Âşık Paşa, 1272 yılında dönemin kültür merkezi olan Kırşehir’de doğmuş, Türk edebiyatının önemli temsilcilerinden biri olarak tanınmıştır. Gerçek ismi Ali olan Âşık Paşa’nın babası Muhlis Paşa, dedesi ise tanınmış bir mutasavvıf olan Baba İlyas’dır. Tasavvuf geleneğiyle büyüyen Âşık Paşa, dindar bir yaşam sürerek Kırşehirli Şeyh Süleyman’dan dini ve tasavvufi bilgilerini edinmiştir.
Paşa unvanı, Anadolu’da isimlerin sonuna eklenen unvanlar arasında yer alır ve onun babasının ilk oğlu olmasını ifade eder. Bu unvan, “ilk” anlamında kullanılmaktadır. Âşık Paşa, daha çok şairliği ile değil, aynı zamanda şeyhliği ile de dikkat çekmiştir. Osmanlı Devleti’nin ilk kuruluş dönemlerinde, babasıyla birlikte Osman Gazi’nin yanında hizmette bulunmuş, bu dönemde edindiği tecrübelerle tasavvufi bakış açısını derinleştirmiştir.
Âşık Paşa, 1333 yılında Kırşehir’de vefat etmiş ve mezarı türbe haline getirilerek ziyaretgâh haline gelmiştir.
Olay | Tarih |
---|---|
Doğumu | 1272 |
Tasavvuf Eğitimi Alması | 1280’ler |
Osman Gazi’nin yanında hizmeti | 1290’lar |
Vefatı | 1333 |
Âşık Paşa, hem hece hem de aruz ölçülerini kullanarak eserler veren bir tasavvuf şairidir. Tasavvuf konularını halka yaymayı hedefleyen Âşık Paşa, eserlerini sade, anlaşılır ve yalın bir dille kaleme almıştır. Arapça ve Farsça’nın yoğun bir şekilde kullanıldığı dönemde, Türkçeye verdiği önemi vurgulayarak bu dillerdeki aşırılığa sert eleştirilerde bulunmuştur.
O dönemde hakim olan “Türkçeyle eser yazılmaz” görüşüne karşı çıkarak eserlerini Türkçe yazmıştır. Bu durumu, Türkçenin Anadolu’daki edebi dili haline gelmesinde önemli bir katkı sağlamıştır. Mevlana’nın “Mesnevi” adlı eserinden esinlenerek yazan Âşık Paşa, Yunus Emre’nin etkisiyle sanatın içindeki öğreticiliği ön plana çıkararak daha çok halkı aydınlatmayı hedeflemiştir. Eserlerinde yoğun şekilde dini motifler barındırarak tasavvufun derinliklerini Türkçe ile sunmayı başarmıştır.
Âşık Paşa’nın en bilinen eserlerinden biri olan Garipname, tasavvufi temaların yanı sıra insan-ı kâmil olmayı öğütleyen didaktik bir mesnevi niteliğindedir. 1330 yılında kaleme alınmış olup 12.000 beyit içermektedir. Bu eserde, Âşık Paşa Türk halkına tasavvufi düşünceleri tanıtmayı amaçlamış, Mevlana’nın Mesnevi’sinden etkilenerek hem içerik hem de biçim açısından önemli bir eser ortaya koymuştur. Eserdeki hikâyelerin günlük yaşamdan alınmış olması, esere olan ilgiyi artırmıştır.
Garipname, yazıldığı dönemin dil özelliklerini taşıması açısından da önemli bir yere sahiptir. Kullanılan yalın dil sayesinde, bu eser yüzyıllar boyunca geniş bir okur kitlesine ulaşmayı başarmıştır. Âşık Paşa, bu eserinde Türkçenin ihmal edildiğini ve Türklerin kendi dillerini yeterince bilmediklerini vurgulamış, Farsçaya olan aşırı ilgiyi eleştirmiştir.
Âşık Paşa’nın bir diğer önemli eseri olan Fakr-nâme, 161 beyitten oluşmakta olup alegorik özelliklere sahiptir. Mesnevi tarzında kaleme alınmış bu eser, dini ve tasavvufi konuları içermektedir. Fakr-nâme, Garipname ile aynı vezni kullanarak okuyucusuna derin tasavvufi öğretiler sunmayı hedeflemiştir.
