Fazıl Hüsnü Dağlarca, 26 Ağustos 1914’te İstanbul’da dünyaya gelmiş olan ve Türk edebiyatının önde gelen şairlerinden biri olarak bilinen bir sanatçıdır. Şiir, hikaye ve düzyazı gibi çeşitli edebi türlerde eserler vermiştir. Eğitim hayatına Konya, Kayseri, Adana ve Kozan’da ilköğrenimle başlayıp, Tarsus ve Adana Ortaokulunda ortaöğrenimini sürdürmüştür. Kuleli Asker Lisesi’nden mezun olduktan sonra askeri okullardaki eğitimini tamamlamıştır.
Fazıl Hüsnü Dağlarca, mezuniyetinin ardından 15 yıl boyunca Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapmıştır. 1935 yılında piyade subayı olarak göreve başlamış, bu süreçte Doğu ve Orta Anadolu ile Trakya’nın çeşitli yerlerinde bulunmuştur. 1950 yılında kendi isteğiyle ordudan ayrılarak, Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü‘nde çalışmaya başlamış, ardından Çalışma Bakanlığı‘nda iş müfettişi olarak görev almıştır.
Yayıncılığa adım atan Dağlarca, Aksaray’da “Kitap” adlı bir kitabevi açmış, daha sonra bu kitabevini Şehzadebaşı’na taşıdıktan sonra kapatmıştır. 1960-1964 yılları arasında “Türkçe” isminde aylık bir dergi çıkarmış, bu dönemin ardından yayıncılık faaliyetlerini bırakarak kendini tamamen şiire adamıştır.
Yıl | Olay |
---|---|
1914 | Fazıl Hüsnü Dağlarca İstanbul’da doğdu. |
1927 | “Yeni Adana” gazetesinde ilk öyküsü yayımlandı. |
1935 | Piyade subayı olarak orduya katıldı. |
1950 | Orduyu terk etti ve Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde çalışmaya başladı. |
2008 | İstanbul’da hayata veda etti. |
Fazıl Hüsnü Dağlarca, Türk edebiyatının en fazla eser veren şairleri arasında yer almakta olup, yaklaşık 70 şiir kitabı kaleme almıştır. “Şiir Canavarı” ya da “Destan Şairi” olarak anılmakta ve bu sıfatlarla tanınmaktadır. Edebiyat dünyasına hikaye yazarak girmesine rağmen, asıl ününü şiirleriyle kazanmıştır. Dağlarca, “Türk şiirinin büyük şairi” olarak kabul edilmiştir.
Şiir anlayışı iki döneme ayrılabilir: sezgi ve us dönemi. Sezgi döneminde, kendine özgü bir üslup geliştirme çabasındayken, us döneminde ise güçlü Türkçe ile dikkat çekmiştir. Bu dönem boyunca dilin sadeleşmesi yönündeki çabalara da katılım göstermiştir.
1970’lerden sonra, daha çok çocuk şiirleri yazmaya yönelmiştir. “Havaya Çizilen Dünya” adlı eseri ile şiir serüvenine başlayan Dağlarca, Necip Fazıl Kısakürek’in etkisinde kalmıştır. “Çocuk ve Allah” adlı eseriyle şiirde zirveye ulaşarak, soyut konulara yönelmiştir. Başlangıçta hece ölçüsü kullanırken, zamanla serbest şiir tarzına geçiş yapmıştır.
Fazıl Hüsnü Dağlarca, şiirlerinde pek çok farklı tema işlemekte ve yeni kavramlar üzerinde durmaktadır. Yenilikçilik, yurtseverlik, barış, özgürlük ve evren karşısında duyulan metafizik tavır gibi kavramlar, onun şiirlerinde sıkça yer almaktadır. Dağlarca’nın şiirleri genellikle üç ana başlık altında toplanabilir: toplumcu-gerçekçi, felsefi ve lirik şiirler. Kurtuluş Savaşı ve Atatürk temalı şiirleri, onun en güzel eserlerini oluşturmuştur.
