Kahraman bakış açısıyla birinci kişi anlatımı, yani ben anlatımı, olayları hem yaşayan hem de anlatan kahraman üzerinden şekillenir. Bu anlatım tarzında, kahramanın bilgi ve tecrübeleri sınırlıdır; dolayısıyla her şeyi bilen ilahi bakış açısından belirgin şekilde farklıdır. Şimdi bu anlatımın özelliklerini detaylandırarak açıklayalım:
Kahramanın Bilgi Sınırları:
Bu anlatım türünde, anlatıcı yalnızca kendi gördüklerini, yaşadıklarını ve öğrendiklerini bilir. Başka karakterlerin düşünce ya da hislerine dair net bir bilgi sahibi değildir; olaylar ve durumlar, tamamen anlatıcının kişisel deneyimleriyle sınırlıdır.
Örnek: “Ben, sadece kendi gözlerimle gördüğüm şeyleri anlatabilirim. O anda ne düşündüğünü asla bilemem.”
Kahraman Anlatıcı:
Anlatıcı, hikâyedeki kahramanlardan biridir. Bu kişi, olayları birinci elden yaşadığı için anlatım doğrudan onun gözünden gerçekleşir. Anlatıcı bazen hikâyenin ana kahramanı olurken, bazen geri planda kalan bir karakter de olabilir.
Örnek: “Bu hikâyede ben, sadece seyirci değil, olayların tam ortasındaki kişiyim.”
Otobiyografik Özellikler:
Kahraman bakış açılı anlatım, çoğunlukla otobiyografik bir nitelik taşır. Anlatıcı, yaşadıklarını ve deneyimlerini paylaşarak hikâyeyi kendi perspektifinden sunar.
Örnek: “Bu, benim hayatımdan bir kesit… Benim hikâyem.”
Birinci Tekil Şahıs Kullanımı:
Kahraman anlatıcı, hikâyeyi ben diliyle anlatır. Bu anlatım, okuyucuya anlatıcıyla birebir bağlantı kurma imkânı verir.
Örnek: “O an ne yapacağımı bilemedim. İçimdeki korkuyla yüzleşmek zorundaydım.”
Kahramanın Üslubu:
Kahraman, kendi dil ve üslubunu kullanarak anlatır. Bu, onun kişisel bakış açısını ve duygularını doğrudan yansıtır. Anlatıcı, hikâyeyi kendine has bir tarzda aktarır.
Örnek: “Benim dilim, benim tarzım. Olayları nasıl gördüysem, öyle anlatıyorum.”
Sınırlı Bilgi:
İlahi bakış açısına sahip bir anlatıcıdan farklı olarak, kahraman bakış açılı anlatımda anlatıcının bilgi dağarcığı oldukça sınırlıdır. Başka karakterlerin zihninden geçenleri bilme imkânı yoktur.
Örnek: “Onun ne düşündüğünü tahmin edemedim. Sadece yüzündeki ifadeden bir şeyler çıkarmaya çalıştım.”
Geçmiş ve Gelecek Hakkında Bilgisizlik:
Bu anlatımda, kahraman gelecekte ne olacağını veya olayların nasıl şekilleneceğini bilemez. Ayrıca geçmiş olaylara dair de sadece kendi deneyimlerine dayanır.
Örnek: “O anda ne olacağını bilmiyordum. Gelecek, benim için bir sırdı.”
Anlatıcının Kısıtlı Perspektifi:
Kahraman anlatıcının bakış açısı eserin merkezindedir. Anlatıcı, olayların tam ortasında yer alır ve sadece kendi yaşadıkları üzerinden yorum yapabilir.
Örnek: “Benim gördüğüm bu kadardı, belki başka birinin gözünden farklı görünüyordu ama ben sadece kendi deneyimlerimi anlatabiliyorum.”
Fiillerin Birinci Tekil Şahısla Çekimlenmesi:
Bu anlatım tarzında, anlatıcının dilinde ben özneli fiiller yer alır. Olaylar, tamamen kahramanın kendi deneyimlerine dayalı olarak şekillenir.
Örnek: “Koştum, kaçtım, saklandım. Her anı, kendim yaşıyor gibiydim.”