Eser Adı | Nazım Türü | Beyit Sayısı | Dili | Konular |
---|---|---|---|---|
Garipname | Mesnevi | 12.000 | Türkçe | Tasavvuf, ahlaki öğütler |
Fakr-nâme | Mesnevi | 161 | Türkçe | Tasavvuf, alegorik anlatımlar |
Âşık Paşa, Kırşehir, Garipname, Fakr-nâme, tasavvuf, Mevlana, Yunus Emre, Türkçe edebiyat, Osmanlı dönemi, tasavvuf edebiyatı, Anadolu şairleri, dini motifler, Türk şiiri, Türk edebiyatının öncüsü.
Sultan Veled (1226-1312), 13. yüzyılın önemli mutasavvıf ve şairlerinden biridir. 24 Nisan 1226‘da Karaman’da doğmuş, ünlü mutasavvıf ve şair Mevlana Celaleddin-i Rumi‘nin büyük oğludur. Annesi Gevher Hatun, Semerkantlı Şerafettin Lala’nın kızı olup Harzemşah hanedanından gelmektedir. Sultan Veled’in “Sultan” unvanını almasının arkasında, annesinin kökenine atıfta bulunulduğu rivayet edilir.
İlk eğitimini babası Mevlana’dan alan Sultan Veled, daha sonra Mevlana’nın en yakın dostu olan Şems-i Tebrizi’ye hizmet etmiştir. Mevlevilik tarikatının öğretilerini ve babasının tasavvufi görüşlerini sistemli hale getirerek, Mevlevi tarikatına kendine özgü bir kimlik kazandırmış, bu tarikatı hem örgütlü hem de kuralları olan bir yapı haline getirmiştir. Sultan Veled’in tasavvufi ilim ve irfanla donatılmış kişiliği, Mevleviliğin Anadolu Türklüğünün manevi ve kültürel gelişiminde etkili bir tarikat haline gelmesine öncülük etmiştir.
Mevlevilik tarikatının şeyhi Hüsameddin Çelebi’nin vefatından sonra, 27 yıl boyunca bu tarikatın liderliğini yapmıştır. Bu süre zarfında, Mevleviliği sadece bir tarikat olarak değil, aynı zamanda Anadolu’nun kültürel ve dini hayatına yön veren bir düşünce sistemi olarak şekillendirmiştir.
Olay | Tarih |
---|---|
Doğumu | 24 Nisan 1226 |
Babasından İlk Eğitimini Alması | 1230’lar |
Şems-i Tebrizi’ye Hizmet Edişi | 1240’lar |
Mevlevi Tarikatı Şeyhliğine Gelişi | Hüsameddin Çelebi’nin ölümü (1274) |
Tarikat Liderliğinde Geçen Süre | 27 Yıl |
Vefatı | 1312 |
Sultan Veled, tasavvufi ve öğretici nitelikte yazdığı şiirleriyle tanınan bir şairdir. Şiirlerinde öğüt verici bir üslubu benimseyen Sultan Veled, babası Mevlana’nın mistik düşüncelerini bir araya getirip, Mevlevi tarikatının temel ilkelerini oluşturan bir yapı ortaya koymuştur. Şiirlerinde genellikle coşkunluk ve lirizm yerine didaktik bir anlatımı tercih etmiş, derin tasavvufi konuları sade bir üslupla işleyerek geniş kitlelere hitap etmiştir.
Sultan Veled’in en bilinen eserlerinden biridir. Eser, 925 gazel ve 455 rubai içerir. Toplamda 13.335 beyitten oluşan bu büyük divan, Sultan Veled’in tasavvufi düşüncelerini ve öğütlerini topladığı bir hazine niteliğindedir. Eserin içinde yer alan 129 beyit Türkçe olarak kaleme alınmıştır. Bu gazellerde sade ve açık bir dil kullanılarak tasavvufi ve didaktik bir içerik sunulmuştur.
Sultan Veled’in mensur (düzyazı) tarzda yazdığı tek eseridir. Dini ve ahlaki öğütler içeren bu eser, elli altı bölümden oluşur. Maarif, Mevlana’nın ünlü eseri “Fihi Ma Fih” eserine nazire olarak yazılmış olup, babasının görüşlerini ve tasavvufi düşüncelerini tamamlayan bir eserdir.
