Köklü Bir Geçmiş: Eleştiri, Türk edebiyatında Divan şiiri geleneğindeki hicivler ve halk edebiyatındaki taşlamalar gibi örneklerle köklü bir geçmişe sahiptir. Divan edebiyatındaki tezkireler, şairlerin hayatları ve eserleri hakkında değerlendirmeler içererek eleştiriye yaklaşsa da, bu türler Batılı anlamda eleştiri türüne tam olarak uymazlar.
Tanzimat Dönemi ve Batı Etkisi:
Türk edebiyatında Batılı anlamda eleştiri, Tanzimat Dönemi ile birlikte gazetelerin ortaya çıkmasıyla başlamıştır. Tanzimat sanatçıları, ilk eleştirmenler olarak edebiyatın gelişimine katkıda bulunmuşlardır. Bu dönemde eleştiri, başlangıçta daha çok yergi ve döneme yönelik eleştiriler şeklinde olsa da zamanla olgunlaşarak Batılı anlamda eleştiriye yaklaşmıştır.
İlk Eleştiri Örnekleri:
Türk edebiyatındaki ilk eleştiri yazısı, Namık Kemal’in Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayımlanan “Lisân-ı Osmanînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahâzatı Şâmildir” adlı yazısıdır. Batılı anlamdaki ilk eleştiri örneği ise yine Namık Kemal’in “Tahrib-i Harabat” adlı eseridir. Bu dönemde Ziya Paşa’nın “Şiir ve İnşa” adlı eseri de önemli bir eleştiri örneği olarak kabul edilir.
Servet-i Fünun ve Fecriati Dönemlerinde Eleştiri:
Servet-i Fünun Dönemi’nde Batılı tarzda eleştiriler yazılmaya devam etmiştir. Ahmet Şuayp, eleştiriye nesnel bir bakış açısı getirmeye çalışarak önemli bir rol oynamıştır. Hüseyin Cahit’in “Kavgalarım” ve Ahmet Şuayp’ın “Hayat ve Kitaplar” bu dönemin önemli eleştiri eserleri arasındadır.
Fecriati Dönemi’nde ise Yakup Kadri, Ahmet Haşim, Hamdullah Suphi, Ali Canip, M. Fuat Köprülü ve Şahabettin Süleyman gibi isimler eleştiri türünde eserler vermişlerdir.
Millî Edebiyat Dönemi’nde Eleştiri:
Millî Edebiyat Dönemi’nde ise Ali Canip’in “Millî Edebiyat Meselesi ve Cenap Bey’le Münakaşalarım” adlı eseri öne çıkan eleştiri örnekleri arasındadır.
Cumhuriyet Öncesi Eleştirisinin Değeri:
Cumhuriyet öncesi eleştirileri, Türk edebiyatının gelişiminde ve modernleşmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu dönemdeki eleştiriler, edebiyat ortamını canlı tutmuş, sanatçılar arasında tartışma ve diyalog ortamı yaratmış, yeni edebi akımların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Yorumlar
Cumhuriyet Öncesi Türk Edebiyatında Eleştiri, modern anlamdaki sistemli ve kuramsal yapısına Tanzimat Fermanı ile başlayan Batılılaşma süreciyle kavuşmuş olsa da, kökleri çok daha eskilere dayanan bir değerlendirme ve yargılama geleneğine sahiptir. Bu geleneği, Tanzimat öncesi ve Tanzimat sonrası olmak üzere iki ana dönemde incelemek, tarihsel gelişimi anlamak açısından en doğru yaklaşımdır.
Tanzimat'tan önceki dönemde, yani Divan ve Halk Edebiyatı geleneğinin hakim olduğu yüzyıllarda, bugünkü anlamda bir "edebiyat eleştirisi"nden bahsetmek zordur. Bu dönemdeki değerlendirme mekanizmaları, daha çok geleneğin kendi içindeki kurallara ve estetik anlayışa bağlı, genellikle eserden çok şaire odaklanan bir yapı sergiler. Bu dönemin en belirgin eleştiri embriyonu tezkirelerdir. Şairlerin hayat hikayelerini ve eserlerinden örnekleri içeren bu biyografik eserler, aynı zamanda öznel de olsa çeşitli yargılar barındırırdı. Tezkire yazarı, bir şairin üslubunu, sanat gücünü veya diğer şairler arasındaki yerini belirtirken aslında bir beğeni süzgeci oluşturuyordu. Ancak bu değerlendirmeler, estetik bir kurama dayanmaktan ziyade, yazarın kişisel zevkleri ve dönemin kabul görmüş klişeleriyle şekillenirdi. Bir diğer önemli mekanizma ise nazire geleneği idi. Bir şairin, başka bir şairin şiirine aynı vezin, kafiye ve redifle bir şiir yazması, o şiire duyulan beğeninin ve aynı zamanda bir tür meydan okumanın ifadesiydi. Başarılı bir nazire, orijinal şiiri hem takdir eder hem de onunla yarışarak dolaylı bir eleştiri sunardı.