Yazdığı şiirleri yalın ve anlaşılır bir Türkçe ile ifade eden Dağlarca, “Türkçem, benim ses bayrağım” ifadesiyle Türkçeye olan bakış açısını net bir şekilde ortaya koymuştur. Her eserinde yeni bir konu ve söyleyiş tarzı arayan Dağlarca, bireysellikten toplumsallığa kayan bir anlayış sergilemiştir. Kendine has benzetme, hayal ve semboller ile güçlü şiirler üretmiş, eserleri birçok dile çevrilmiştir.
Fazıl Hüsnü Dağlarca, kariyeri boyunca birçok ödül kazanmıştır. Bu ödüller onun Türk edebiyatına olan katkılarını taçlandırmaktadır. Aşağıda aldığı ödüllerin bir listesi yer almaktadır:
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın edebi kariyeri boyunca kaleme aldığı eserler, Türk şiirinin zenginliğine önemli katkılarda bulunmuştur. Aşağıda eserlerinin bazıları listelenmiştir:
Fazıl Hüsnü Dağlarca, Türk edebiyatında özgün bir yer edinmiş ve şiirlerinde insan ve hayat konularına derin bir saygı göstermiştir. Eserleri, destanlaştırma geleneği ile Türk milletinin tarihini ve kültürünü yüceltmiştir. 15 Ekim 2008’de İstanbul’da hayata veda eden Dağlarca’nın cenazesi Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir. Şiirleri, her dönemde Türk edebiyatının gelişiminde önemli bir rol oynamış ve bugüne kadar etkisini sürdürmüştür.
Anahtar Kelimeler: Fazıl Hüsnü Dağlarca hayatı, Fazıl Hüsnü Dağlarca kimdir, Fazıl Hüsnü Dağlarca eserleri, Türk edebiyatı, Türk şiiri, destan şairi.
Melih Cevdet Anday, 13 Mart 1915’te İstanbul’da avukat bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Edebiyat alanında edindiği kimliğiyle ve yaptığı yenilikçi çalışmalarla, Türk edebiyatının önemli isimleri arasında yer almıştır. Çocukluk yıllarını Kadıköy’de geçiren Anday, ilk eğitimini burada aldıktan sonra, eğitim hayatını Ankara Gazi Lisesi’nde tamamladı. Bu dönemde edebiyat dünyasında önemli bir etki yaratacak olan Orhan Veli Kanık ve Oktay Rıfat Horozcu ile tanıştı. Eğitim hayatının ardından bir süre hukuk okumakla birlikte, edebi kariyerine adım atmak için Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne geçti.
Eğitim hayatı boyunca edebiyatla iç içe olan Anday, sosyoloji eğitimi almak üzere Belçika’ya gönderildi. Ancak bu eğitimini tamamlamadan Türkiye’ye geri dönmek zorunda kaldı. Yazın hayatına 1936 yılında “Varlık” dergisinde yayımlanan “Ukde” adlı şiiri ile adım atan Anday, bu dönemden sonra “Ses”, “Yaprak”, “Yeditepe” ve “Papirüs” gibi önemli dergilerde de şiirlerini yayımladı. İlk şiirlerinde hece ölçüsü ve geleneksel temaları benimsese de, zamanla serbest şiir akımına yöneldi.
Yıl | Olay |
---|---|
1915 | Melih Cevdet Anday İstanbul’da doğdu. |
1936 | “Varlık” dergisinde ilk şiiri yayımlandı. |
1941 | “Garip” şiir kitabı Orhan Veli ve Oktay Rıfat ile birlikte yayımlandı. |
1960-1997 | “Cumhuriyet” gazetesinde köşe yazıları yazdı. |
2002 | İstanbul’da vefat etti. |
Melih Cevdet Anday, 1941 yılında “Garip” adlı şiir kitabını, Orhan Veli ve Oktay Rıfat ile birlikte yayımlayarak Garip akımının önde gelen isimlerinden biri haline geldi. Bu kitap, dönemin edebiyatında büyük bir yankı uyandırdı ve yeni bir şiir anlayışının kapılarını araladı. Anday, şiirlerinde sıradan insanı ve günlük yaşamı büyük bir sadelikle işledi. Orhan Veli’nin vefatının ardından, toplumsal sorunlara daha fazla yönelerek toplumcu gerçekçi bir anlayış geliştirdi.
