorun yaşamak .
Yeni başlayan işçiler acemilik çekti, işi öğrenmeleri zaman aldı.
Acı çekmek: Zor bir durumu deneyimlemek, fiziksel veya duygusal acı yaşamak .
Sakatlık nedeniyle acı çekti, iyileşmesi uzun zaman aldı.
Acı duymak: Fiziksel ya da duygusal acı yaşamak .
Kayıptan sonra acı duymak zorundaydı, oldukça üzgün görünüyordu.
Acı gelmek: Bir durumu veya olayı acı verici bulmak .
O olay acı geldi, yaşadığı travma oldukça etkiliydi.
Acı görmek: Olumsuz ve zorlu deneyimler yaşamak .
O, iş hayatında birçok acı gördü, birçok zorlukla karşılaştı.
Acı söylemek: Acı bir gerçeği veya durumu ifade etmek .
Projenin başarısızlığını acı söylemek zorundaydım, ama gerçeği bilmek gerek.
Acı vermek: Başka birine acı yaşatmak .
O yanlış karar acı verdi, birçok insanın zarar görmesine neden oldu.
Acığı tutmak: Bir şeyin kötü yönlerini saklamak, gizlemek .
O olayı acığı tuttu, gerçeği tam olarak anlatmadı.
Acılar görmek: Birçok zorlu ve zor durumla karşılaşmak .
Hayatında birçok acı gördü, pek çok sıkıntı ve zor dönem yaşadı.
Acından ölmek: Aşırı derecede aç kalmak, yokluk çekmek .
O eski günlerde acından öldü, yiyecek bulmakta çok zorlandı.
Acısı çıkmak: Bir olayın ya da durumun olumsuz etkilerinin geçmesi .
Sıkıntı ve zorluklar sonunda acısı çıktı, rahatlamaya başladı.
Acısı içine çökmek: İçsel olarak acı yaşamak .
O kayıptan sonra acısı içine çöktü, duygusal olarak derin bir etkilenme yaşadı.
Acısı içine işlemek: Bir acının derinlemesine etkisi altında kalmak .
O olay acısını içine işledi, bu deneyim onu derinden etkiledi.
Acısı yüreğine çökmek: İçsel bir acının yoğun olarak hissedilmesi .
O travmatik olayın acısı yüreğine çöktü, büyük bir üzüntü yaşadı.
Acısı yüreğine işlemek: Derin bir acının duygusal etkisi altında kalmak .
Kayıp yaşadıktan sonra acısı yüreğine işledi, bu zor dönemi atlattı.
Acısına dayanamamak: Bir acıya veya sıkıntıya karşı koyamamak .
O kaybın acısına dayanamamak çok zorladı, çok üzgün görünüyordu.
Acısını almak: Bir olayın olumsuz etkilerini telafi etmek .
O kötü durumu düzelterek acısını aldı, yeniden toparlandı.
Acısını bağrına basmak: Bir acıyı veya zor durumu kabul etmek .
Yaşadığı zorlukları bağrına bastı, bu süreci kabul ederek yaşadı.
Acısını bağrına gömmek: Bir acıyı içsel olarak yaşamak, dışa yansıtmamak .
O üzüntüsünü bağrına gömdü, kimseye göstermedi.
Acısını görmek: Bir olayın veya durumun olumsuz etkilerini yaşamak .
O zor dönemden sonra acısını gördü, birçok sıkıntı yaşadı.
Acısını içine basmak: Bir acıyı içsel olarak yaşayıp dışa yansıtmamak .
O üzüntüyü içine basmak zorunda kaldı, duygularını dışa vuramadı.
Acısını içine gömmek: İçsel acıyı dışa vurmadan yaşamak .
Yaşadığı kaybın acısını içine gömdü, kendini toparlamak için dışa vurmadı.
âciz kalmak: Çaresiz veya yetersiz hissetmek .
O zor durumda âciz kaldı, hiçbir çözüm bulamadı.
Acze düşmek: Çaresizlik içine girmek .
Durumun getirdiği zorluklar yüzünden acze düştü, ne yapacağını bilemedi.
Aç kurt gibi saldırmak: Bir şeye çok aç gözle yaklaşmak .
O fırsatı görünce aç kurt gibi saldırdı, her şeyin hemen alınmasını istedi.