Sultan Veled’in yazdığı ilk mesnevidir. 8760 beyitten oluşur ve eserin içinde 76 Türkçe beyit yer alır. Bu eserde Mevlana’nın hayatı, onun düşünceleri ve Sultan Veled’in kendi tasavvufi tecrübeleri anlatılır. Mevlevilikte önemli bir ilke olan “ölmeden önce ölme” ve mürşite bağlanma konuları işlenmiştir.
Sultan Veled’in üçüncü ve son mesnevisidir. Tamamı Farsça olan bu eser, mesnevi vezni ile yazılmış bir öğüt kitabı niteliğindedir. 7000 beyitten oluşan bu eser, Sultan Veled’in tasavvufi düşüncelerini yoğun bir şekilde içermektedir.
Mesnevi vezniyle yazılmış bir eserdir. Eserde 162 Türkçe beyit bulunmaktadır. Sultan Veled, bu eseri nazım ve nesir karışımı bir üslupta kaleme almış ve eserin sonunda Türkçe beyitlerle okuyucularına hitap etmiştir.
Eser Adı | Nazım Türü | Beyit Sayısı | Dili | Konular |
---|---|---|---|---|
Divan | Gazel, Rubai | 13.335 | Farsça, Türkçe | Tasavvufi, didaktik |
Maarif | Mensur (Düzyazı) | 56 Bölüm | Farsça | Dini ve ahlaki öğütler |
İbtidaname | Mesnevi | 8760 | Farsça, Türkçe | Mevlana’nın düşünceleri, tasavvuf |
İntihaname | Mesnevi | 7000 | Farsça | Tasavvuf, öğütler |
Rebabname | Mesnevi | 162 Beyit Türkçe | Farsça, Türkçe | Nazım-nesir karışımı |
Sultan Veled, Mevlevilik, Mevlana, Sultan Veled eserleri, İbtidaname, Maarif, Rebabname, Divan, Farsça şiirler, Mevlevi tarikatı, tasavvuf, Selahaddin-i Zerkub, Anadolu Türkçesi, Sultan Veled kimdir, Mevlana’nın oğlu, İntihaname, tasavvuf edebiyatı.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, 30 Eylül 1207 tarihinde, günümüzde Afganistan sınırları içinde bulunan Belh şehrinin Vahş kasabasında doğmuştur. Kendisi, düşünce adamı, şair ve büyük bir mutasavvıf olarak tanınmaktadır. Babası, dönemin saygın âlimlerinden biri olan Bahaeddin Veled, “âlimlerin sultanı” unvanı ile tanınırken, annesi ise Mümine Hatun’dur.
Mevlânâ’nın yaşamının büyük bir kısmı Anadolu’da geçtiği için, “Rûmî” unvanı ile anılır. Ailesi, Belh şehrinden ayrıldıktan sonra önce Bağdat’a gitmiş, oradan da Hac farizasını yerine getirmek üzere Mekke’ye yönelmiştir. Sonrasında Anadolu Selçuklu Devleti’nin en parlak dönemlerinden birinde Anadolu’ya geçiş yapmışlardır.
Mevlânâ, babasının vefatından bir yıl sonra, 1232’de Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın davetiyle Konya‘ya yerleşir. 1244 yılında, büyük mistik Şems-i Tebrizi ile karşılaşması, yaşamında ve düşünce yapısında derin değişikliklere yol açar. Şems’te Allah’ın nurunu görerek onunla derin bir dostluk kurar, fakat Şems’in vefatıyla bu birliktelik sona erer. Bu olaydan sonra Mevlânâ, inzivaya çekilerek içsel bir yolculuğa çıkar.
Mevlânâ, 17 Aralık 1273’te hayata veda eder. Cenazesi, o dönemin Selçuklu Sarayı’nın gül bahçesinde, günümüzde müze olarak hizmet veren mekâna gömülmüştür. Ölümünden sonra kimsenin üzüntü duymasını istemesi nedeniyle, bu gün “Şeb-i Arûs” yani “Düğün Günü” olarak adlandırılır; çünkü o, sevdiği ile birleşmiştir.