Birinci tekil şahıs, yani “ben” ağzından anlatımda, hikayenin kahramanı aynı zamanda anlatıcı rolünü üstlenir. Bu yöntem, ilahi bakış açısından farklı olarak, anlatıcının yalnızca kendi bilgi, deneyim ve gözlemleriyle sınırlı kalmasını sağlar. Bu anlatım tarzının belirgin özelliklerini aşağıda bulabilirsiniz:
Bu yöntemde, anlatıcı sadece kendi bilme, görme ve yaşama imkanlarıyla sınırlı olanları bilir. Anlatıcı, hikayenin kahramanlarından biridir ve ya ana karakter olarak öne çıkar ya da arka planda önemli bir rol oynar.
Bu tür anlatımlarda, hikaye genellikle kahraman anlatıcının kendi hayatından kesitler içerir ve otobiyografik nitelikler taşır. Anlatıcı, birinci tekil şahıs ağzıyla, kendi dil ve üslubunu kullanarak olayları aktarır.
İlahi bakış açısından farklı olarak, birinci tekil şahıs anlatımında anlatıcının bilgi alanı kendisiyle sınırlıdır. Diğer karakterler hakkında derinlemesine bilgi sahibi değildir ve geleceğe dair öngörülerde bulunamaz.
Bu anlatım tarzında, hikayenin merkezinde anlatıcı yer alır. Anlatıcının sahip olduğu bakış açısı, eserin bütününe yansır ve geçmiş ya da gelecek hakkında bilgi vermek mümkün değildir.
Mahallenin hemen yanında, yaşlı bir adamla karşılaştım. Nazik bir şekilde durumunu sormaya çalıştım ama beni duymadı. Aynı konuyu iletmek için sesimi yükselttim ve o, hareketleriyle beni anladığını gösterdi. Bana tuhaf bakışlarla baktı.
Açıklama: Bu metinde, anlatıcı hem hikayeyi aktaran kişi hem de olayların içinde yer alan bir karakterdir. Anlatıcının yalnızca kendi bilme ve görme imkanlarıyla sınırlı olması, bu anlatımı birinci tekil şahıs perspektifi olarak tanımlar.
Bir zamanlar yaşadığım evin hatırası, gece yarısı eve dönerken taşıdığım o eski fener ve Galata’nın gerçek bir şehir olduğunu sandığım anlar, zihnimi karıştırdığı zamanlarda muhakeme yeteneğimin zayıfladığını düşündüğüm anılardır. Ama şimdi anlıyorum ki, o anlarda yanılmışım. Çünkü onlar gerçekten de benim hayallerimdi.
Açıklama: Bu paragrafta, anlatıcı geçmiş ve gelecekle ilgili bilgi sahibi olmadığını vurgular. Yalnızca kendi deneyimlerine ve gördüklerine odaklanır. Anlatıcının kendine özgü dili ve üslubu, hikayenin merkezinde yer almasını sağlar.
Birinci tekil şahıs anlatımı, okuyucuyla daha derin bir duygusal bağ kurmayı sağlar. Anlatıcının iç dünyasını ve kişisel deneyimlerini yansıtması, hikayeye samimiyet katar. Ayrıca, bu anlatım tarzı, karakterin gelişimini ve içsel çatışmalarını daha etkili bir şekilde ortaya koyar.
Kahraman bakış açılı birinci kişi anlatım, hikayenin merkezinde anlatıcının yer aldığı ve onun sınırlı bilgi alanıyla öne çıktığı güçlü bir anlatım biçimidir. Bu yöntem, okuyucunun karakterle empati kurmasını kolaylaştırır ve hikayeye duygusal bir derinlik kazandırır.
Yorumlar
Edebî metinlerde olayları, durumları ve karakterleri okura aktaran anlatıcı, hikâyenin kurgusal dünyasının en temel unsurlarından biridir. Bu anlatıcı türleri arasında, okurla en doğrudan ve samimi bir bağ kurma potansiyeline sahip olanı şüphesiz Birinci Tekil Şahıs Anlatıcı’dır. Genellikle Kahraman Bakış Açısı olarak da adlandırılan bu anlatım tekniğinde, anlatıcı olayların merkezinde yer alan veya olaylara doğrudan tanıklık eden bir karakterdir. Anlatım, "ben" veya "biz" zamirleri kullanılarak yapılır ve fiiller birinci tekil şahsa göre çekimlenir (*yaptım, gördüm, düşündük, gittik* gibi).