Açık almak: Bir şeyi açık, net bir şekilde kabul etmek .
Tartışmalı konuda açık almak için net bir karar verdi.
Açık ayak: Rahat ve serbest bir pozisyonda olmak .
Yeni iş yerinde açık ayak pozisyonda çalışıyor, çok özgür ve rahat.
Açık kaldırım: Güvenli ve rahat bir alan .
O bölgede açık kaldırım var, yürümek için çok uygun bir yer.
Açık kaldırımcı: Temiz, düzenli ve güvenli bir kişi .
O işte açık kaldırımcı gibi çalışıyor, her şeyi düzenli ve temiz tutuyor.
Açık konuşmak: Dürüst ve açık bir şekilde ifade etmek .
Toplantıda her şeyi açık konuşmak gerekiyordu, sorunlar doğrudan ifade edildi.
Açıklık kazandırmak: Bir konuyu netleştirmek .
O sorunun detaylarını açıklık kazandırmak amacıyla toplantı yapıldı.
Açılıp saçılmak: Kişisel bilgileri veya duyguları açığa çıkarmak .
Toplantıda herkes açılıp saçıldı, duygularını ve düşüncelerini açıkça ifade etti.
Açlıktan götü örümcek bağlamak: Aşırı açlık çekmek, kötü durumda olmak .
O eski zamanlarda açlıktan götü örümcek bağlamak durumundaydık, yiyecek bulmak zor oluyordu.
Açlıktan gözleri kararmak: Kötü durumda kalmak, açlık yüzünden görüş veya karar yeteneğini yitirmek .
Kötü günlerde açlıktan gözleri kararmıştı, açlık her şeyi zorlaştırmıştı.
Açmaz oynamak: Sorunlu bir durumda olmamak .
O projede her şey açmaz oynamak durumda, herhangi bir sıkıntı yaşanmıyor.
Açmaz yapmak: Bir şeyi gereksiz ve karmaşık hale getirmek .
Projede yapılan değişiklikler açmaz yaptı, işleri daha karmaşık hale getirdi.
Açtı ağzını yumdu gözünü: Her şeyi açıkça ve düşünmeden ifade etmek .
Toplantıda açtı ağzını yumdu gözünü, her şeyi açıkça söyledi ve hiçbir şeyi gizlemedi.
Adama benzemek: Gerçek bir insan gibi davranmak .
O davranışlarıyla adama benzemek gerekti, olgun ve sorumlu davrandı.
Adamdan saymak: Bir kişiyi değerli veya önemli olarak kabul etmek .
Yaptığı işler sayesinde artık adamdan sayılıyor, tüm ekip onun görüşlerine değer veriyor.
Adamına düşmek: Bir kişiye uygun davranmak veya onun isteklerine göre hareket etmek .
O, işini adamına düşmek için her zaman dikkatle çalıştı, tüm talepleri yerine getirdi.
âdet yerini bulsun diye: Geleneklerin ya da alışkanlıkların sürdürülmesi amacıyla yapılan şeyler .
Geleneksel törenler âdet yerini bulsun diye yapıldı, her şey kurallarına uygun gerçekleştirildi.
Adı batası: Bir şeyin veya kişinin adı anılmaktan hoşlanılmadığı .
O eski sorunu adı batası olarak nitelendirdi, konuşulmasını istemedi.
Adı batasıca: Olumsuz bir durum veya kişinin kötü bir üne sahip olduğunu ifade eder.
O işin adı batasıca, sonuçlar hiç de olumlu değil.
Adı bile okunmamak: Bir kişinin veya şeyin tanınmaması, bilinmemesi .
Eski ünlü kişi şimdi adı bile okunmamak durumda, kimse hatırlamıyor.
Adı çıkmış dokuza: Kötü bir üne veya isme sahip olmak .
O kişinin adı çıkmış dokuza bir türlü düzelmiyor, sürekli olumsuz bir üne sahip.
Akağa bir başına kalmak: Birinin yalnız kalması .
Toplantı sonunda akağa bir başına kaldı, diğer herkes ayrıldı.
Akıl akıl: Zeki ve mantıklı olmak .
O kişi akıl akıl davranıyor, her durumda iyi kararlar veriyor.
Akıl akıl sormak: Bilgi veya tavsiye almak için soru sormak .
