Bir kişinin gezip gördüğü yerleri, bu yerlerle ilgili edindiği gözlemleri ve izlenimleri aktardığı yazı türüne gezi yazısı denir. Gezi yazıları, insanların daha önce görmediği yerlere karşı besledikleri merak duygusunun bir ürünüdür.
Anı ve gezi yazısı türleri birbirine benzerlik gösterir. Ancak anı türünde yazar kendisini ön plana çıkarırken, gezi yazısında gözlem unsuru daha baskındır. Anılarda yazar, kişisel deneyimlerine daha fazla vurgu yaparken, gezi yazısında gözlem ön plana çıkar ve yazar arka planda kalır.
Gezi yazılarının kökenleri çok eski zamanlara dayanır. Hun hükümdarı Atilla’ya gönderilen Priskos‘un eserleri ile Kilikyalı Zemarkhos‘un Bizans İmparatorluğu elçisi olduğu dönemde tuttuğu notlar, gezi yazılarının ilk örneklerini oluşturur.
Nasır Hüsrev’in hacca giderken yazdığı notlar ile Anadolu ve Mısır izlenimlerini içeren “Sefername” eseri de önemli gezi yazıları arasında yer alır.
Venedikli gezgin Marco Polo ve Arap gezgin İbn-i Batuta da önemli gezi yazarlarıdır. İbn-i Batuta, özellikle Anadolu ve Horasan’ı konu edinmiştir. Marco Polo’nun Orta Asya ve Yakın Doğu’da gerçekleştirdiği seyahatten yazdığı eserler ise birçok dile çevrilmiştir.
Dünya edebiyatında önemli gezi yazıları şunlardır:
Türk edebiyatında ilk gezi kitabı, ünlü denizci Seydi Ali Reis’in “Miratü’l Memalik” (Ülkelerin Aynası) adlı eseridir. Bu eserde, Seydi Ali Reis, Portekizlilere karşı yapılan büyük bir savaş sırasında yaşadığı maceraları ve Hindistan, Afganistan, Buhara ile Maveraünnehir üzerinden Edirne’ye kadar uzanan izlenimlerini aktarmaktadır.
Kâtip Çelebi’nin “Cihannüma” adlı eseri, Osmanlı Devleti’nin birçok yerini dolaşarak edindiği izlenimleri içermesi açısından önemli bir eserdir. Nabi’nin “Tuhfetü’l Harameyn” eseri de gezi yazısı türünün güzel örneklerindendir.
Edebiyatımızda en önemli gezi eseri, şüphesiz Evliya Çelebi’nin 17. yüzyılda yazdığı ünlü **”Seyahatname”**dir. Bu eser dünya edebiyatında da tanınmaktadır. On cilt halinde kaleme alınan eserin ilk kısmı İstanbul’u konu alır. Evliya Çelebi, tam 40 yıl boyunca Osmanlı toprakları içinde ve dışında gezip gördüğü yerleri bu eserinde aktarır. Bursa, Trabzon, İzmir, Hicaz, Avusturya, Mısır, Dağıstan ve Habeşistan gibi yerler bu eserinde öne çıkan mekanlardandır. Çelebi, gezdiği yerlerin tarihi, etnografik, kültürel ve coğrafi özelliklerini sade ve akıcı bir dille kaleme almıştır. Eser, bir söyleşi havası taşır.
iler bu alanda öne çıkarak Uzak Doğu, Orta Asya ve Afrika’daki izlenimlerini edebiyatımıza kazandırmışlardır.
Tanzimat Dönemi‘nde bu türe olan ilgi daha da artmıştır. Ahmet Mithat Efendi’nin kaleme aldığı “Avrupa’da Bir Cevelan”, bu türün güzel örneklerinden biridir. Bu eserde yazar, İstanbul’dan başlayarak Stockholm’e kadar olan tren yolculuğunu ve dönüş yolunda Avrupa’daki gözlemlerini aktarır.