Türk edebiyatında modern eleştirinin doğuşu, şüphesiz Tanzimat Dönemi ile başlar. Batı ile kurulan yoğun temas, roman, tiyatro, makale gibi yeni türlerin edebiyatımıza girmesi, bu türleri değerlendirecek yeni bir bakış açısını da zorunlu kılmıştır. Bu dönemin eleştirisi, Divan edebiyatı geleneğine karşı radikal bir duruş sergileyen, polemikçi ve öğretici bir karakter taşır. Şinasi'nin *Tercüme-i Manzume*’nin ön sözünde dile getirdiği, anlamın lafza tercih edilmesi gerektiği fikri, bu yeni anlayışın ilk tohumlarıdır.
Ancak bu alanda asıl kurucu isim Namık Kemal’dir. "Lisan-ı Osmani'nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı Şamildir" başlıklı makalesi, Türk edebiyatının ilk ciddi eleştiri manifestosu kabul edilir. Namık Kemal bu yazısında, Divan edebiyatını hayattan kopuk, yapay ve Fars taklitçiliğiyle dolu olmakla suçlayarak yeni, milli ve topluma faydalı bir edebiyatın gerekliliğini savunur. Onun en meşhur eleştiri metinleri ise Ziya Paşa’nın "Harabat" antolojisine karşı yazdığı "Tahrib-i Harabat" ve "Takip" adlı eserlerdir. Ziya Paşa, "Şiir ve İnşa" makalesinde halk şiirini savunurken, "Harabat"ın ön sözünde Divan şiirini övmüştür. Namık Kemal, bu tutarsızlığı şiddetle eleştirerek "eski-yeni çatışması" olarak bilinen büyük edebi polemiği başlatmıştır. Bu tartışma, sadece iki yazar arasında değil, iki farklı edebi anlayış arasında bir hesaplaşmadır ve modern Türk eleştiri tarihinin temelini oluşturur.
Tanzimat'tan sonra gelen Ara Nesil ve Servet-i Fünun Dönemi'nde eleştiri, Tanzimat'ın polemikçi ve sosyal faydacı çizgisinden uzaklaşarak daha estetik ve kuramsal bir zemine kayar. Recaizade Mahmut Ekrem, *Talim-i Edebiyat* adlı eseriyle edebiyat teorisine dair sistemli bilgiler sunarken, Muallim Naci ile girdiği "kulak için kafiye" - "göz için kafiye" tartışması, eleştirinin artık teknik ve estetik meselelere odaklandığını gösterir. Ekrem’in savunduğu "sanat sanat içindir" ilkesi, Servet-i Fünun kuşağının da temel estetik anlayışı olur.
Servet-i Fünun döneminde eleştiri, Batı'daki edebi akımların (Realizm, Natüralizm, Sembolizm) etkisiyle daha bilimsel bir kimlik kazanmaya çalışır. Bu dönemin en önemli eleştirmeni, Fransız düşünür Hippolyte Taine'in "ırk, çevre, an" formülünü Türk edebiyatına uygulamaya çalışan Ahmet Şuayb'dır. Ahmet Şuayb, polemikten uzak, tamamen esere odaklanan, nesnel ve bilimsel bir eleştiri anlayışını savunarak kendisinden önceki eleştirmenlerden ayrılır. Hüseyin Cahit Yalçın ise grubun polemikçi ve savunmacı eleştirmeni olarak öne çıkar.
Sonuç olarak, Cumhuriyet öncesi Türk edebiyatında eleştiri; tezkirelerdeki öznel yargılardan Tanzimat'taki kimlik arayışına ve eski-yeni kavgasına, oradan da Servet-i Fünun'daki estetik ve bilimsel arayışlara uzanan dinamik bir gelişim çizgisi izlemiştir. Bu dönemde atılan temeller, Cumhuriyet sonrası Türk eleştirisinin kuramsal ve metodolojik zenginliğinin de hazırlayıcısı olmuştur.
Cumhuriyet öncesi Türk edebiyatında eleştiri, modern anlamıyla bir tür olarak ortaya çıkışı ve gelişimi açısından Batılılaşma hareketleriyle paralellik gösteren, dinamik ve çatışmalı bir süreçtir. Bu dönemi, geleneksel yaklaşımların hakim olduğu Divan edebiyatı ve Batılı eleştiri anlayışının filizlendiği Tanzimat sonrası dönem olarak iki ana eksende incelemek mümkündür.
Divan edebiyatı geleneğinde, günümüzdeki anlamıyla nesnel, analitik ve kuramsal bir edebî eleştiri türünden bahsetmek zordur. Bu dönemdeki eleştirel faaliyetler, daha çok tezkire adı verilen şair biyografilerinin içinde, dağınık bir biçimde yer alırdı. Tezkire yazarları, şairlerin hayatlarını anlatırken onların sanatları hakkında da öznel ve çoğunlukla övgü veya yergi (methiye-hiciv) eksenli değerlendirmelerde bulunurlardı. Eleştiri, eserin içeriğini, yapısını veya estetik bütünlüğünü çözümlemekten ziyade, şairin belagat kurallarına ne kadar uyduğu, mazmunları ne kadar ustalıkla kullandığı ve nazım tekniğindeki başarısı gibi konulara odaklanırdı. Yani eleştiri, belirli ve katı kurallara dayalı bir "doğruyu yapma" sanatını ölçme aracıydı. Bu yaklaşım, esere değil, şairin zanaatkârlığına yönelikti.