Eser Adı | İçeriği | Özellikleri |
---|---|---|
Mesnevî | Tasavvufi öğütler ve hikâyeler içeren, dini bir eserdir. | 6 cilt, yaklaşık 24.000 beyit, mesnevi nazım şekli. |
Divan-ı Kebir | Kaside, gazel, müstezat ve rubailerden oluşur. | 40.000’den fazla beyit, çeşitli konularda şiirler. |
Mektubat | Dönemin önemli şahsiyetlerine yazılan mektuplar ve nasihatler içerir. | Yaklaşık 145 mektup, hadis ve ayetlerden alıntılar. |
Fihi Mafih | Mevlânâ’nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin derlemesidir. | 61 bölüm, siyasi olaylar ve tasavvufi konular. |
Meclis-i Seba | Mevlânâ’nın verdiği yedi vaazın derlendiği eserdir. | Hadis-i şerifler, hikâyeler ve örneklerle zenginleştirilmiştir. |
Mevlânâ’nın tasavvuf anlayışı ve insan sevgisini yansıtan birçok sözü vardır. Bu sözleri, derin felsefi anlamlar taşırken, aynı zamanda öğretici niteliktedir:
Mevlânâ, düşünceleri ve eserleriyle sadece döneminde değil, günümüzde de etkisini sürdüren bir düşünce ve edebiyat adamıdır. Tasavvuf ile edebiyatı birleştirerek, insanlığa evrensel mesajlar bırakmıştır.
Mevlânâ, tasavvuf, Şems-i Tebrizi, Mesnevî, Divan-ı Kebir, insan sevgisi, hoşgörü, Farsça edebiyat, mutasavvıf şair, tasavvufi şiir, Konya, Şeb-i Arûs, İslam düşüncesi, aşk ve birlik, edebi eserler.
Sinan Paşa, 15. yüzyıl Divan Edebiyatı‘nın ünlü nesir ustalarından biri olarak tanınmaktadır. İstanbul’un ilk kadısı olan Hızır Bey‘in oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte, 1440 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Asıl adı Yusuf Bin Hızır Bey Bin Celaleddin olan Sinan Paşa, küçük yaşlarda eğitimine başlamış ve daha çocukken geniş bir bilgi birikimine sahip olmuştur. Eğitim hayatına babasından aldığı derslerle başlayan Sinan Paşa, medrese eğitimini tamamladıktan sonra müderris ve kadı olarak görev yapmış, nihayetinde Fatih Sultan Mehmet döneminde sadrazamlığa kadar yükselmiştir.
Enderun Mektebi’nde yetişen Sinan Paşa, zekâsı ve yetenekleri sayesinde kısa sürede dikkat çekmiş ve devlet yönetiminde önemli bir yer edinmiştir. Bir dönem Sokullu Mehmet Paşa‘dan sonra Kaptan-ı Derya olarak da görev yapan Sinan Paşa, 1486 yılında İstanbul’da vefat etmiştir ve Üsküdar Mihmirah Sultan Camii’ne defnedilmiştir.
Sinan Paşa, Divan Edebiyatı’nın nesir (düzyazı) türünde sanatlı bir söyleyiş kazandıran önemli bir yazar ve düşünürdür. Sağlam bir medrese eğitimi görmüş olması, eserlerine de yansımış; matematik, felsefe ve dini konularda geniş bir bilgi birikimi edinmiştir. O, dünyaya değer vermeyen ve tasavvuf ehline saygı gösteren bir kişilik olarak, eserlerinde derin dini ve felsefi unsurlar işlemeyi tercih etmiştir.
Eserlerinin konuları; din, tasavvuf, felsefe ve ahlak gibi temalar etrafında şekillenmiştir. Bilimsel nitelikteki eserlerinin dili Arapça olup, sanatlı nesir türünün başarılı örneklerini vermiştir. Mazmunlar, seciler, aliterasyonlar ve diğer edebi sanatlarla dolu, ahenkli ve zengin bir anlatım dili kullanmıştır. Keskin zekâsı ve edebi yeteneği ile öne çıkan Sinan Paşa, kendine özgü süslü nesir tarzıyla tanınmıştır. Eserlerinde yer alan yoğun imgeler, okuyucunun derin bir düşünce yapısına sahip olmasını gerektirmektedir.