Yeni proje hakkında akıl akıl sormak gerekti, deneyimli kişilerin görüşleri önemli.
Akıl almak: Tavsiye veya bilgi edinmek .
Karar vermeden önce akıl almak en iyisi, deneyimli kişilerin görüşleri faydalı olabilir.
Akıl vermek: Tavsiye veya öneride bulunmak .
O işi yaparken akıl vermek çok önemli, tecrübeli kişilerden yardım alınmalı.
Akıl almaz: Anlaşılması güç veya inanılmaz bir durumu ifade eder.
O kadar büyük bir değişiklik akıl almaz bir şeydi, herkes şaşkına döndü.
Akıl kârı değil: Bir şeyin mantıklı veya uygun olmadığını ifade eder.
O maliyetin bu kadar yüksek olması akıl kârı değil, bu durumda kâr sağlamak zor.
Akıl odası: Akıl ve mantığın kullanıldığı, düşünce süreçlerinin yoğunlaştığı yer .
Strateji geliştirmek için akıl odasına kapandılar, tüm detayları planladılar.
Akıl almaz: Olağanüstü, inanılmaz veya mantıksız olan şeyleri ifade eder.
O kararın sonuçları akıl almaz, herkes şaşırdı ve durumun nasıl geliştiğini anlayamadı.
Akıl havalesi: Bir şeyin ya da kişinin akıl dışı, mantıksız olduğunu ifade eder.
O olayın gelişimi akıl havalesi gibi, hiçbir mantık ya da düzen göremedik.
Akıl koymak: Düşünce ve mantık kullanarak çözüm bulmak .
Sorunu çözmek için herkesin akıl koyması gerekti, kolektif düşünme faydalı oldu.
Akıl kıskanmak: Birisinin zekasına ya da akıl yürütme yeteneğine özenmek .
O kişinin yetenekleri akıl kıskanmak derecesinde, herkes ona hayran kalıyor.
Akıl yaşta değil baştadır: Zekanın yaşla değil, kişinin düşünce tarzı ve deneyimiyle ilgili olduğunu ifade eder.
Genç yaşta olmasına rağmen o kadar bilgili ve deneyimli ki, akıl yaşta değil baştadır.
Akıl almaz bir iş: Olağanüstü veya anlaşılması güç bir iş veya durum .
O projenin sonuçları akıl almaz bir iş, hiç beklenmedik bir başarı elde edildi.
Akıl almaz bir olay: Sıra dışı ve inanılması zor bir olay .
O kadar tuhaf bir olay ki, akıl almaz bir olay olarak nitelendirildi, herkes şaşkın.
Akıl almaz bir sonuç: Beklenmedik ve anlaşılması güç bir sonuç .
Deneylerin sonucunda akıl almaz bir sonuç elde edildi, kimse tahmin edemedi.
Allah’ın izni, peygamberin kavli ile: Bir işin Allah’ın izniyle ve peygamberin öğütlerine uygun şekilde yapılması .
Düğünümüzü, Allah’ın izni peygamberin kavli ile bu yaz yapmayı planlıyoruz.
Allah’ın izni, peygamberin kavliyle: Yukarıdaki deyimle aynı anlamı taşır, sadece “ile” eki bitişik yazılır.
Yeni evimize taşınmayı Allah’ın izni peygamberin kavliyle gerçekleştireceğiz.
Allah’ını şaşırmak: Büyük bir şaşkınlık veya korku içinde olmak .
Köpek aniden karşısına çıkınca adam Allah’ını şaşırdı.
Allahsız tosbağa: Kötü, güvenilmez insanlara karşı küçümseyici bir ifade olarak kullanılır.
O Allahsız tosbağa yine ortadan kayboldu!
Allayıp pullamak: Bir şeyi olduğundan daha güzel veya cazip göstermek .
Bu eski arabayı allayıp pullayıp satmaya çalışıyorlar.
Alnı açık olmak: Bir kişinin şerefli ve onurlu olduğunu ifade eder.
Alnı açık bir şekilde savunmasını yaptı, yanlış bir şey yapmadığına inanıyor.
Alnı açık yüzü ak olmak: Hem onurlu hem de temiz bir geçmişe sahip olmak anlamındadır.