Anday’ın sanat yaşamının diğer bir yönü de deneme ve makaleler yazmasıydı. 1958 yılından itibaren Tercüman, Büyük Gazete, Yeni Tanin, İkdam ve Akşam gazetelerinde düşüncelerini kaleme aldı. 1960’tan itibaren “Cumhuriyet” gazetesinde yazmaya başladı ve burada önemli köşe yazıları yayımladı. Edebiyat hayatının sonlarına doğru roman ve tiyatroya yöneldi; İstanbul Büyükşehir Belediyesi Konservatuvarı’nda diksiyon dersleri vermeye başladı.
Anday’ın eserlerinde sıkça görülen temalar arasında toplumsal meseleler, insan ilişkileri ve varoluşsal sorgulamalar yer almaktadır. Şiirlerinde duygu ve akıl unsurlarını dengelemeye çalışarak, “Şiir, benim aklımdır.” ifadesini sıkça kullanmıştır. Oyunlarında modern insanın dramını, içsel çatışmalarını ve sosyal sorunlarını ele alarak derinlikli bir bakış açısı sunar.
Ayrıca, Anday birçok eserinde takma adlar kullanmıştır. Bu takma adlarla yazdığı eserler, onun edebi kimliğinin ne denli zengin olduğunu göstermektedir.
Melih Cevdet Anday, edebi kariyeri boyunca birçok ödül almıştır. Bu ödüller, onun edebiyat dünyasındaki yerini pekiştirmiştir:
Anday’ın anısına, 2006 yılından itibaren “Melih Cevdet Şiir Ödülü” verilmektedir. Bu ödül, onun edebiyat dünyasındaki etkisini ve izini sürdürmeye devam etmektedir.
Melih Cevdet Anday, Türk edebiyatında sadece şiirleriyle değil, aynı zamanda roman ve tiyatro eserleriyle de kendine sağlam bir yer edinmiştir. Yıllar boyunca çeşitli konuları ve temaları işleyerek, edebiyatımıza zenginlik katmıştır. Onun eserleri, hem bireysel hem de toplumsal sorunları irdeleyerek okuyuculara derin bir bakış açısı sunmaktadır. Anday, 28 Kasım 2002’de İstanbul’da vefat etti. Cenazesi, Büyükada Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Melih Cevdet Anday hayatı, Melih Cevdet Anday kimdir, Melih Cevdet Anday eserleri, Türk edebiyatı, Garip akımı, modern Türk şiiri.
Güvahi, 16. yüzyılda yaşamış önemli bir Türk şairidir. Hakkında detaylı bilgilere ulaşmak zor olsa da, asıl adı Mehmed olarak bilinmektedir. Hayatı boyunca tımarlı sipahi olarak görev yapmış, Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran ve Mısır Seferi‘ne katılmıştır. Bu askeri başarılar, onun edebi kişiliğini ve eserlerine yansıyan öğüt verici yönünü derinlemesine etkileyen bir zemin oluşturmuştur.
Güvahi, eserlerinde genellikle öğüt verme temasına odaklanmış, okuyucularına nasihatler sunmayı tercih etmiştir. Bu öğütleri verirken sıklıkla atasözleri ve halk deyimlerinden faydalanmıştır. Bu yöntem, onun eserlerinde halkın bilgelik ve deneyimlerini yansıtan bir derinlik katmıştır. Özellikle, “Pendname” adlı eseri ile tanınmaktadır. Bu eser, nasihatname türünde kaleme alınmış ve halkın yaşamında yol gösterici bir işlev üstlenmiştir.