Sinan Paşa’nın sanat anlayışı ve üslubu, sonraki nesillerde de etkisini sürdürmüş ve pek çok Divan şairi ve nesir yazarı tarafından taklit edilmiştir. Onun kendine has tarzı, Divan Edebiyatı’nda nesrin sanatsal bir tür olarak kabul görmesine öncülük etmiştir.
Sinan Paşa, farklı konularda kaleme aldığı eserleriyle edebiyat dünyasında derin bir iz bırakmıştır. İşte en bilinen eserleri:
Eser Adı | Tür | Konu |
---|---|---|
Tazarruname | Mensur | Tasavvuf kültürü ile zenginleştirilmiş bir eser olup, Allah’a içten yakarışları ve peygamberlerin hayatını anlatır. |
Maarifname | Nasihatname | İslami ahlakın işlendiği, dinî ve ahlaki öğütler içeren bir eserdir. |
Tezkiretü’l Evliya | Biyografi | Veli kişilerin hayatlarını, kerametlerini ve dini öğretilerini içeren bir biyografi eseridir. |
Tehzibü’l Ahlak | Nasihatname | Ahlakî konuların işlendiği, insanlara doğru ve erdemli olmayı öğütleyen bir kitaptır. |
Sinan Paşa, Divan Edebiyatı’na nesir türü ile büyük bir zenginlik katmış, özellikle süslü nesir tarzı ile tanınmıştır. Onun yazıları, hem kendi döneminde hem de sonraki nesillerde hayranlık uyandırmış ve sanatını nesir diliyle buluşturmak isteyen birçok edebiyatçıya ilham kaynağı olmuştur. Felsefi ve tasavvufi konuları derinlemesine işleyen Sinan Paşa, Divan Edebiyatı’nda nesrin sanatlı bir tür olarak kabul görmesine öncülük etmiştir.
Sinan Paşa’nın eserlerinde işlediği temalar, onun geniş bilgi birikimi ve edebi gücünün bir yansımasıdır. İslami ahlak ve tasavvuf düşüncesine olan bağlılığı, eserlerinin ana hatlarını oluşturmuş ve bu eserler sonraki dönemlerde yazılan ahlak ve tasavvuf kitaplarına da kaynak teşkil etmiştir.
Sinan Paşa, Divan Edebiyatı, 15. yüzyıl, Osmanlı sadrazamları, Tazarruname, Maarifname, Tezkiretü’l Evliya, Tehzibü’l Ahlak, Osmanlı kadıları, İstanbul’un ilk kadısı, süslü nesir, tasavvuf, Divan nesir ustası.
Fuzuli, 16. yüzyıl Divan Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Asıl adı Mehmet olan Fuzuli’nin doğum yeri ve tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, Kerbela’da dünyaya geldiği düşünülmektedir. Hayatının büyük bölümünü Hille, Kerbela, Necef ve Bağdat arasında geçirmiştir. Kerbela’da aldığı eğitimle birlikte Arapça ve Farsça dillerini derinlemesine öğrenmiş ve bu bilgi birikimi, eserlerine yansımıştır. Ancak hayatı, yoksulluk ve talihsizliklerle doludur; bu zorluklar onu derinden etkilemiş ve sanatına ilham vermiştir.
Fuzuli, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1534’te Bağdat’ı fethetmesinden sonra padişaha kasideler sunarak dikkat çekmiş, bu eserleri sayesinde dokuz akçelik bir maaşla ödüllendirilmiştir. Ancak bu miktarı az bulup kabul etmemiş ve ünlü mektubu Şikâyetname’yi kaleme almıştır. Bu dönemde Taşlıcalı Yahya Bey ve Hayali Bey ile de tanışmıştır. 1556 yılında çıkan bir taun salgınında Kerbela’da hayatını kaybeden Fuzuli, Hz. Hüseyin’in türbesinin karşısına defnedilmiştir.
Fuzuli, mahlası “boş” veya “gereksiz” anlamına gelen bir isimle tanınmakta ve Divan Edebiyatı’nın en lirik şairi olarak kabul edilmektedir. Derin bir bilgi birikimi ve yoğun duygusal derinlik, onu sürekli yazmaya teşvik etmiştir; bu da şaheser niteliğinde eserler yaratmasına olanak sağlamıştır. Şiirlerinde barındırdığı derin anlamlar, ilk bakışta basit görünen kelimelerin ardında yatan çok katmanlı düşünceleri yansıtır. Fuzuli’nin eserlerini anlamak için belirli bir bilgi ve birikim gerekmektedir.