Projeyi alnı açık, yüzü ak bir şekilde tamamladım.
Alnı yere gelmek: Namaz kılmak veya ibadet etmek .
Uzun yıllar alnı yere gelmeyen adam, şimdi beş vakit namaz kılıyor.
Alnına yazılmış olmak: Kaderinde bir şeyin olacağı .
Bu iş alnına yazılmış, kaçamazsın!
Alt takımlar: Giysilerin alt kısımları ya da iç çamaşırları .
Valizine alt takımları da koymayı unutma.
Altı kapıya almak: Birini işten kovmak .
Patron geç kalan işçiyi altı kapıya aldı.
Altı kapıya bağlamak: Bir kişiyi işten atmak, işine son vermek .
Disiplin kurulunda konuştuktan sonra onu altı kapıya bağladılar.
Altın kesmek: Bir işin çok karlı hale gelmesi .
Bu arazi şimdiden altın kesmeye başladı.
Altın vuruş: Uyuşturucu bağımlıları arasında ölümcül son doz .
O, altın vuruş yapacağını söylediğinde çok korkmuştuk.
Altın yumurtlayan tavuk: Sürekli olarak kazanç sağlayan, değerli bir şey .
Bu şirket, tam anlamıyla altın yumurtlayan tavuk gibi, her yıl büyük kazanç getiriyor.
Altına kaçırmak: Korkudan veya utançtan dolayı idrarını tutamamak .
O kadar korkmuş ki neredeyse altına kaçıracakmış.
Altına yatmak: Bir sorumluluktan kaçmak, işin altında kalmamak .
Bu hatayı kabul etmek yerine, sürekli altına yatmaya çalışıyor.
Altında kalmak: Yapılan bir işin ağırlığını kaldıramamak, ezilmek .
Bu kadar sorumluluğun altında kalmam mümkün değil.
Altmış altı: Genellikle şaka yoluyla “çok geç” .
Sana ulaşmak için altmış altı kere aradım ama açmadın!
Altmış dokuz: Cinsel bir pozisyonu ifade eder.
Filmde sürekli altmış dokuz şakası yapıyorlar, biraz abarttılar.
Altta kalanın canı çıksın: Güçsüz olanın zarar görmesi gerektiği, rekabetin sert olduğu .
Bu piyasada altta kalanın canı çıksın, herkes kendi başının çaresine bakmalı.
Am budalası: Cinselliğe aşırı düşkün olan kişiyi ifade eder.
O adam her zaman am budalası gibi davranıyor, başka bir şey düşünmüyor.
Am pazarı: Ahlak dışı ilişkilerin yaygın olduğu yer .
Gece kulübü resmen am pazarı olmuş, giren çıkan belli değil.
Aman zaman dedirtmemek: Kimseye sıkıntı yaratmamak, şikayete neden olmamak .
Patron, bu projede kimseye aman zaman dedirtmemek için çok titiz davranıyor.
Ambar malı: Sahibi belli olmayan, herkesin kullanabileceği şey .
Bu eski eşyalar adeta ambar malı gibi herkes kullanıyor.
Amcık ağızlı: Güvenilmez, tutarsız konuşan kişi anlamında argo bir deyimdir.
O adam tam bir amcık ağızlı, hiçbir söylediğine güvenilmez.
Amerikan suyu: Cinsellikle ilgili performans artırıcı bir ilaç .
Bir arkadaşım Amerikan suyu diye bir şey kullanıyormuş, etkisini merak ediyorum.
Amfendi: Kibirli veya şımarık kişi anlamında kullanılan argo bir ifadedir.
O çocuk hep amfendi gibi davranıyor, kendini herkesten üstün sanıyor.
Amı götü dağıtmak: Bir işi çok karıştırmak, düzensiz hale getirmek .
Projeyi o kadar kötü yönetmiş ki resmen amı götü dağıtmış.
Amma da yaptın: Gereksiz yere abartılı bir davranış sergilemek .
Bir hata oldu diye bu kadar bağırman gereksiz, amma da yaptın.
Amorf olmak: Belirgin bir şekli veya yapısı olmayan, şekilsiz .
Heykelin formu çok amorf olduğu için neye benzediğini anlamak zor.
Amorti vurmak: Şans oyunlarında yatırılan paranın geri alınması .