Bu anlatım tekniğinin en belirgin özelliği, olayların merkezindeki bir karakterin kendi gözünden, kendi duygu ve düşünce süzgecinden geçirilerek aktarılmasıdır. Okur, olayları nesnel bir gözle değil, tamamen anlatıcının öznel perspektifiyle görür. Bu durum, metne derin bir içsellik ve psikolojik derinlik katar. Anlatıcının sevinçlerini, korkularını, kafa karışıklıklarını, önyargılarını ve umutlarını ilk elden öğreniriz. Bu sayede okur, karakterle güçlü bir empati bağı kurar; adeta onun zihnine girer ve dünyayı onunla birlikte deneyimler.
Ancak bu yakınlığın getirdiği önemli bir kısıtlama vardır: bilginin sınırlılığı. Anlatıcı, olay örgüsünün yalnızca kendi tanık olduğu veya bildiği kısımlarını aktarabilir. Diğer karakterlerin zihinlerinden geçenleri, kendisinin bulunmadığı bir mekânda yaşananları veya gelecekte olacakları bilemez. Bu sınırlılık, yazar tarafından bir merak unsuru yaratmak için ustalıkla kullanılabilir. Okur, tıpkı anlatıcı gibi, olayların ardındaki sır perdesini yavaş yavaş aralar.
Bu durum, aynı zamanda güvenilmez anlatıcı (unreliable narrator) kavramını da beraberinde getirir. Birinci tekil şahıs anlatıcı, bir insan olduğu için yanılabilir, olayları yanlış yorumlayabilir, hafızası onu yanıltabilir veya kasıtlı olarak okura yalan söyleyebilir. Anlatıcının kişisel çıkarları, önyargıları veya duygusal durumu, anlattığı hikâyeyi bütünüyle şekillendirir. Okurun görevi, anlatılanların ne kadarının gerçek, ne kadarının ise karakterin kişisel yorumu olduğunu sorgulamaktır. Bu da okuma eylemini daha aktif ve eleştirel bir sürece dönüştürür.
Türk edebiyatında bu tekniğin en başarılı örneklerinden biri, Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanıdır. Roman, bacağındaki kemik veremiyle mücadele eden on beş yaşındaki bir gencin gözünden anlatılır. Hastalığın getirdiği fiziksel acılar, hastane koridorlarının soğukluğu ve Nüzhet’e duyduğu platonik aşk, tamamen onun iç dünyasının süzgecinden geçerek okura ulaşır. Bu sayede karakterin yaşadığı acıyı ve yalnızlığı derinden hissederiz.
Daha modern bir örnek olarak Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı adlı eseri gösterilebilir. Bu romanda Pamuk, tekniği daha da ileri taşıyarak çoklu birinci tekil şahıs anlatıcılar kullanır. Sadece insanlar değil, bir köpek, bir ağaç, hatta ölü bir karakter bile kendi bakış açısından olayları anlatır. Bu, tek bir "ben"in değil, birçok "ben"in perspektifinden karmaşık bir dünyanın inşa edilmesini sağlar.
Dilbilgisi ve metin analizi sorularında birinci tekil şahıs anlatıcıyı tespit etmek genellikle fiil çekimlerine ve kullanılan zamirlere bakarak kolayca yapılabilir. Bir paragrafta *“Sabah uyandığımda odamın ne kadar dağınık olduğunu fark ettim. Dün gece olanları hatırlamaya çalıştım ama başaramadım.”* gibi ifadeler varsa, anlatıcının kahraman bakış açısına sahip olduğu açıktır. Bu anlatıcıyı, olayları dışarıdan gözlemleyen Üçüncü Tekil Şahıs Anlatıcı (O/Onlar) ve her şeyi bilen İlahi (Tanrısal) Bakış Açısı ile karşılaştırmak, aradaki farkı anlamak için önemlidir.
Sonuç olarak, Birinci Tekil Şahıs Anlatıcı, metne derin bir öznellik, samimiyet ve psikolojik gerçeklik katan güçlü bir edebi araçtır. Okuru hikâyenin içine çekerek onu bir izleyici olmaktan çıkarıp bir katılımcı haline getirir ve edebiyatın en temel amaçlarından biri olan empati kurma deneyimini doruk noktasına taşır.
Yorum Bırak