Direktör Ali Bey’in “Seyahat Jurnali” de bu dönemdeki önemli gezi yazılarından bir diğeridir. Cenap Şahabettin, Hicaz yolculuğunu aktardığı “Hac Yolunda” ve Avrupa gezisi sırasında edindiği izlenimleri kaleme aldığı “Avrupa Mektupları” gibi eserleriyle bu türe katkı sağlamıştır.
Fecriati Edebiyatı döneminde Ahmet Haşim’in “Frankfurt Seyahatnamesi”, önemli bir gezi yazısı örneğidir. Yazar, tedavi amacıyla gittiği bu şehirdeki izlenimlerini ve şehirle ilgili özellikleri dile getirir. Ahmet Haşim, bu yazıları önce ayrı ayrı yayımlar; daha sonra ise bunları bir kitapta toplar. Yazarın Frankfurt’ta geçirdiği süre boyunca yaşadığı yalnızlık ve mutsuzluk da eserde yer bulur.
Sonraki yıllarda Falih Rıfkı Atay, Deniz Aşırı, Bizim Akdeniz, Taymis Kıyıları, Yolcu Defteri, Tuna Kıyıları gibi eserleriyle Türk edebiyatında önemli gezi yazıları sunmuştur. Bu eserler, yazarın kişisel gözlemlerine ve farklı bilgi ve belgelere dayanarak betimleme ve yorumlarını içermektedir.
Reşat Nuri Güntekin’in “Anadolu Notları” adlı eseri de gezi yazısı türünde önemli bir yapıttır. Bu eserde yazar, Anadolu gezisi sırasında yaşadığı olayları kaleme alır. “Anadolu Notları”, adından da anlaşılacağı üzere çeşitli notların derlemesinden oluşmuş olup, Anadolu’nun sosyal tarihi hakkında bilgi verir. Anadolu’nun güzellikleri ve halkın yaşayış tarzı bu eserde öne çıkar.
Viyana’da bulunan bu çarşı, toplamda bin beş yüz dükkândan oluşmaktadır. Düzenli ve şenlikli bir yapıya sahip olan bu çarşıda her dükkân, adeta bir Mısır hazinesi sunmaktadır. Sokaklar boyunca yayılmış olan saatçiler, kuyumcular ve terziler, göz alıcı sanatlarıyla dikkat çekiyor. Değişik çeşitlerdeki saatler, canlı hayvan figürleri ile süslenmiş ve izleyenleri büyüleyecek kadar etkileyici.
Bu şehir, Hazret-i Süleyman tarafından kurulduğu söyleniyor. Türklerin bu kenti alması ise Kuran’daki “Kutlu Belde” ifadesiyle ilişkilendirilmektedir. İstanbul’un yeryüzündeki benzeri yoktur. Yunan ve diğer tarihçiler, İstanbul’un kuruluşunu benzer hikâyelerle anlatmaktadır.
Viyana’da bir hastanın şakağına mermi girmişti. Doktorlar bu mermiyi çıkarmak için ameliyata başladılar. Ameliyat sırasında, hastanın kafatasını açtılar ve mermiyi çıkardılar. Bu süreç, hem ilginç hem de korkutucuydu.
Niğde’ye yaklaşırken, bir arkadaşım bana Faruk Nafiz’in hanını gösterdi. Bu han, Faruk Nafiz’in şiirinde bahsettiği mekân. Yolculuk boyunca çok keyif aldım, çünkü Otoray beni uçuyormuşum gibi bir hisle taşıyordu.
Roma’ya üçüncü gelişimdi ve bu şehir bana her seferinde yeni bir güzellik sunuyordu. Her heykel ve anıt, kendine özgü bir estetiğe sahipti. Sokaklarda dolaşan heykeller, gerçek bir vatandaşı aratmıyordu.
Taşkent’e inişimizde, güneşin ilk ışıkları toprağı öpüyordu. Uçakla yolda ilerlerken, güzel bir rüzgâr yüzümü okşadı. Taşkent, modern bir şehir olmasının yanı sıra, aynı zamanda köklü bir geçmişe sahipti. Şehirdeki yapılar, Türk-İslâm medeniyetinin izlerini taşıyordu.