Büyük ikramiyeyi kazanamadım ama en azından amorti vurdum.
Ana baba kuzusu: Ailesine aşırı düşkün, onların gözbebeği olan çocuk .
O tam bir ana baba kuzusu, ailesinden bir adım bile ayrılmaz.
Anan turp baban şalgam sen nereden çıktın gülbeşeker: Aile üyelerinden çok farklı olan bir kişiye şaşkınlıkla söylenen söz.
Ailenin diğer üyeleri oldukça ciddi insanlardı ama o, tam anlamıyla anan turp baban şalgam sen nereden çıktın gülbeşeker misaliydi.
Anasından doğduğuna pişman olmak: Çok büyük bir zorluk veya sıkıntı çekmek .
Borçlarını ödeyemeyince, resmen anasından doğduğuna pişman oldu.
Anladımsa Arap olayım: Bir durumu anlamadığını, kafasının karıştığını ifade etmek için kullanılır.
Bu karmaşık projeyi inceledim, ama anladımsa Arap olayım.
Arabanın tekerine çomak sokmak: İyi giden bir işi bozmak, engel olmak .
Tam işler rayına oturmuştu ki, birisi arabanın tekerine çomak soktu.
Arabasını düze çıkarmak: Zor durumdan kurtulmak, işleri düzene sokmak .
Sonunda borçlarını ödeyip, arabasını düze çıkardı.
Arabayı düze çıkartmak: Yukarıdaki deyimle aynı anlamdadır.
Zor bir dönem geçirdi ama arabayı düze çıkartmayı başardı.
Arada kalmak: İki taraf arasında seçim yapamamak, zor durumda kalmak .
İki arkadaşım kavga etti ve ben de arada kaldım, kime destek vereceğimi bilmiyorum.
Arafatta soyulmuş hacıya dönmek: Çok zor duruma düşmek, perişan olmak .
Bu kadar borçla adam Arafatta soyulmuş hacıya döndü.
Aralarında karlı dağlar olmak: İki kişi arasında büyük mesafelerin ya da engellerin olduğunu ifade eder.
Onların dostluğu bitti, artık aralarında karlı dağlar var.
Ardı arkası kesilmemek: Sürekli devam etmek, son bulmamak .
Taleplerin ardı arkası kesilmiyor, yetişmek mümkün değil.
Arifane ile: Bilgece, akıllıca .
Bu sorunları arifane ile çözmek en doğru yol olacak.
Arkası yere gelmemek: Sürekli galip gelmek, mağlup olmamak .
O kadar güçlü ki, arkası yere gelmedi bir kez bile.
Arkasından atlı kovalamak: Bir işi aceleyle yapmak, çok telaşlı davranmak .
Sabah evden çıkarken arkasından atlı kovalıyor gibi hareket ediyordu.
Arkasından sapan taşı yetişememek: Birinin yaptığı işlere ya da hızına yetişememek .
O kadar hızlı çalışıyor ki arkasından sapan taşı bile yetişmez.
Armut piş ağzıma düş: Hiç çaba göstermeden başarı beklemek .
Sen de hep armut piş ağzıma düş diyorsun, biraz çaba göster!
Armutun sapı var, üzümün çöpü var demek: En ufak kusurları bahane ederek bir şeyi beğenmemek .
Her zaman armutun sapı var, üzümün çöpü var diye eleştiriyorsun, biraz da pozitif bak.
Asılma depoya gider: Acele edilip yanlış karar verildiğinde sonuç kötü olur .
Sabırlı ol, çünkü asılma depoya gider, sonra pişman olursun.
Asker gibi: Disiplinli, düzenli .
O, her sabah erkenden kalkar, tam asker gibi hayat sürer.
Askıda kalmak: Bir işin sonuçsuz ya da belirsiz kalması .
Proje şimdilik askıda kaldı, ilerleyip ilerlemeyeceği belli değil.
Aslan ağzına girmek: Çok zor bir duruma düşmek .
Bu işe girerek adeta aslanın ağzına girdik.
Aslan payı: Bir işten ya da kardan en büyük payı almak .
Yapılan anlaşmada aslan payını patron aldı.
Astari yüzünden pahalı olmak: Bir şeyin maliyetinin beklenenden çok daha fazla olması .