Aşk temasını, özellikle platonik aşkı, farklı yönleriyle ele alan Fuzuli, aşkın acısını duyumsarken bile bu durumdan haz aldığını ifade etmiştir. Bu aşk, maddi ve dünyevi bir aşkın ötesinde, ilahi bir boyuta ulaşmaktadır. Bunun en güzel örneği, Leyla ile Mecnun mesnevisinde gözlemlenebilir. Aşk acısından asla şikayet etmeyen Fuzuli, aşkı sürekli hüzün, keder ve ıstırap ile ilişkilendirmiştir. Acı çekmekten hoşlandığı için kavuşmayı arzulamamış ve acıların insanı olgunlaştırdığına inanmıştır. Bu nedenle, o bir aşk ve ıstırap şairi olarak anılmaktadır.
Fuzuli, şiirin bir bilim olduğuna inanmakta ve “İlimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar yıkılıp gider.” diyerek sanatının temelini vurgulamaktadır. Lirik şiirde öncü sayılan Fuzuli, dünya edebiyatı düzeyinde klasik eserler üretmiştir. Şiirlerinde tasavvuf düşüncesine de önemli bir yer vermekte, var olan her şeyin Allah’ın bir yansıması olduğuna inanmaktadır. Tasavvuf, onun eserlerinde bir gaye değil, derinliklerde gizli bir öğe olarak karşımıza çıkmaktadır.
Fuzuli’nin eserleri, çoğunlukla Azeri Türkçesi ile yazılmış olup, dönemine göre sade bir dille kaleme alınmıştır. İçten ve samimi bir anlatım tarzı, onun lirik üslubunu ön plana çıkarır. 16. yüzyıldaki Bağdat’ın konuşma dili, eserlerinde belirgin bir şekilde yer bulmaktadır. Şiirlerinde en sık kullandığı nazım biçimleri gazel ve kasidedir. “Su Kasidesi”, naat türünde Türkçe yazılmış önemli bir eseridir.
Fuzuli’nin üç divanı bulunmaktadır: Türkçe, Farsça ve Arapça. Yaşadığı dönemde sanat ve bilim dili olarak Arapça ve Farsça öne çıkmasına rağmen, Türkçe ile de mükemmel şiirler yazılabileceğini kanıtlamıştır. Manzum ve mensur birçok eseri bulunan Fuzuli, hem kendi döneminde hem de sonrasındaki şairler üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır. Halk ve Divan Edebiyatı şairlerini en çok etkileyen sanatçılardan biri olarak, pek çok şair Fuzuli’nin şiirlerine nazireler yazmıştır.
Fuzuli, eserleri ve üslubuyla 16. yüzyıl edebiyatına damgasını vurmuş bir sanatçıdır. Derin ve çok katmanlı şiirleri, hem kendi döneminde hem de sonrasında pek çok şair üzerinde derin etkiler bırakmıştır. Onun lirik anlatımı, edebiyat tarihinde önemli bir yer edinmiş ve Türk şiirinin gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.
Anahtar Kelimeler: Fuzuli, 16. yüzyıl, Divan Edebiyatı, Leyla ile Mecnun, Şikâyetname, tasavvuf, Azeri Türkçesi, gazel, kaside, lirik şiir.
Bağdatlı Ruhi, 16. yüzyılın en tanınmış şairlerinden biridir ve asıl adı Osman’dır. Asker bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Bağdat’ta doğduğu için “Bağdatlı Ruhi” ismiyle anılmaya başlamıştır. Şairin doğum tarihi net olarak bilinmemekle birlikte, Anadolulu bir asker olan babasının etkisiyle askeri bir geçmişe sahiptir. Dönemindeki savaşlara katılarak pek çok ünlü şahsiyetle dostluklar kurmuş, bu sayede zengin bir deneyim birikimi elde etmiştir.