Ayrıca, Yavuz Sultan Selim adına yazdığı “Kenzü’l Bedayi” adlı eser, Türkçe atasözlerini derleyen bir sözlük niteliğindedir. Bu eser, onun dil ve kültüre olan katkısını pekiştirirken, aynı zamanda Türk edebiyatındaki önemli bir boşluğu doldurmuştur.
Pendname: Güvahi’nin en bilinen eseri olan Pendname, nasihatname türünde kaleme alınmıştır. Mesnevi tarzında yazılmış olan bu eser, toplamda 2133 beyitten oluşmaktadır. Eserin yapısında aruz ölçüsü kullanılmış olup, Mefâîlün Mefâîlün Feûlün kalıbıyla yazılmıştır. Pendname, çok sayıda atasözü ve deyimi barındırarak, okuyucularına hem eğlenceli hem de öğretici bir içerik sunar.
Kenzü’l Bedayi: Güvahi’nin önemli bir başka eseri, Yavuz Sultan Selim adına yazdığı bu eser, Türkçe atasözlerini derleyen bir kaynak niteliğindedir. Bu çalışma, Türk kültürünün zenginliğini ve derinliğini ortaya koyarak, halkın sözlü geleneğinin korunmasına katkıda bulunmuştur.
Güvahi, 16. yüzyıl, Türk edebiyatı, Mehmed, Pendname, nasihatname, atasözleri, Kenzü’l Bedayi, Yavuz Sultan Selim, mesnevi.
Baki, gerçek adıyla Mahmud Abdulbaki, 1526 yılında İstanbul‘da dünyaya gelmiştir. “Şairler sultanı” unvanıyla tanınan bu büyük sanatçı, Divan şiirinin önemli ustalarından biridir. Fatih Camisi‘nin müezzinlerinden Mehmet Efendi‘nin oğlu olan Baki, düşük gelirli bir ailede büyümüştür. Genç yaşlarda çırak olarak saraçlık mesleğine yönelmiş, ancak sanat ve edebiyat alanında da kendini geliştirmek için gayret göstermiştir.
Baki, kaliteli bir medrese eğitimi alarak dönemin önde gelen müderrislerinden dersler almıştır. Eğitim sürecinde şiire olan ilgisi artmış ve bu alanda hızlıca tanınmaya başlamıştır. Dönemin tanınmış şairlerinden Zati‘nin desteğiyle ünü kısa sürede yayılmıştır.
Baki, pek çok padişah ile yakın ilişkiler kurmuş, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat gibi önemli figürler tarafından ilgiyle karşılanmıştır. Kanuni Sultan Süleyman, Baki hakkında “Saltanatımın en büyük zevki Baki’yi tanımaktır.” diyerek ona olan hayranlığını belirtmiştir.
Ömrü boyunca birçok devlet görevinde bulunmuş, Medine ve İstanbul kadılıkları ile Anadolu ve Rumeli eyaletlerinde kazaskerlik gibi önemli makamlarda yer almıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatı üzerine duyduğu derin üzüntüyü “Kanuni Mersiyesi” adlı eseriyle ifade etmiştir. Hayatı boyunca şeyhülislam olma arzusunu taşımış, ancak bu hedefine ulaşmadan hayata gözlerini yummuştur. Bazı kaynaklara göre bu isteğinin gerçekleşmemiş olması, onu din dışı konularda yazmaya yönlendirmiştir.
Baki’nin şöhreti, eserlerinin Azerbaycan, İran, Irak, Hicaz ve Hind saraylarına kadar ulaşmasıyla giderek artmıştır. Sonunda, 1600 yılında İstanbul’da hayata veda etmiştir.