Bu onarım işi astarı yüzünden pahalıya geldi, yenisini almak daha iyi olurdu.
Aşka düşmek: Aşık olmak .
Ona her baktığında aşka düşüyorum, hislerimi kontrol edemiyorum.
Aşüftelik etmek: Düzensiz, ahlaksız davranışlarda bulunmak .
Küçük bir sorun yüzünden aşüftelik etmeye gerek yok.
At izi it izine karışmak: İşlerin, durumların karışık hale gelmesi .
Son olaylardan sonra at izi it izine karıştı, kim haklı kim haksız belli değil.
Atbaşı gitmek: Eşit şekilde ilerlemek, yarışta başa baş gitmek .
İki takım maç boyunca atbaşı gitti, kazanan son anda belli oldu.
Ateş bacayı sarınca: İşler kötüleştiğinde, işler iyice çıkmaza girdiğinde kullanılır.
Sorunlar büyüdü ve ateş bacayı sardı, artık çözüm bulmak zor.
Ateş kesmek: Bir çatışmayı durdurmak .
Taraflar nihayet ateş kesti ve barış görüşmelerine başladı.
Ateş püskürmek: Çok sinirlenmek, öfkelenmek .
Patron toplantıda yaptığı hatalardan dolayı herkese ateş püskürdü.
Ateş yağdırmak: Şiddetli bir şekilde saldırmak .
Düşman mevzilere doğru ateş yağdırmaya başladı.
Ateşle oynamak: Tehlikeli bir işe kalkışmak .
Bu riskli yatırım, tam anlamıyla ateşle oynamak gibi.
Atıp tutmak: Gerçek dışı veya abartılı şeyler söylemek .
Hep atıp tutuyorsun, ama iş icraata gelince ortada yoksun.
Atma Recep din kardeşiyiz: Abartılı konuşan kişilere karşı, inanmadığını ifade etmek için kullanılır.
Bu kadar büyük başarılar elde ettiğini söylüyorsun, ama atma Recep din kardeşiyiz!
Attan inip eşeğe binmek: Daha iyi bir durumdan daha kötü bir duruma geçmek .
O işten ayrılıp bu işe girmesi, tam anlamıyla attan inip eşeğe binmek gibi oldu.
Avazı çıktığı kadar bağırmak: Çok yüksek sesle bağırmak .
Çocuk avazı çıktığı kadar bağırdı, ama kimse onu duymadı.
Avşar sağmak: Hile yapmak, başkalarını kandırarak menfaat sağlamak .
Bu adam herkesi avşar sağarak kendine çalıştırıyor.
Avşara gelmemek: Tuzaklara düşmemek, uyanık olmak .
Dolandırıcıların teklifine karşı çok dikkatli olmalısın, avşara gelme.
Avucunun içine almak: Birini tamamen kontrol altına almak .
Patron, çalışanlarını tamamen avucunun içine almış durumda.
Ay dedeye misafir olmak: Uyuyakalmayı, derin uykuya dalmayı ifade eder.
Gece film izlerken bir anda ay dedeye misafir oldum.
Ayağa düşürmek: Bir şeyi itibarsızlaştırmak, değerini azaltmak .
Marka değerini böyle kötü reklamlarla ayağa düşürdüler.
Ayağı alışmak: Bir yere veya duruma sürekli gelmeye, alışmaya başlamak .
Bir kere geldikten sonra ayağı alıştı, her gün uğruyor.
Ayağı yanmış it gibi dolaşmak: Çok endişeli ya da huzursuz şekilde oradan oraya gitmek .
Patronun tepkisini beklerken ayağı yanmış it gibi dolaşıyordu.
Ayağı yerden kesilmek: Araca sahip olmak, artık yaya olmamak .
Yeni araba alınca nihayet ayağı yerden kesildi.
Ayağına gitmek: Birinin ayağına kadar gitmek, onunla görüşmek için zahmet etmek .
İşleri konuşmak için ayağına gittim, ama yine de kabul etmedi.
Ayağına kara sular inmek: Uzun süre ayakta durmaktan çok yorulmak .
Bütün gün çalıştım, artık ayağıma kara sular indi.
Ayağını denk almak: Davranışlarına dikkat etmek, tedbirli olmak .
Patronun uyarısından sonra herkes ayağını denk aldı.