Bağdatlı Ruhi, 16. yüzyıl Divan Edebiyatı’nın önemli temsilcilerinden biri olarak dikkat çeker. Mevlevi tarikatına mensup olan şair, toplumsal konulara duyarlılığı ile bilinir ve eleştirel bir üslupla yazdığı eserleri sayesinde bu alanda önemli bir yere sahip olmuştur. Özellikle Ortadoğu bölgesindeki idari sistemi hicivli bir dille eleştiren Ruhi, sosyal olayları dile getirmekte tereddüt etmez.
Rind bir şair olarak bilinen Bağdatlı Ruhi, eserlerinde tasavvufi düşünceleri de harmanlayarak, devrine göre sade ve anlaşılır bir dil kullanmayı tercih etmiştir. Şiirlerinde halkın konuşma dilini ustalıkla kullanmış, mısralarında yabancı kelimeleri minimum düzeyde tutmuştur. Sosyal olaylara verdiği önem, onun sanat kaygısından ziyade bir toplumsal duyarlılıkla yazdığı eserlerini ön plana çıkarmaktadır.
Divan, Bağdatlı Ruhi’nin en önemli eseridir. Bu eser içerisinde yer alan “Terkib-i Bent”, şairin büyük bir üne kavuşmasını sağlamıştır. 17 bentten oluşan bu eserde her bent sekiz beyitten meydana gelmektedir. “Terkib-i Bent”, toplumsal hiciv unsurları taşır ve dönemin sosyal, dini ve ahlaki ikiyüzlülüklerini ustaca eleştirmiştir. Eser, aynı zamanda diğer şairler tarafından nazirelere konu olmuş, özellikle Ziya Paşa gibi önemli isimler tarafından takdir edilmiştir.
Örnek 1: Terkib-i Bend
Bizi üzüm suyu ile sarhoş olduğumuzu düşünmeyin,
Bizler meyhane halkıyız, fakat Elest’in sarhoşlarıyız.
Etekleri buna bulaşmış kişiler bizi de bulaşmış sanır,
Ama biz yalnızca aşk kadehinin dudağını ve elini öpmek isteriz.
Bu dünya ortamında ne baş köşe var ne de köle,
Bizler şaraba tapanlarız, yerimiz meyhane, en dibidir.
Biz kimseyi üzme niyetinde değiliz,
Ama aşka sahip çıkanların kalbini kırabiliriz.
Kin besleyenlerin bizden uzak durması daha iyi,
Çünkü okçuların parmağına takılan yüzüğe sahibiz; okumuz düşmez.
Fani bu dünyada ne efendi ne köle var,
Kendini büyük görenler, alçak gönüllülere saygı gösteririz.
Gönül ehli olanlarla kadeh paylaşırız;
Meyhanedeyiz, ama ilahi aşkla sarhoşuz.
Örnek 2: Diğer Şiir
Güzel bir köşe, keyif verici bir dünya,
Eğer Âdem ömrünü böyle sürseydi.
Sağlık, aşkın sonu olmasa bir dert,
Bir fincan sonu, eğer sevinçse keder olur.
Bu geçici dünyada ne zevk ne de keder,
Yanında birinin olması yeter, eğer zevkse.
Sürekli olsun dostlarla içki muhabbeti,
Meyhane başına toplanın, eğer güzellikse, eğer kötü.
Sufi ki keyifle geçinmektedir,
Bir dirhemini alsan, hâtırı tam olur.
Açık ki bu dünyanın sonu toprak olmalı,
Eğer dirhemi yoksa, o zaman dirhem sahibi olmamalıdır.
Bize içki sun, içelim onunla,
Çünkü bilmediği yerden gelince bağırır.
Her ne zaman bir tartışma olsa,
Gerçek akıl ile Hakkı arar kimse bilemez.
Bağdatlı Ruhi, 16. yüzyılın en dikkate değer şairlerinden biri olarak edebiyatımıza önemli katkılarda bulunmuştur. Hem askeri geçmişi hem de edebi kimliği ile derin bir etki bırakmış, eserleriyle hem Divan Edebiyatı hem de Tanzimat Edebiyatı’na ilham kaynağı olmuştur.
Bağdatlı Ruhi, Osman, Terkib-i Bend, Divan Edebiyatı, Mevlevi, sosyal eleştiri, Fuzuli, şiir, hiciv, tasavvuf.