Baki, Divan şiirinin gelişmesine büyük katkılar sağlamış, devrinin ünlü akımlarını ve eserlerini belirgin bir seviyeye ulaştırmıştır. İranlı şairlerin tekniklerini şiirlerinde başarıyla uygulamış ve tasavvuf ile dini temalardan çok, din dışı konuları işlemiştir. Neşeli ve hoşsohbet bir kişiliğe sahip olan Baki, eserlerinde aşk, doğa, yaşadığı dönemin ihtişamı ve dünyevi zevkler gibi temaları işler. Şiirlerinde maddi aşkı ele alarak okuyucularını aşkın ve şarabın tadını çıkarmaya davet etmiştir.
Baki’nin şiirlerinde özellikle İstanbul ve doğa betimlemeleri öne çıkmaktadır. Gazel türünde büyük bir başarı elde etmiş ve bu alandaki ustalığı ile tanınmıştır. Kullanmış olduğu dil ahenkli, zevkli ve akıcıdır. Divan şiirinin kurallarını ve sanatsal yönlerini ustalıkla uygulamış, eserlerinde ince hayaller, tevriye ve nükteler ile zenginlik yaratmıştır. Çağdaşlarına göre daha sade bir dil kullanmış, şiirlerinde İstanbul Türkçesini ustalıkla işlemiştir. Halk deyimlerine ve söyleyişlerine de sıkça yer vermiştir.
Ahenk ve musiki, Baki’nin eserlerinde öne çıkan diğer önemli özelliklerdir. Aruz veznini ustaca kullanmış, dil kusurlarını en aza indirmiştir. Türkçe kelimelerle kafiye oluşturmaya özen göstermiştir. Hicviye türünde de başarılı eserler vermiştir. “Avazeyi bu âleme Davud gibi sal / Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş” dizeleri, onun şiirlerdeki özgün üslubunu yansıtmaktadır.
Baki’yi büyük bir üne kavuşturan eserlerinden biri, “Mersiye-i Hazret-i Süleyman” adlı Kanuni Mersiyesi‘dir. Terkib-i bent biçiminde yazılan bu eser, en ünlü mersiyeler arasında yer almıştır.
Örnek 1:
Ezelden şâh-ı ışkun bende-i fermânıyuz
Cânâ, mahabbet mülkinün sultân-ı âlîşânıyuz.
Günümüz Türkçesiyle:
Ezelden beri aşk sultanının fermanının kölesiyiz. Ey sevgili! Sevginin ülkesinin yüce sultanıyız.
Örnek 2:
Nam u nişane kalmadı fasl-ı bahardan
Düşdi çemende berg-i dıraht i’tibardan.
Örnek 3:
Ferman-ı aşka can iledür inkiyadumuz
Hükm-i kazaya zerre kadar yok inadumuz.
Örnek 4:
Zülf-i siyâhi sâye-i perr-i Hümâ imis
Iklim-i hüsne anin içün pâdisâ imis.
Baki, edebi kişiliği ve eserleriyle Divan Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden biri olmuş ve çağdaşları arasında kendine sağlam bir yer edinmiştir.
Baki, Baki biyografisi, Baki eserleri, Kanuni Mersiyesi, Divan şiiri, 16. yüzyıl şairleri, Baki şiirleri, Divan edebiyatı, Türk edebiyatı, Baki’nin etkisi
Babür Şah, 16. yüzyılda Fergana’da dünyaya gelmiştir. Türk tarihinin önemli figürlerinden biri olan Babür, Timur‘un torunlarından Ömer Mirza’nın oğludur. Annesinin soyu ise Cengiz Han’a kadar uzanmaktadır. Babür, uzun süren mücadeleler sonucunda Kuzey Hindistan‘da bir Türk devleti kurmayı başararak, bu topraklarda parlak bir dönem geçirir.