Türk edebiyatında modern eleştirinin temelleri ise Tanzimat Dönemi ile atılmıştır. Batı edebiyatıyla kurulan yoğun temas, yeni türlerin yanı sıra yeni bir edebiyat ve sanat anlayışını da beraberinde getirmiştir. Bu dönemin aydınları, edebiyatı toplumu eğitme ve dönüştürme aracı olarak gördükleri için, eleştiriyi de bu amacın bir parçası haline getirmişlerdir. Şinasi'nin *Tercüme-i Manzume*’nin önsözünde şiirin "fikirleri tasvir etmesi" gerektiğinden bahsetmesi, bu yeni anlayışın ilk sinyallerindendir.
Ancak asıl büyük tartışma Namık Kemal ve Ziya Paşa arasında yaşanmıştır. Ziya Paşa, "Şiir ve İnşa" makalesinde Divan şiirini eleştirip gerçek Türk şiirinin halk şiiri olduğunu savunmuş, ancak daha sonra bu görüşüyle çelişerek *Harabat* adlı Divan şiiri antolojisini hazırlamıştır. Bu duruma tepki gösteren Namık Kemal, Tahrib-i Harabat ve *Takip* adlı eserlerinde Ziya Paşa’yı ve onun şahsında tüm Divan edebiyatı estetiğini sert bir dille eleştirmiştir. Bu "eski-yeni çatışması", Tanzimat eleştirisinin merkezini oluşturmuştur. Eleştiri, artık kişisel beğeni veya yergi olmaktan çıkıp, bir edebiyat geleneğini topyekûn sorgulayan, toplumsal ve fikrî bir zemine oturan bir mücadeleye dönüşmüştür. Bu dönemin eleştirisi, çoğunlukla polemikçi (münakaşacı) bir üsluba sahipti ve estetik kaygılardan çok toplumsal fayda ilkesini gözetiyordu.
Servet-i Fünûn Dönemi'nde ise eleştiri, Tanzimat’ın polemikçi havasından sıyrılarak daha sistemli, estetik ve bilimsel bir kimliğe bürünmüştür. Recaizade Mahmut Ekrem’in *Talim-i Edebiyat* adlı eseri, yeni estetik anlayışın teorik çerçevesini çizmiştir. "Güzel olan her şey şiirin konusu olabilir" anlayışını yerleştiren Ekrem, "kulak için kafiye" tartışmasını başlatarak eleştirinin odağını toplumsal faydadan estetik meselelere kaydırmıştır. Bu dönemin en önemli eleştirmeni ise Batılı eleştiri metotlarını (özellikle Hippolyte Taine'in kuramlarını) Türk edebiyatına uygulayan Ahmet Şuayp’tır. Ahmet Şuayp, eleştiriyi kişisel çekişmelerden arındırarak eseri ve sanatçıyı kendi toplumsal ve psikolojik koşulları içinde değerlendiren bilimsel eleştiri anlayışını benimsemiştir. Artık eleştiri, "sanat sanat içindir" ilkesi doğrultusunda, eserin estetik değerini ölçmeye yönelik bir faaliyettir.
Cumhuriyet’e giden yolda son durak olan Milli Edebiyat Dönemi, eleştirinin yönünü bir kez daha değiştirmiştir. Bu dönemde eleştirinin merkezine dil meselesi ve milliyetçilik ideolojisi yerleşmiştir. Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp öncülüğündeki Yeni Lisan Hareketi, *Genç Kalemler* dergisinde yayımladıkları makalelerle Servet-i Fünûn’un süslü ve yapay diline savaş açmıştır. Eleştirileri, edebiyatın halkın konuştuğu sade Türkçe ile yazılması gerektiğini savunmuş ve edebî eserleri bu ölçüte göre değerlendirmiştir. Bu dönemde eleştiri, estetik bir uğraştan çok, milli bir kimlik inşa etme projesinin ideolojik bir aracı haline gelmiştir.
Sonuç olarak, Cumhuriyet öncesi Türk edebiyatı eleştirisi, tezkirelerin öznel yargılarından başlayarak Tanzimat’ın toplumsal mücadelelerine, Servet-i Fünûn’un estetik ve bilimsel arayışlarına ve son olarak Milli Edebiyat’ın ideolojik hedeflerine uzanan çok katmanlı bir evrim geçirmiştir. Bu dönemde atılan temeller, yapılan tartışmalar ve geliştirilen yöntemler, Cumhuriyet sonrası Türk eleştirisinin de ana damarlarını oluşturmuştur.
Yorum Bırak