Ayağını yorganına göre uzatmak: Gelirine göre harcama yapmak .
Bu kadar borca girmek yerine ayağını yorganına göre uzat.
Ayağının altına karpuz kabuğu olmak: Birini tuzağa düşürmek, yanlış yapmasına sebep olmak .
Rakip firma ayağının altına karpuz kabuğu koydu, dikkatli olmalısın.
Ayağının bastığı yerde ot bitmemek: Bir kişinin gittiği her yerde sorun çıkması .
O adamın ayağının bastığı yerde ot bitmez, gittiği her yerde bir kavga çıkar.
Ayağının pabucunu başına giymek: Çok acele etmek, telaşla hareket etmek .
Son dakikada yetişmek için resmen ayağının pabucunu başına giydi.
Ayak sürümek: Bir işi isteksizce yapmak, yavaş davranmak .
Yeni projeye başlarken herkes ayak sürüyordu, ilerleme kaydedemedik.
Ayak yapmak: Hile veya tuzak hazırlamak .
Bu işi bozmak için yine ayak yapmaya çalışıyorlar.
Ayaklar altında kalmak: Değersizleşmek, itibar kaybetmek .
O kadar kötü yönetimle şirket ayaklar altında kaldı.
Ayakları birbirine dolaşmak: Acele ederken hata yapmak, tökezlemek .
Sahneye çıkarken heyecandan ayakları birbirine dolaştı.
Ayı postuna bürünmek: Tehlikeli ya da kaba biri gibi davranmak .
O, her ne kadar tatlı dilli olsa da bazen ayı postuna bürünüp korkutuyor.
Ayıya kaval çalmak: Anlamayacak, kavrayamayacak birine güzel bir şey anlatmaya çalışmak .
Onlara bu sanatı anlatmak, ayıya kaval çalmak gibi bir şey.
Ayıyı vurmadan postunu satmak: Bir işin sonucunu görmeden, erken davranmak .
Bu projeyi başarıyla bitirmeden önce kutlamalar yapmak, ayıyı vurmadan postunu satmak gibi olur.
Aynı tas aynı hamam: Bir durumun ya da şeyin hiç değişmemesi .
Yıllardır hep aynı sorunlar var, aynı tas aynı hamam.
Aynı telden çalmak: Aynı fikirde olmak, aynı düşünceleri paylaşmak .
Onlarla bu konuda aynı telden çalıyoruz, aynı fikirdeyiz.
Aynı yolun yolcusu: Aynı amaç ya da kaderi paylaşan kişiler için kullanılır.
Onlar aynı yolun yolcusu, hep birlikte aynı hedefe doğru ilerliyorlar.
Ayva piş ağzıma düş: Hiç çaba göstermeden başarı beklemek .
Sürekli ayva piş ağzıma düş diyorsun, biraz da çalışmayı denesen.
Ayvayı yemek: Zor durumda kalmak, başı derde girmek .
Hatalı rapor verince ayvayı yedik, şimdi işimizi düzeltmek zorundayız.
Az tamah çok ziyan getirir: Aşırı hırsın ya da açgözlülüğün zarar getirdiğini ifade eder.
Daha fazlasını istediler, ama az tamah çok ziyan getirdi ve kaybettiler.
Azara düşmek: Azarlanmak, uyarılmak .
Toplantıda hatalı sunum yapınca azara düştü.
Azrail ile burun buruna gelmek: Ölümle yüz yüze gelmek .
Trafik kazasında Azrail ile burun buruna geldi, ama şans eseri kurtuldu.
Azrail olmak: Birinin ölümüne sebep olmak .
O kazada sürücü adeta Azrail olmuş, herkesin hayatını tehlikeye atmıştı.
Azrail’e bir can borcu olmak: Ölümlü olmak, herkesin eninde sonunda öleceğini ifade eder.
Hepimiz Azrail’e bir can borçluyuz, bu dünyadan göçüp gideceğiz.
Azrail’in elinden kurtulmak: Ölüm tehlikesini atlatmak .
Hastanede uzun süre kaldı ama sonunda Azrail’in elinden kurtuldu.
Azraille burun buruna gelmek: Yukarıdaki deyimle aynı anlamdadır.
Kaza o kadar ciddiydi ki resmen Azraille burun buruna geldi.