Babür, tarih sahnesinde birçok önemli sefer düzenleyerek Kabil, Semerkand ve Buhara gibi stratejik şehirleri ele geçirir. 1508 yılında Hindistan’a gerçekleştirdiği seferde birçok ganimet elde eder ve toplamda altı sefer düzenleyerek bu bölgedeki gücünü pekiştirir. 16. yüzyıl Çağatay edebiyatı açısından önemli bir şahsiyet olarak, şairlerin, sanatçıların ve âlimlerin en büyük destekçilerinden biri olmuştur.
Babür Şah, at biniciliği ve avcılık konusundaki yetenekleri ile de tanınır. Zaman zaman yapılan şatafatlı yemekler ve içki âlemleri, onun yaşamının bir parçası olmuştur; bunlardan vazgeçmeye çalışsa da başarılı olamaz. Sağlık sorunları, özellikle şark çıbanı ve kan tükürme hastalıkları, onu zorlayarak 1530’da Agra‘da hayatını kaybetmesine neden olur. Mezarı, kendisinin kurduğu Babür Bahçeleri içindedir.
Babür Şah, Çağatay edebiyatının Ali Şir Nevai’den sonraki en büyük ismi olarak kabul edilmektedir. Edebiyata olan ilgisi nedeniyle sık sık kütüphanelere gitmiş, eğitimine büyük önem vermiştir. Hayatının pek çok anını şiir ile ifade eden Babür, savaşların ortasında bile şiir yazmak için duraksar. Eserlerinde Nevai’nin etkileri bariz bir şekilde görülür; gözlemlerini ve duygularını canlı ve neşeli bir dille kaleme alır.
Tüm şiirlerini öz Türkçe ile yazan Babür, İran edebiyatına da hakimdir. Güzellik ve sanat konularına olan düşkünlüğüyle tanınır. Türkçenin farklı coğrafyalarda kullanılmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Babür’ün asıl ün kazandıran eseri, Babürname adlı eserdir. Ayrıca, Divan’ında Türkçe ve Farsça şiirler de yer alır; bu şiirlerde aşk, doğa, güzellik, tasavvuf ve ahlak gibi temalar işlenir.
Babürname: Çağatay edebiyatının önemli bir anı ve gezi türünde yazılmış eseridir. Türk edebiyatının nesir alanındaki başyapıtlarından biri olarak kabul edilen bu eserde, Babür, çocukluğundan başlayarak yaşamının önemli olaylarını, gezdiği yerleri ve tanıştığı kişileri anlatmaktadır. Türk dünyasında yazılan ilk anı türündeki eserlerden biri olan Babürname, Reşit Rahmeti Arat tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
Divan: Babür Şah’ın Türkçe ve Farsça olarak kaleme aldığı iki divanı bulunmaktadır. Bu divanlardan beş farklı nüsha günümüze ulaşmıştır.
Aruz Risalesi: Türk edebiyatında aruz vezni ile ilgili bilgiler veren bu eserde, beş yüzden fazla aruz vezni örneğine yer verilmiştir.
Mübeyyen: Mesnevi tarzında yazılmış olan bu eser, Hanefi mezhebi ile ilgili çeşitli meseleleri açıklayan bir çalışmadır ve 243 beyitten oluşmaktadır.
Bize ait olan bu dünyada hâlâ aşkın emrini dinlemekteyiz,
Ey sevgili! Sen, sevgi ülkesinin yüce hükümdarısın.
Senin cömertliğin, su gibi susuzlara erişmemelidir,
Bu ovanın yanık kalbinde biz, lalelere benzeriz.
Güzellik baharında hiçbir iz kalmadı,
Düşen yapraklar, ağaçlardan ayrıldı.
Aşkın emrine, canımızla itaatteyiz,
Kaza hükmüne zerre kadar karşı duramayız.
Siyah buklelerin, Hümâ’nın kanadı gibidir,
Güzellik ikliminin yegâne sultanıdır.
Babür Şah, Türk edebiyatı, Fergana, Çağatay edebiyatı, Babürname, Divan, şair, tarih, şiir, Timur, Cengiz Han, edebi eserler.